En Sıcak Konular

Bıyıksız Koru'dan çarpıcı mesajlar!

27 Ağustos 2007 09:30 tsi
Bıyıksız Koru'dan çarpıcı mesajlar! Fehmi Koru, yakın dostu Abdullah Gül'ün Köşk'e çıkmasına günler kala, köklü bir imaj değişikliğine giderek askerlikten beri kesmediği bıyıklarına veda etti. Bıyıksız Koru, çarpıcı açıklamalar yaptı.

Yeni Şafak gazetesi yazarı Fehmi Koru, askerlikten beri kesmediği bıyıklarına veda etti. Sabah gazetesinden Şirin Sever'e bıyıksız haliyle röportaj veren Koru, "Aynaya baktığımda kendimi farklı görüyorum. Eskiden insanlar muhafazakârsa bir şekilde bunu belli ederlerdi, bıyık da bunun en kolay belli etme biçimiydi. Ama son zamanlarda Türkiye'de simgeler üzerinden o kadar çok tartışma yürütülüyor ki, bu simgeler birebir biz oldu. Başörtüsü, sakal insanların kimliklerini bir şekilde dışa vurması olarak görünüyor. Ben kimliği çok belirgin bir insanım; bıyıklarımı keserek bunun önemli olmadığını gösterdim" dedi.

Hayrünnisa Gül'ün First Lady'liğe yakışacağını savunan Koru'nun eşi Nebahat hanım, başörtüsü dolayısıyla üniversiteden atılan ilk öğretim görevlilerinden biri: "Eşim Ege Üniversitesi'nin kimya bölümünde öğretim üyesiydi, doktorasını yapıyordu. 82-84 yıllarında Amerika'da üniversitede bulundu, döndükten sonra başörtülü diye hakkında tahkikat başladı ve okulla ilişiği kesildi."

En büyük pişmanlığının, "İstanbul'a daha önce gelmemek" olduğunu belirten Koru'nun en sevdiği şarkıcılar ise Adnan Mungan ile Sibel Can.

Sadece siyasette değil, medyada da öyle gelişmeler oluyor ki sokaktaki vatandaş bile merak içinde. Yıllardır en gizli medya ve siyaset kulislerini araştırıp yazan; hatta adı 'hafiye yazar'a bile çıkan usta gazeteci Fehmi Koru ile merak edilen gündemi konuştuk. Hayrünnisa Gül türban tartışmalarından nasıl etkileniyor? Gül'e neden karşı çıkılıyor? Medya hâlâ iktidarı yönetiyor mu?..

- Bıyıksız olmaya mı karar verdiniz?
- Yani... Karşıdan bakana nasıl geliyor bilmiyorum ama lise sonrası, askerlik hariç, hep bıyıklı olduğum için aynaya baktığımda kendimi farklı görüyorum.

- Sizin çevrenizde yadırganmıyor mu 'bıyıksız olmak' peki?
- Yok, gençlerde de bıyık yok artık! Eskiden insanlar muhafazakârsa bir şekilde bunu belli ederlerdi, bıyık da bunun en kolay belli etme biçimiydi...

- Siz de artık belli etmek istemiyorsunuz anlaşılan...
- Kimsenin bana bu yolda bir telkini olmadı. Ama son zamanlarda Türkiye'de simgeler üzerinden o kadar çok tartışma yürütülüyor ki, bu simgeler birebir biz oldu. Başörtüsü, sakal insanların kimliklerini bir şekilde dışa vurması olarak görünüyor. Ben kimliği çok belirgin bir insanım; bıyıklarımı keserek bunun önemli olmadığını gösterdim.

- Yani bıyık kesmenizin bir mesajı var, öyle mi?
- Kendimce böyle bir mesajı var. Alan olur mu bilmiyorum da, benim vermek istediğim mesaj bu! Yani kimlikler, simgeler üzerinden tartışmayalım, fikirler üzerinden tartışmaları yürütelim demek istiyorum.

- Size ezelden beri 'komplo teorisyeni', 'komplocu gazeteci' denir. Sorabilir miyim bu ünü neye borçlusunuz?
- Ün mü bilmiyorum da, şikâyet ettiğim bir konu değil çünkü benim üzerime oturacak bir şey değil. Komplocu, geçmişte büyük küfür gibiydi. 'Düpedüz bir hayat var, hiç tesadüfler olmuyor bu hayatta, baktığımız zaman ne görüyorsak o' deniyordu. Benim gibiler ise o gün de, aynı bugün olduğu gibi, 'Acaba öyle mi?' diye soruyordu. Buna da komploculuk deniyordu. Halbuki gerçeğin o olmayabileceğini düşünerek, 'Arkasında bir şey var mı' diye aramaya başlayınca pek çok şey buluyordum. Bugün ise, artık sıradan, hiç kafası çalışmayan insanlar bile gördüklerinin arkasında bir şeyler olabileceğini düşünüyor.

- Aslında araştırmacı gazeteciliği tarif ediyorsunuz...
- Yani ben meraklı bir insanım, gazeteciliğin de merak üzerine oturduğuna inanıyorum. Diyelim iki politikacı bir yerde oturuyor, bir şeyler konuşuyor, 'Bunlar ne konuşabilir?' diye düşünüyorum, onun az önce uğradığı bir yerde birilerine soruyorum, o bir şey söylüyor, ötekine soruyorum, 'Bunlar böyle mi konuştular acaba?' diyorum, yazıyorum, 'Vay komplo' diyorlar. Ama eskidendi bu. Artık kimsenin komplocu diyemeyeceği kadar, herkesin kafası komplolarla dolu!

- Yılmaz Özdil'in Hürriyet'e transferini 'Rodos Protokolü'ne bağladınız. Son komplo teoriniz bu mu?
- Bildiğim kadarıyla 2000'li yıllardan beri Aydın Doğan ve gazetelerinin üst düzey yöneticileri Rodos'a gidiyor; orada bir miktar kalıyor, yüzüyor, bıcı bıcı yapıyor, Metaxi isimli restorana gidiyorlar. Baktık ki 2002 yılında Rodos'ta Özer Çiller'le birlikteler! O dönemde medya grubu o zamanki hükümetten özellikle de MHP kanadından mutlu değil. Buluşma; MHP'yi hükümetten uzaklaştırıp ANAP-DSP birlikteliğine DYP'yi katma senaryosu için olabilir. Başladık araştırmaya... Bu arada ben çok önemli iki politikacının bazı askerlerle bu konuları konuştuklarını tespit ettim ve yazdım. MHP de işi öğrenince erken seçim istedi. Bu Rodos 1 aslında! Yakın zamanlarda kendileri yazdı; yine Rodos'a gittiler. Sonra ne oldu? Yılmaz Özdil Hürriyet gazetesine transfer edildi, ardından Emin Çölaşan sütununu kaybetti. Baktığım zaman iki artı iki sanki dört edermiş gibi geliyor. Buna da 'Rodos Protokolü' dedim. Oradan dönünce 'Gül cumhurbaşkanı olmasın' kampanyası başlattılar gazetelerinde, 'Bu da herhalde o protokolün içerisindedir' dedim. Ama ben bunu zaten gevşek bir şekilde yazıyorum, yazdığım sütunun başlığı da 'Kulis.'

- 'AK Parti'ye iktidarı haram edip onu paylaşmaya zorlamak, bunun için de kenarda köşede ne kadar ağır topçu varsa derhal devreye sokmak' şeklinde özetliyorsunuz durumu. Yılmaz Özdil transferinin arkasında bu mu var?
- Esas düşünceleri Yaman Törüner'in seçimlerden önce yazdığı şablon... Biliyorsunuz Törüner hem politika yaptı hem de Merkez Bankası başkanlığı... Birdenbire bir yazısında dedi ki halka, "Siz Tayyip Bey'e de, Devlet Bey'e de, Deniz Bey'e de, hangisine oy verirseniz verin, sonuçta, bu yeni dünyada iktidarı iş adamları, medya patronları, üst düzey bürokratlar ve askerler paylaşıyorlar. Siyasiler de kendilerine bu kesimlerin telkin ettiklerini uygulamaya koyuluyor. Yani sizi biz yöneteceğiz." Zannediyorum bunların da zihninde böyle bir şey var, iktidarı paylaşabilir bir şey olarak görüyorlar, bunu çok arzu ediyorlar.

- En güçlü AKP muhalifi Emin Çölaşan'ın işten çıkarılması da bu senaryonun devamı mıydı yani?
- AKP'yle ilgili değildi bence. O grubun kendi içinde o meslektaşımıza karşı birikmiş bazı sorunlar olabilir. Biraz patronun kendisinin tavrıyla ilgili. Yoksa 'Emin Çölaşan AKP karşıtı, onu gönderelim' diye bir şey olduğunu zannetmiyorum. O sebeple gönderdilerse şu andaki Bekir Coşkun havasını niye yarattılar? O gitmeden önce hemen Yılmaz Özdil'i niye aldılar?

- Türkiye'de iktidar yönetilebilir bir şey mi hâlâ? Bu dönemler geride kalmadı mı artık?
- Geçmişte bazı politikacılar, bazı patronlarla, bazı işadamlarıyla, hatta bazı bürokratlarla kendi iktidarlarını paylaşabildiler; onun da sebepleri vardı o dönemde ama AKP'nin iktidar olmasıyla bu tarihe karıştı. Çünkü Tayyip Erdoğan benim gözleyebildiğim kadarıyla iktidarın paylaşabilir bir şey olduğuna inanmıyor. Daha kompartmancı bir yaklaşımı var; herkesi belli yerlere oturtuyor, yani politikacı politika yapar, hükümet icraatın sahibi, meclis yasama organıdır, işadamı işleriyle meşgul olsun. Gazeteci eleştirsin beni ama benim işime burnunu sokmasın. Dikkat ederseniz yanında politik bir kadro taşıyor, o politik kadroya da başkalarının müdahalesini istemiyor. Yani bana göre bu dönem 2002 seçimleriyle sona erdi ama bunu bazıları maalesef anlamıyor. Bazı insanlarda hırsın sınırı yok galiba!

- Abdullah Gül'e neden karşı çıkılıyor? Tek neden eşinin türbanı mı?
- Hayrünnisa Hanım'ın başörtüsü Hayrünnisa Hanım'ı kötü yapmıyor, bu Abdullah Gül'ü kötü yapıyor! Yani biz başörtüsü diyoruz, eş diyoruz ama aslında konuştuğumuz kişi siyasetteki adam! Yani doğrudan Abdullah Gül'le ilgili eksiklikleri söyleyeceğimize, Hayrünnisa Hanım diyoruz. Aslında Hayrünnisa Hanım'ı tanısalar, eminim öyle bir kişinin Çankaya köşkünde first lady olmasını bizden daha çok arzu edecekler.

- Açar mısınız; onu tanısak neler bulurduk mesela?
- Yani o kadar kendi kişiliğine sahip, öyle değerlerle dolu, hem burada, hem dışarıda Türkiye'yi de, kadınları da, eşini de temsil edebilecek birikime sahip bir kişi ki... Onun başının örtüsüne bakacakları yerde kafasının içine baksalar ve yapmaya çalıştıklarını, yapabileceklerini gündeme getirseler, doğru bir seçim yapıldığını bileceklerdi. Mesela Gül bekâr olsaydı ne olacaktı? Karşı çıkmayacaklar mıydı? Bence çıkacaklardı. Deminden beri söylemeye çalıştığım şey şu; biz doğrudan olayın kendisine, kişinin kendisine, onun fikirlerine itiraz etmek yerine en başta şu bıyık hikayesinde söylediğim gibi simgeler üzerinden tartışıyoruz. Simgelerden hareketlerle bir sonuca vardığımız için, Hayrünnisa Hanım sorunmuş gibi görünüyor.

- Gül denildiğinde akla direkt askerin getirilmesi de bilinçli bir çalışma mı?
- Benim aklıma gelmiyor mesela! Medyadaki birtakım psikolojik savaş uzmanları yapıyor bunu, böylece askerleri tahrik etmeye çalışıyorlar, 'Bu size karşı geliyor' imasında bulunuyorlar aslında böyle bir şey olmadığı halde...

- Gül'ün Köşk'e çıkması sonrası bir gerginlik beklentisi var AKP içinde bile. Gergin günler kapıda mı sahiden?
- Böyle düşünenlerin sayısı çok değil. Tersine, diğer partilerde oy vermedikleri halde 'Gül seçilsin de Türkiye normalleşsin' diye bekleyen insanlar olduğunu biliyorum. Çünkü Abdullah Gül'ün oraya çıkması Türkiye'de gerçekten bir dönüm noktası olacak, korkularımızdan kurtulacağız.

- Nasıl korkulardan bahsediyorsunuz?
- Mesela ne diyor CHP sözcüleri? 'Gül olursa Çankaya irticanın kalesi olacak!' Bunu söylerken esas korkuları bu değil, Gül oraya çıktığında Çankaya'nın normalleşmenin kalesi olacağından korktuklarını düşünüyorum. Yani korkuları ortadan kalkacak! Bakacaklar ki Sezer'le Gül arasında anayasal yetkileri kullanma açısından fark yok. Ama Gül daha halka yakın, daha devlet kurumları arasında anayasanın emrettiği gibi bir uyumu sağlamaya çaba gösteriyor.

- Eşiniz Nebahat Hanım, başörtüsü dolayısıyla üniversiteden atılan ilk öğretim görevlilerinden biri..
- Evet benim eşim Ege Üniversitesi'nin kimya bölümünde öğretim üyesiydi, doktorasını yapıyordu. 82-84 yıllarında Amerika'da üniversitede bulundu, döndükten sonra başörtülü diye hakkında tahkikat başladı ve okulla ilişiği kesildi.

- Hayrünnisa Gül'ü daha iyi anlıyor olabilir misiniz bu durumda? Eşine 'Engelliyorum, seni, kenara çekileyim' dediği bile yazıldı. Bu tartışmaların ortasında psikolojisi nasıldır?
- Hayrünnisa Gül'ü tanıyorum; psikolojisinin bozuk olmadığını, sağlam, mağrur bir insan olduğunu biliyorum. Bu tartışmalardan da zannedildiği gibi etkilenmedi. Baştan itibaren 10 küsur yıl önce başlayan bir süreç içerisinde bu tür şeylere çok maruz kaldı zaten. O yakıştırmaları yapanlar, o yazıları yazanlar, etkilemek istedikleri için yazıyorlar bunları ama ben onun etkilendiğini zannetmiyorum. Çünkü yıllar içerisinde çok şeyi göğüslediği için ikinci bir zırh meydana geliyor herhalde, fazla önemsemiyor...

* Sabah kalkınca kimi okursunuz? Yazar olarak değil de bir sıram vardır ona göre okurum gazeteleri; Yeni Şafak, Hürriyet, Sabah, Milliyet...
*
Nefret ettiğim o kadar çok şey var ki... Gereksiz tartışmalar içerisine girmek diyeyim...
* En son okuduğunuz kitap? Boris Akunin diye bir Rus polisiye roman yazarını okuyorum.
* En son izlediğiniz film? Babam ve Oğlum'u bir daha izledim. Hâlâ iç burukluğu yaratıyor.
* En büyük pişmanlığınız? İstanbul'a daha önce gelmemek diyebilirim.
* En sevdiğiniz yemek? Külbastı.
* En sevdiğiniz mekân? Borsa'yı seviyorum.
* En sevdiğiniz ülke? Biraz yaşadığım için Amerika.
* En sevdiğiniz şarkıcı? Adnan Mungan ve kadınlardan Sibel Can.

'Hürriyet'in karizması çizildi!'

- 'Önemli olan markadır, yazar gitse de gazete bundan etkilenmez' denir. Emin Çölaşan'ın gidişinden sonra Hürriyet'te yaşanan tiraj kaybı ve okur tepkisi şaşırttı mı sizi?
- Yazar var, yazar var; yazarlar arasında fark var! 22 yıl bir gazetede yazıyorsa bir insan, doğal olarak takipçileri olmuştur. Fikirlerini çok sert, çok radikal biçimde ifade ediyorsa, öyle bir yazarın gazetesinden kopması sarsıntı meydana getirir. Ama ben Hürriyet'in son 10 gündür yaşadığı sarsıntıyı bir yazarın ayrılmasına bağlamıyorum. Seçim öncesinde ve seçim sonrası izlediği çizgi okurların kaçmasına sebep oldu bence! Gül'ün cumhurbaşkanlığı adaylığına engel olmak için kampanya yaptılar, bütün yazarlarıyla yüklendiler, neredeyse bir savaşa dönüştürdüler bunu ama bu savaşta başarılı olamadılar. Büyük bir gazetede yürüttüğün kampanyadan sonuç alamazsan o gazetenin büyüklüğü tartışılır! Geriye dönüp bakın; o büyüklükte bir gazetenin bu çapta yürüttüğü bir siyasi kampanyada başarılı olamadığı başka bir olay göremezsiniz. Bence biraz karizma çizildi!

- Şu sıralar medyanın izlediği çizgiyi 'Post Çölaşan sendromu' diye adlandırmışsınız. Ne demek bu?
- Emin Çölaşan'ın ayrılmasından sonra Hürriyet çok ciddi bir sarsıntı geçirdi. Böyle bir beklenti içerisinde değillerdi. Yılmaz Özdil de o açığı kapatabilecek gibi görünmedi bana çünkü o daha çok Bekir Coşkun kontenjanını doldurabilir... Hatta ben Emin Çölaşan'dan sonra 'Bekir Coşkun da mı gidecek?' diye düşünmüştüm, çünkü iki tane Bekir Coşkun var şu an gazetede! Buna karşılık başka yazarlarının üslupları da, Hürriyet'in genel havası da değişmeye başladı.

- Ne gibi?
- Mesela bir yazarları, 'Sen benim yazacağım yazıya ne karışıyorsun lan' diye yazı yazıyor, Hürriyet yönetimi de onu manşet olarak değerlendiriyor. Düne kadar düzgün üslubu olan bazı yazarlarda ağız bozukluğu başlamış. Hele bir arkadaş var, Fatih Altaylı Hürriyet'ten ayrılıp SABAH'a geçince, 'O boşluğu sen doldur' dediler. O 'aşk yazılarının unutulmaz yazarı' birdenbire Fatih Altaylı türü yazılar yazmaya, başka gazetelerin yönetimleriyle uğraşmaya başladı. Emin Çölaşan ayrıldıktan sonra da 'lan'lı yazılarla bu defa onun boşluğunu doldurmaya soyundu.

- İddia edildiği gibi AKP iktidarından sonra kıymeti artmış bir gazeteci misiniz?
- Olabilir, bir mahzuru yok benim açımdan ama AKP iktidarı öncesinde yıldızım daha da parlıyordu! ANAP döneminde de söylenebilirdi bu; Turgut Özal'a yakındım ama bu yakınlık parlamam için bir şey ifade etmiyordu. AKP'ye gerçekten de yakın olabilirim çünkü çok insan tanıyorum orada, ama çat kapı kapılarını çalıp da, 'Arkadaşlar beraberiz ya, bana da bir şey' deme ya da akıl verme gibi bir derdim yok. Sadece onların frekanslarına yakın olduğum için yaptıkları şeyleri daha iyi anlıyorum. Başkalarından bir adım daha ilerde olmamın sebebi budur.

- 'Hükümet sözcüsü gibi davranıyor' diyenler de var...
- Ben üzerime alınmıyorum çünkü öyle davranmıyorum ama insanlar her şeyi söyleyebilir.

- Farklı alanlarda kalem oynatan biri olarak hiç 'merkez medya'da yazmak istemediniz mi?
- Benim merkez medyada yazmama diye bir prensibim yok. Yeni Şafak patronajı, yazarlara öyle bir özgürlük tanıyor ki, bulunduğum yerde rahatım, niye ayrılayım! Yıllar içerisinde SABAH dahil çok gazeteden teklif aldım ama o zamanlar şartlar bana çok uygun gelmedi. Şartlardan kastım; politik şartlar... Dolayısıyla hep şunu düşündüm, burada bulunduğum süre içerisinde elde ettiğim özgürlüğü yeni geçeceğim yerde bulabilecek miyim? Benim için en önemli soru bu. Yazıma çok belirgin bir hata koysam, tuzak bir hata, o hata yarın aynen çıkar. O kadar yazıma dokunmuyorlar.

- Merkez medyayı daha mutaassıp, daha muhafazakâr bulduğunuz doğru mu peki?
- Belki sosyal hayatta, belki bazı temel tercihlerde hiç muhafazakâr, mutaassıp olmayabilirler ama benim önem verdiğim fikir konularında at gözlüğü takmış pek çok insan görüyorum, çok önyargılı olabiliyorlar. Mesela benim çevremdeki insanlar farzımahal dedikten sonra her şeyi tartışabilir, 'Allah var mıdır? Farzı mahal Allah yoksa ne olur?' tartışılabilir... Bir insan dindar olduğu halde böyle bir tartışmayı yürütebilir ama başkaları için bazı konular tartışılmazdır bu ülkede. İşte bu muhafazakârlık, önyargılar ve tabular merkez medyada çok daha yaygın.

'İki yazarı tek adam fiyatına çalıştırıyorlar'

- Cümle alem biliyor Taha Kıvanç adıyla yazılar yazdığınızı. Neden sürdürüyorsunuz bu iki yazarlı durumu?
- Bundan keyif alıyorum. Bir dönem Bülent Şirin imzasıyla yazdığımda, yazarın bilinmemesinde yarar olan yazılar yazıyordum. Amaç, anonim bir isim altında başkalarının da katkıda bulunduğu bir sütundu. O olmadı, ilk günden itibaren ben yazdım ama öyle yazılar yazdım ki, benim yazdığım bilinirse gazetenin başyazarı olarak yanlış anlaşılabilirdi. Sonra bu bilinir bir isim haline dönüşünce Taha Kıvanç oldum. İlk yazdığım günden beri herkes biliyordu, bilinmesinde de bir mahzuru yok benim açımdan. Sadece farklı üslup, farklı yaklaşım, farklı konular yazmak derdindeyim. Ben Taha Kıvanç olarak yazdığım konuların çoğunu Fehmi Koru olarak yazamam.

- Taha Kıvanç ve Fehmi Koru yazılarının hangisinden daha çok keyif alıyorsunuz? Yani hangisi daha usta, daha kurnaz, daha kıvrak?
- Ben kendi yazılarıma okur olarak yaklaşsam herhalde 'Kulis'i daha cazip bulurdum.

- Neden?
- Gayet basit, daha sorgulayıcı bir üslup var orada; insanın merak güdüsünü çok fazla tatmin eden bilgiler ve yaklaşımlar var. Bilgiler bence çok önemli, keşke birisi benim için böyle bir çalışma yapsa da, ben onun sütununda böyle bilgiler bulabilsem! Birisi sinemaya gidecek, DVD'ler izleyecek, birileriyle görüşecek, o görüşmede birtakım sorular soracak, onu arayacaklar...

- Peki o zaman diğerine niye ihtiyaç duyuyorsunuz?
- Talep var! İki yazarı tek adam fiyatına alıyorlar gazeteye, daha ucuza mal ediyorlar!

'Cep telefonumda müthiş bir arşivim var'

- Teknolojiye merakınızla da meşhursunuz. Nedir bu durum?
- Sizin gibi genç insanlar neredeyse doğuştan bilgisayarlara, cep telefonuna her şeye sahip oluyor. Biz bunları belli yaşlara geldiğimizde gördük. Türkiye 70'li yıllarda televizyonla tanıştı, 80'li yıllarda bilgisayar Türkiye'ye geldi. Benim yaş dönemimdeki insanlar uzak durdular bu tip şeylerden. Ben ise meraklı biri olduğum için bunlara ilk sarılan gazetecilerdenim. Türkiye'de ilk laptop'u gazeteciler bende tanımışlardır...

- İlginç bir de saatiniz varmış...
- Üzerinde telefon rehberi olan bir saat. Bastığınızda mesela Şirin Sever'in telefon numarasını 'şak' diye karşıma çıkarıyor. Ama bunlar cep telefonu öncesi şeylerdi. Mesela şimdi benim kullandığım cep telefonuyla oturup yazımı yazabilirim, onu gazeteye yollayabilirim çünkü word programı var. Diyelim birileriyle oturuyorum, şarkı söyleniyor, bilmediğim şarkılar ama katılmak istiyorum! Hemen bilgisayarıma girip şarkının sözlerini buluyorum. Ya da Mesut Yılmaz, Deniz Baykal'ın Meclis'e verdikleri son mal beyanları lazım. Telefonumdaki arşivimde hepsi var! Bir TV programına katıldım, orada anayasanın bilmem kaçıncı maddesinden bahsediliyor; anayasa da var cebimde! Aklınıza gelebilecek her şey yüklü. Yıllardır telefonumla bunu yaparım.

'Bekir Coşkun da Erdoğan da çok ağır konuştu'

- 'O benim cumhurbaşkanım olmayacak,' diyen Bekir Coşkun mu, 'Çekip gitsin,' diyen Erdoğan mı ağır konuştu sizce?
- İkisinin de söyledikleri çok ağır. Ağır ama ben her ikisini de anlayışla karşılıyorum.

- Niçin?
- Bekir Coşkun daha başka tür bir cumhurbaşkanından hoşlanıyor. Ahmet Necdet Sezer 70 yıl başımızda kalsa onu ister, Gül'ü kabul etmiyor. Bunu çok ağır bir şekilde ifade ediyor, 'Benim cumhurbaşkanım olmayacak' sözlerini 'Bu ülkeyi terk edeceğim, başka bir ülkenin vatandaşı olacağım' şeklinde değil 'Onu tasvip etmiyorum' olarak anlıyorum. Tayyip Bey'inki de, 'Git başka ülkenin uyruğuna gir' tavsiyesi değil aslında. O, kendi kadrolarına böyle yaklaşan bir insandan hoşlanmıyor. Hoşlanmadığını bu şekilde ifade ediyor. Ama biz birinciyi anlayışla karşılıyor, kahraman yapıyoruz, 'Yazar bu şekilde yazabilir, o hakka sahip' diyoruz, ötekinin verdiği tepkiyi anlamak istemiyoruz. Halbuki o da benzer tepki veriyor.

- İyi de bir Başbakan'ın da kendisini kontrol etmesi, 'kucaklayıcı' olması gerekmiyor mu?
- Bir çiftçiyle de konuşurken 'Ananı da al git' demişti mesela. Başbakan'ın lügatında, onun algılamasında bir fark var. 'Git' derken hakikaten adamın oradan anasını da alıp gitmesini beklemiyor, tepkisel bir laf... Aslında bu söylemlerde gazetelerin yüklediği kadar anlam yok! Peki niye gazeteler, özellikle Hürriyet bu kadar sert tepkilerle bu olayın üzerine gitti? Şu sıralar Emin Çölaşan diye bir sorun yaşıyorlar, bunu bir şekilde örteceğine inandıkları için bir başkası üzerinden bu mücadeleyi veriyorlar.

'Selülit konusunda yazabilirdim!'

- Takip etmediğiniz bir mecra yok gibi. Magazinle aranız nasıldır?
- Çok iyi. Her zaman takip ederim.

- Magazin gündemindeki neler ilginizi çekiyor şu ara?
- Sizin ilginizi çeken her şey haber olarak benim de ilgimi çekiyor tabii. Mesela selülit sizin aklınıza başka bir şey getirirken ben bunun niye şu sıralar merak konusu olduğunu düşünüp duruyorum. Yani niye dün böyle bir şey yoktu da, bugün 'falanca selülitli mi, değil mi' merak ediliyor, ben de bunu merak ediyorum! Bunlarla ilgilenen bir gazetede yazıyor olsam, herhalde o konuyla ilgili bir iki yazı yazardım ben de... Ama benim okuyucularımın bunu hiç merak etmediğini tahmin ettiğim için o konulara değinmiyorum. Yine de benim için çok büyük malzeme!

Sabah Pazar



Bu haber 915 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,895 µs