"Mumcu ve Ağar'a söyle oylamaya gir" /> "Mumcu ve Ağar'a söyle oylamaya gir"/>

En Sıcak Konular

Baykal'la Gül arasındaki bomba diyalog

7 Ağustos 2007 19:03 tsi
Baykal'la Gül arasındaki bomba diyalog Renkli dergisinde Zaman Gazetesi yazarı Ekrem Dumanlı ile yapılan bir röportajda Dumanlı hayli ilginç iddialarda bulunuyor. İddiaya göre, Baykal, Köşk seçiminden önce görüştüğü Gül’e dedi ki; "Mumcu ve Ağar'a söyle oylamaya gir

 
"Baykal, Köşk seçiminden önce görüştüğü Gül’e dedi ki; Mumcu ve Ağar'a söyle oylamaya girsinler bizi de kendinizi de şu 367 meselesinden kurtarsınlar”

Ekrem Dumanlı'dan bomba iddia

Renkli Dergisi'nden Adnan Karakaş'ın Zaman Gazetesi Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'yla röportajı:

Baykal ile Gül’ün 24 Nisan görüşmesinde inanılmaz bir diyalog yaşandı. Baykal ve kurmayları:

“Mumcu ve Ağar'a söyleyin bizi de kendinizi de şu 367 meselesinden kurtarın.”


Ekrem Dumanlı: Baykal ile Gül’ün 24 Nisan görüşmesinde inanılmaz bir diyalog yaşandı.

Perde arkasındaki bir bilgiyi paylaşayım. İlk defa size açıklıyorum: Abdullah Bey, CHP'ye gittiği zaman Baykal ve kurmayları perde arkasında diyorlar ki, “ya çok iyi oldu, Mumcu ve Ağar'a söyleyin bizi de kendinizi de şu 367 meselesinden kurtarın.” Çünkü Abdullah Beyi beklemiyorlardı. Abdullah Gül kime düşmandır diye sorsanız, ben Türkiye’de hiçbir siyasi grubun, hiçbir STK’nın, hiçbir medya grubunun topyekûn Abdullah Gül’e düşman olabileceğini düşünmüyorum. Nitekim adaylığı açıklandıktan sonra borsa coştu. TÜSİAD açıklama yaptı. Sonra bir anda hava değişti.

 

CHP Gül'ü istedi ama...
Türkiye'yi 22 Temmuz seçimine götüren sürecin perde arkasında yaşananlar merak konusu. Ağar-Mumcu atışmasında bilinmeyenlerin bir kısmının ortaya çıkması bekleniyor. Çetelerle ilgili operasyonlarda gözaltına alınan bazı şahısların bağlantıları da Cumhuriyet mitinglerinin organizatörlerine dayanıyor.

Olayın bir de Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığını engelleme boyutu var. Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, bu kritik gelişmelerin perde arkasında yaşanan bir olayı ilk kez Renkli dergisi okuyucularına açıkladı. CHP dahil diğer partilerin bir odak tarafından yönlenderildiği anlaşılıyor. CHP kurmayları, ANAP ve DYP'nin Meclis’e girip 367 barajını aşmasını istemiş. Bu çarpıcı bilgi, perde arkasında yaşananların ortaya çıkmasının ilk adımı olma özelliğine sahip. Siyaset-medya-sermaye-bürokrasi alanında yaşananların bir usta gazeteci gözüyle değerlendirmesini bu röportajda ilginize sunuyoruz.

-Cumhurbaşkanlığı seçiminin yol açtığı kriz sonucunda seçime gittik. Şimdi önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Gül adaylıktan çekilir mi, çekilme AK Parti için ne anlama gelir?
- Gül çekilir mi, bilmiyorum. Çünkü MHP'nin “Adayınız kim olursa olsun Meclis'e gireceğiz” açıklaması bu tür bir manevrayı boşluğa düşürdü. Neden Gül'ün adaylığı bir krize dönüşmüştü. Şundan dolayı: Anavatan Partisi oylamaya girmeyince seçimler bir krize dönüşmüştü. Şimdi 70 milletvekiline sahip bir parti diyor ki, adayanız kim olursa olsun ben oylamaya katılacağım.


Dolaysıyla AK Parti penceresinden bakarak bu duruma açıklık getirmek kolay değil. Evet, Başbakan 'bir liste ile gider uzlaşma ararım' dedi ancak bu denklemde o sözün anlamı şuydu: Ben Cumhurbaşkanlığı seçimini yeniden krize dönüştürmeyeceğim. MHP'nin tavrı AK Parti'yi bir yönüyle rahatlatırken diğer yönüyle de kilitledi. Şimdi bu noktadan sonra şayet Abdullah Gül adaylıktan çekilecekse, bu durduk yerde, bir çırpıda, bir sabah basın toplantısı düzenleyip “Ben çekildim” demekle olmaz.

Gül'ün çekildiğini varsayarsak, bu, CHP'nin politikalarını doğrulatma sonucunu doğurmaz mı?
- Bir kere CHP şuna karar vermeli. Bu gerilim politikası oy mu kazandırdı, yoksa kaybettirdi mi? Genel kanaat oy kaybettiği yönünde. Ya oy kazandıysa. Yani aslında CHP daha kötüyse. Belki de barajı aşamayacaktı.

Cumhurbaşkanlığı seçimi konusuna dönecek olursak, CHP'nin en büyük hatası şu oldu kanaatimce: Kardeşim sen başkasının adayını engelleme yerine kendi adayını koy. Öyle bir aday koy ki, AK Partililer de gidip o adama oy versin. Neticede bu oylama gizli oylama. Bu siyasette böyledir. Sen bir aday koy. AK Partililerin de sıcak bakacağı bir aday olabilir. İster CHP'nin içinden, ister dışardan bir CHP'li. Böyle bir yolu hiç denemediler. Bir kere CHP'nin 'ben başarı elde ettim' diyeceği hiçbir şey yok. Neden? CHP'nin bütün psikolojisi olmayın, oldurmayın. Deniz Bey, sözüm sözdür Tayip Erdoğan aday olmasın ben kendisine yardımcı olacağım dedi mi? Dedi. Nasıl yardımcı olacaksın? Baykal, bir televizyon programının arasında bana dedi ki, “Tayyip Bey aday olacak mı, sen ne düşünüyorsun?” Olmayacak dedim. Olmayacak ama çok baskı yapıyorsunuz, olursa sizinle inatlaşmaktan olacak, tahrik ediyorsunuz. Fıtık lafını kullandınız, bu söylenecek laf mı yani!
Şimdi, tamam Tayyip Erdoğan şu sebepten veya bu sebepten aday olmadı. Abdullah Gül aday oldu. Gül'ün adaylığının açıklanmasından sonra üç dört gün, dikkat edin, Deniz Bey piyasada yoktu. Televizyonda da söyledim “Nerede, Deniz Bey nerede?”

O arada ne oldu?

- Perde arkasındaki bir bilgiyi sizinle paylaşayım. İlk defa size açıklıyorum: Abdullah Bey, CHP'ye gittiği zaman perde arkasında diyorlar ki, “Ya çok iyi oldu, Mumcu ve Ağar'a söyleyin bizi de kendinizi de şu 367 meselesinden kurtarın.” Çünkü Abdullah Bey'in aday olmasını beklemiyorlardı. Abdullah Gül kime düşmandır diye sorsanız, ben Türkiye'de hiçbir siyasî grubun, hiçbir STK'nın, hiçbir medya grubunun topyekûn Abdullah Gül'e düşman olabileceğini düşünmüyorum. Nitekim adaylığı açıklandıktan sonra borsa coştu. TÜSİAD açıklama yaptı. Sonra bir anda hava değişti.

Niye değişti?

- Niye değişti, asıl soru da bu. Bilemiyorum, bir gün eteklerinde bulunan taşları döktüklerinde, telefon ve görüşme trafiğini deşifre ettiklerinde daha net göreceğiz. Ki bu günlerde gazeteler üzerinden Erkan Mumcu ile Mehmet Ağar atışıyor. “Konuşturma beni, senin kiminle konuştuğunu biliyorum falan... Konuşturma beni senin kimden talimat aldığını biliyorum' lafları önümüzdeki üç-beş yıl içinde çok duyulacak. Eğer herkes eteklerindeki taşı dökerse, niye borsayı coşturan bir aday, CHP'nin sükût edip, dikkat edin, Abdullah Gül'ün adaylığının açıklanmasından sonra CHP'de yapılan bütün bağrışmaların özü yine Tayyip Erdoğan'dır, Abdullah Gül değil.

-Nasıl, biraz daha açar mısınız?

- Aday Abdullah Gül, adam çıkıyor kürsüden Tayyip Erdoğan'a yükleniyor. Abdullah Gül'e yüklen, aday o artık. Çünkü hazırlıksız yakalandılar. Örneğin şöyle düşünelim. Demirel'in literatüre giren lafını herkes mutlak bir hakikatmiş gibi kabul etti. Neymiş efendim, hiçbir fani önüne gelen Cumhurbaşkanlığını elinin tersiyle itemezmiş. Tayyip Erdoğan itti işte. Korktu da itti. Böyle bir şey olabilir mi? Korkan adam Gül'ü aday göstermez. Korktuysa Abdullah Bey için de aynı korkuyu duyması lazım. Ne zaman korktu dersin, ilgisiz ve bilgisiz bir adamı getirir oraya oturtursa dersiniz ki hakikaten korktu. Ama yok böyle bir şey. Dava arkadaşını aday gösterdi. Şimdi asıl konuya dönersek CHP, 'Tayyip Erdoğan olmasın, işbirliği yapalım' dedi.


Tamam olmadı, işbirliği yap. Hayır, Abdullah Bey'i istemiyoruz. Kimi istiyorsunuz, efendim biz Abdullatif Bey’i istiyoruz. Tamam, Abdullatif Bey olsun. Yok, hayır onu da istemiyorum. Kimi istiyorsunuz? Herhangi bir AK Partili olabilir. Sonra, herhangi bir AK Partili de olamaz, Meclis'ten biri olabilir. Hayır, Meclis'ten biri de olamaz, dışardan biri… Deseniz ki dışardan biri olsun; Mars'tan, Ay'dan, Güneş'ten birini isterler. Şimdi CHP'nin verdiği fotoğraf bu. Bu saatten sonra hiçbir kimseye, hiçbir isme evet demeyen bir partinin bundan sonra ortaya çıkacak herhangi bir isim, kim olursa olsun, bizim sayemizde oldu diyemez. Öyle bir lüksü yoktur. Çünkü inandırıcılığını kaybetti.

-Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın bir soruya cevaben yaptığı; “12 Eylül'deki açıklamamızın arkasındayız” ifadesi sanki 27 Nisan Bildirisi için sarf edilmiş gibi sunuldu. Medya ne yapmaya çalışıyor?

- Şimdi Türkiye'de bir alışkanlık var; siyasîleri askerin sopasıyla dövme alışkanlığı. Aslında burada askerin bir suçu varsa, askeri kışkırtanların yüz suçu vardır. Düşünebiliyor musunuz, bu ülkede bir önceki Genelkurmay Başkanı'na, Hükümet'e yeterince sert davranmadığı için neler yapıldı, neler söylendi! Askerin gölgesine basmayan adamlar, Genelkurmay Başkanı'nın karşısında kılıç çektiler. Sen aşırı demokratsın, efendim sen aşırı liberalsin diye.


Hatta bir gazeteci arkadaşımız bir brifingde kalktı, “Efendim, biz muhtıra gibi bir açıklama bekliyorduk, neden böyle sert açıklama yapmadınız” diye sordu. Genelkurmay Başkanı da, “Önemli olan masaya yumruk vurmak değildir, kafayla mantıkla davranmaktır” dedi, kalkıp bunu da eleştirdiler. Ya bir asker ne diyebilir, bir komutan ne diyebilir? Bizdeki gazeteci milleti; bunlar da bir millet biliyorsunuz, bazen de aşiret diyorum ben, medya aşireti ya da aşiret medyası, bunlar enteresan, istiyorlar ki kodum mu oturtsun. Bunu da bir medya meddahı söyledi; 'koydu mu oturtan'. Şimdi bizim ilginç bir yapımız var. 1980 Darbesi, 60 Darbesi, 71 Muhtırası hep basının daveti ile olmuştur. Ama Kenan Evren'in bir sözü var. Diyor ki, bunlar bizi önce davet ederler, sonra dönerler bize vururlar, saldırırlar. Turgut Sunalap'ın söylediği de bunu doğruluyor aslında. Aslında diyor, ordular darbe yapmaz siviller yaptırır. Türkiye'deki faşizm aslında sivillerde var. İlginç bir iç güdü ile halkı dövdürme, halkın temsilcilerini dövdürme güdüsü, Türk basınında maalesef var. Sadece basında değil, iş dünyasında ve ülkedeki bazı güç odaklarında da var. Kapalı kapılar ardından, “Paşam iyi ki siz varsınız” denir. Şimdi bir gün herkes eteğindeki taşları döker, diyorum.


Şimdi ben Türkiye'de askerleri çok zor durumda görüyorum. Orada da Genelkurmay Başkanı bir programa katılıyor, efendim ne düşünüyorsunuz? '12 Nisan'da yaptığımız açıklamanın arkasındayız' şeklinde cevap veriyor. 12 Nisan'da söylenenler aslında çok makul şeyler. O kadar makul ki, Çölaşan kalkıp diyor ki, Erdoğan size de hocam diyor mu? Ne demek bu? Yani siz de mi Özkök Paşa gibi Erdoğan ile yakınsınız, demek istiyor. Yani böyle bir mantık olabilir mi? Genelkurmay Başkanı diyor ki, 12 Nisan'da söylediğimizin arkasındayız. Ama sağ olsun bazı goygoycu arkadaşlar, televizyona çıkıp, hararetle yok şunu demek istedi de, yok bunu demek istedi de... Ya ne demek istediyse dedi işte. Adeta davetiye gönderip tahrik edercesine medya mensuplarının bu işi kaşıması askerin değil, daha çok bizim medyanın eski alışkanlıklarıyla ilgili bir şey.

Medya, iş dünyası ve diğer mahfiller neden askerî müdahaleyi bu kadar istiyor?

- Çok sebebi var da, ana sebeplerinden biri, gördüğümüz bildiğimiz kadarıyla gizli bir sınıf çatışması var. Yani iş dünyasının önemli bir kesimi sermayenin Anadolu'ya da yayılmasından; Denizli'de, G.Antep'te, Bursa'da, Konya'da yeni yeni sermaye gruplarının oluşmasından rahatsız. 28 Şubat'taki 'yeşil sermaye' palavrası bu yüzden ortaya atıldı. Sermayenin yeşili, mavisi, kırmızısı mı olur? Eğer sermayeyi renklere ayıracak olursak Türkiye'deki sermayenin önemli bir kısmı kızıl sermayedir. Yani hepsi solculardan oluşan bir sermaye. Sonra sermayenin yeşilinden ne olur ki, bırak senin 'İstanbul dükalığın' gibi Anadolu'da da yüz tane zengin olsun, yüz olmasın da üç yüz olsun.


Kendi kazanımlarını koruma mücadelesi var Türkiye'de. Anadolu'dan gelmiş olanları köylü görmek, aşağılamak ve bunların önünü kesmek isteyen bir zümre var. Bu her yerde var. Medyada da böyle. Şöyle diyelim. 20 yıl, 40 yıl geriye gidin, bir zengin adam portresi var. İşte özel okulda okumuş, en az bir-iki yabancı dil bilen, efendim, kırmızı şarabıyla caz konseriyle vs. bunu aşağılamıyorum, olabilir ama toplumsal değişim yeni bir iş adamı zümresini karşınıza çıkarıyor. Paris'e de gider ama Umre'ye de gider. Kamuya açık toplantılara gider fikirlerini beyan eder ama kalkıp Çırağan'daki bir toplantıya gider. Çırağan'a yakın bir camide Cuma namazı kılar. Bu kimlik yeni bir kimlik. Bu kimlik rahatsız ediyor onları. Medya dediğimiz küçük bir dünya. Herkes birbirini tanır. Okuduğu okuldan tanır. Bir dava arkadaşlığı vardır. Yeni insanlar çıkıyor, kim bunlar? Bunlardan tedirgin olan da olmayan da var. Anadolu'dan gelip medya, siyaset dünyasında yer almaya çalışan insanlar da var. Siz kimsiniz, nerden çıktınız diyen insanlar da öfkeye kapılıyor. Türkiye'nin bu öfkeden kurtulup yeniden hem kendini hem de karşısındakini tanıması gerekiyor. Bunu başarıyla yapanlar var.


Bu yüzden AK Parti'nin başarısından ürkmeyen ama geçmişte solculuktan gelen aydınlar sosyal değişimi görüyorlar ve bu normal, olması gerekir diyorlar. 70 milyonluk Türkiye'de artık bazı zümrelerin plânlaması, siyaset mühendisliği, sosyal mühendisliğinin gitmesi mümkün değil deyip bunu normal karşılayan da var, aşırı tepki gösterenler de var. Ama Türkiye bunu bir şekilde önümüzdeki 10-15 yıl içinde aşacak diye düşünüyorum.

-Türkiye'de genel itibariyle iktidar sağ, ama medya hep sol zihniyetin elinde olmuş, bu çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Tabi büyük bir çelişki. Seçimlerden önce köşe yazarlarına kime oy vereceksiniz diye soruldu ve ben de takip ettim. Neredeyse yazarların yüzde 80'ni sol partiye, CHP'ye oy veriyor. CHP'ye vermeyen de Baskın Oran'a, Ufuk Uras'a veriyor. Zaten seçimlerdeki yanılgı buradan kaynaklanıyor. Şimdi medyasının yüzde 80'ni solcu olan bir ülkenin yüzde sekseni sağcı. Sağ-sol kavramları tartışmalı kavramlar ama genel çerçevede söylüyorum. Önce arzu ediyor, sonra onun üzerine düşünüyor. Biz Türkçe'de buna 'hüsnü kuruntu' diyoruz. Yanımda da herkes böyle düşündüğüne göre, CHP kilit parti, Türkiye'yi kurtardı falan… Bu arzuyu sonra niyete çeviriyor. Halk da böyle olmalı diyor. Öyle de değil işte. O yüzde 80 küçük bir zümre ama hep bilgilileriyle iletişim halinde olan bir zümre. Şimdi düşünebiliyor musunuz, seçimlerin en komik tarafı budur, bütün gazeteler meydana muhabir ve yazar gönderiyor. Herkes oradan yazı gönderiyor. Diyor ki, mesela 6 milletvekili çıkacak, 2 AKP, 2 CHP, 1 MHP, 1 DTP. Sen de o şehre gidiyorsun, mümkün değil diyorsun. Bingöl ve Muş'a gittim, dedim ki AK Parti burada siler süpürür. Şimdi diyorlar ya, sokakta gördüğümüz her iki insandan biri AK Partili mi? Git oraya sokakta gördüğün her 10 kişiden 7'si AK Partili. Siz de muhabir, köşe yazarı gönderiyorsunuz, bu durumu niye göremiyorsunuz?

Medya-siyaset ilişkisinde bir problem mi var? Medya nasıl davranmalı?

- En başta şunu yapacağız: Yön belirleyen aktörleri değil, bunu içimize sindireceğiz, biz siyaseti hala medyanın tekelinde sanıyoruz. Medya ne derse o olur, medyayı siyasetin aktörlerinden birisi olarak görüyoruz. Bu mantık olduğu sürece siyaset ile medya arasındaki ilişkinin düzelmesine imkân yok. Bunu 28 Şubat sürecinde itiraf edenler de oldu. Yani biz istediğimiz zaman iktidarı değiştiririz, kimi muhalefet yapmak istersek onu yaparız gibi bir hisse kapıldık ve cezasını çektik. Medyanın yapacağı şey şu: Bizim siyaset içindeki vazifemiz nedir, sorusuna doğru cevap bulmak. Bizim vazifemiz, gördüklerimizi, yaşadıklarımızı objektif bir şekilde -tarafsız demiyorum ama taraf olabilirsiniz, analiz yaparken taraf olabilirsiniz- habere dönüştürürken yönlendirmeye kalkmadan hadisenin fotoğrafını çekip gerçeği bütün çıplaklığıyla vatandaşa aktarmaktır. Ama biz buradan kalkıyoruz, Mumcu ile Ağar'ı yan yana getiriyoruz. Bu bizim görevimiz değil. Çok kişiyle konuştum seçim öncesi. Yüzde 40'a inanamıyorlardı. 'Türkiye'de bugünkü şartlarda yüzde 40 alan parti kudurur' diyorlardı. Biz denetimimizi yapalım, demokratik denetimimizi yapalım, icraat denetimini yapalım. Mesela biz 4.5 yıl boyunca ciddi bir muhalefet yaptık. İcraat muhalefeti yaptık. Yaptığınız bu çalışma yanlış kardeşim dedik. Ama Türkiye'de muhalefet de yanlış anlaşılıyor. Kafadan Başbakan'a, bakana gireceksin. O zaman muhalefet yapmış olursun... Hiçbir insaf yok, hiçbir ölçü yok. İcraat denetimi yerine insanların haysiyetleriyle, şerefleriyle, onurlarıyla oynayacak şekilde alay eden, aşağılayan küçük gören bir mantık muhalefet sayılıyor.

-İki yıldır çeteler ve bu çetelerle ilgili ilginç olaylar yaşadık. Çetelere karşı da medyanın böyle sert bir muhalefeti var mı?

- Bütün iletişim fakültelerini göreve davet ediyoruz, ama adamlar uyuyor. 27 tane iletişim fakültesi var, ne yaparlar aklım fikrim almıyor. Bu ülkede mısır patlar gibi iki yıldır her taraftan çete çıkıyor. Bu çeteler, bazı gazetelerde ufak da olsa haber değeri taşımıyor. Susurluk'u niye o kadar büyütmüştük? Memlekette askerin içine sızan, polisin içine sızan, mafyanın içine sızan çete kurabiliyor.


Çeteler bir dünyadan olunca, efendim Susurluk olayında olduğu gibi yakalıyorsun, sonradan başka çeteler çıkınca kulaklar tıkanıyor, gözler kapatılıyor. O zaman Erbakan Hoca'ya haksızlık yapılmış. Erbakan Hoca, bunlar fasa-fiso demişti. Demek ki bunların hepsi fasa-fiso. Ya da herkesin fasa-fisosu kendine göre değişiyor. Böyle bir şey olabilir mi ya! Bir tutarlılık yok. Çete 18'inci sayfalarda, 27'nci sayfalarda küçük bir yer ayrılarak geçiştiriliyor. Öyle çeteler çıktı ki, hala tutuklamalar devam ediyor ama tık yok. Sauna'da gözaltına alınan iki tane subay var. Özel Harp Dairesi'nde çalışıyor adamlar. Eryaman çetesinde muvazzaf askerler var, Şemdinli'de muaazaf askerler var. Bunun asker düşmanlığı şeklinde anlaşılması da doğru değil. Ama krokiler çıkıyor, Başbakan'ın evinin krokileri. C4, A4 bombaları. Daha geçenlerde İzmir'de cephane bulundu, bizden başka yazan olmadı. 6 bin 500 silah. Monte edilmemiş, monte edilecek Türkiye'de. Av diyor adam, ne avı? Profesyonel ordunun, askerin veya profesyonellerin kullanabileceği silahlar. Ulus'taki patlamanın 50 misli daha büyük bomba ele geçirildi.

Bu çeteleri kuranların dertleri ne, kime karşı böyle bir yapılanmaya gidiyorlar ve amaçları ne?

- Şimdi olayın birkaç yönü var. Bir yap-boz oyununun parçalarını görüyoruz. Bir parçası Sauna'da, bir parçası Eryaman'da, bir parçası Bursa'da, bir parçası Şemdinli'de, bir parçası Ümraniye'de; böyle devam ediyor. Fotoğrafın tamamını şimdiye kadar kimse göremedi, yap-bozun parçalarını biraya getirip işte budur, diyemedi. Bunun sebepleri var. İşte yayın yasağı. Şu an Ümraniye olayının içeriğine ilişkin bir şey söyleyemiyorsunuz, yazamıyorsunuz. Kendilerine vatansever diyen bir grup, maalesef devletin bazı kurum ve kuruluşlarıyla ittifak ederek onlarla işbirliği yaparak, öyle bir hava vererek ya da illegal bir şekilde orada bazı insanlarla irtibat kurmak suretiyle Türkiye'deki siyasî dengeyi bozmak, değiştirmek hatta Türkiye'deki sosyal dokuyu bozmak ve değiştirmek istiyor. Bu işin özünde Türkiye'nin sosyal dokusunu değiştirecek, kendi içine kapatacak bir çeşit faşizm algısı var. Fotoğraf tamamlandığında karşımıza bir şey çıkacak.

Çetelerle bazı STK'lar arasındaki ilişki de gün yüzüne çıktı, bu STK'ları Cumhuriyet mitinginde aldıkları aktif rolle de biliyoruz. Bu durumu nasıl değerlendirmek lazım?

- Nokta dergisinde yayımlanan bazı belgeler bunu zaten açığa çıkarıyor. Orada 2004'te iki darbe girişimi olduğu ve bu darbe girişimlerinin başında Şener Eruygur'un bulunduğu açık ve net bir şekilde söyleniyor. Eruygur, dönemin kuvvet komutanlarından birisi. Bu iddiaları yalanladığını görmedim. Adam sürekli susuyor. Niye konuşmuyor, bilen yok. Orada bir şey daha var. Nokta dergisi kapatılmadan bir önceki sayıda yanılmıyorsam STK meselesini işlemişti. Güya STK'lar oluşturulacak. Sadece elbisesi sivil ama kafa sivil değil. Bazı dernek çatıları altında toplumsal hareketlenmelere yol açılacak. Şimdi Cumhuriyet mitingleri, geriye dönüp baktığımızda aslında üç zümreden oluşuyor bu mitingler. Bunu kimse söylemiyor. Söyleyince mitinglere katılan bazı iyi niyetli insanlar bundan rahatsız oluyorlar. Bu mitinglerin arkasında üç önemli destek vardı. Alevî vatandaşlarımız, Alevî dernekleri ikna edilerek buraya getirilmişti. Kürşat Bumin, meydanda bu durumu gördüğünü, buna şahit olduğunu yazdı. İkincisi; mitingler YÖK destekliydi. Sınavlar mitinglere denk geldi diye ertelendi. Otobüsler tutuldu. İzmir'deki miting için Samsun'dan bilmem kaç otobüs kaldırıldı.


Çocukların da kimi mitinge katılıyor, kimi gezmeye, eğlenmeye gidiyor. İkna edilenler oluyor. Türkiye'de üniversitelerin ikna odaları ve ikna kabiliyetleri güçlüdür. Üçüncüsü ise emekli subay, subay yakınları vs... Bununla ilgili de geçenlerde gazetelerde bazı belgeler yayımlandı. Eğer gerçekten bu endişe Türkiye'nin endişesi olsaydı durum bambaşka olurdu. Bir sosyal ve siyasal mühendislikle karşı karşıyayız. Türkiye'de insanlar arasında bir uçurum meydana getirmek istiyorlar. Başörtülü ile başı açık, camiye giden ile gitmeyen, şunla bunu, bununla onu sürekli birbirine düşürecek bir uçurum politikasıydı bu. Ama Türk halkı bu tuzağa düşmedi. Mesela Cumhuriyet mitinglerine o gün bir tepki mitingi yapılsaydı, beşer beşer sayılan ve bu yüzden iki milyon diye ifade edilen mitinglerden beş misli insan toplanabilirdi.

Toplumsal çözülmede de medyanın ciddi bir etkisi var. Nereye varacak bu işin sonu? Ve çözüm için ne yapılmalı?

- Maalesef. Kaç gündür gazetelerin baş sayfasında Bülent Ersoy ile bilmem kim var. Böyle bir ahlâksızlık olabilir mi? Yani milletin çok merak ettiği bir şey midir? Allah'ın her günü Bodrum'u veriyor televizyonlar. Ve ilginçtir, televizyonlara konu olanları sağdan sayın 20, soldan sayın 20 kişiyi geçmez. Türkiye'de böyle bir kargaşa var, gazetelerde de var bu kargaşa. Kardeşim sen Hülya Avşar, Gülben Ergen gibi toplam 20 ismi her gün sürmanşet yapacaksın Barzani'nin açıklamasını, Dışişleri'nin bilmem falan tavrıyla ilgili haberini girmeyeceksin...


Kanunlar bile değişik Batı'da biliyor musunuz? Eğer tabloid gazeteyseniz kanun size karşı değişik işler, ciddi gazeteyseniz farklı işler. Türkiye'de yasal boşluk var. Bu nedenle de herkesin eli herkesin cebinde oluyor. Şöyle bir tanım yaptım: Hangi gazetenin manşeti logosundan büyükse o gazete sansasyonel bir gazetedir ve tabloittir. Logodan daha büyük puntolarla başlık atılır mı? Bir gün III. Dünya Savaşı çıksa savaş çıktı demek için elinde punton kalmayacak. Hal, vaziyet böyle. Halkı da eleştirmek lazım. Bir tepki koymuyor ortaya. Ama şikayet ediyor. Şikayet ediyor ama seyrediyor. Maalesef değişik baskıların neticesinde çok maskeli bir toplumuz. Öyle ki bunu bazen nezaket kurallarıyla izah ediyoruz, bu kez de dürüstlüğümüz kayboluyor. Mesela medyayı eleştiriyoruz, tahminleri yanlış çıktı diye. Tamam da tahmin edemediler de hangisinin tirajı düştü? Kardeşim beni analizlerinle yanlış yöne sevk ettin bırakıyorum seni diyen… 100 bin, 50 bin tiraj haybeden, bırakın 100 bin, 50 bini beş bin tiraj kaybeden gazete mi var? Hal böyle olunca demek ki maskeli balo içindeyiz. Reytinglerine bakılıyor. Bu eleştirilen programlar en fazla reytingi alıyor. Hem eleştirip hem seyrediyor. Bu da mümkün. Seyretmesi onayladığı anlamına da gelmiyor. Araştırmalara bakıldığında halkın yüzde 90'ı bu programlardan iğrenmiş durumda. Ama seyrediyor da. Burada bir çelişki var.

Renkli



Bu haber 635 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler

    5,074 µs