Dün Timestaki bildiriye karşı basına verilen bir bildiri var. İmzalayanların emeğine hürmet ediyorum. Metne şerh düştüğüm ve imzamı teyit etmediğim halde ismim listede yayınlandı.
Bunda bir hayır vardır diyerek, bu vesileyle metinde olması gerektiğine inandığım eksikliklerin bazılarını paylaşmak boynumun borcu oldu.
Gerçi Timestaki bildiri gerçekleri o kadar bozmuş ki, düzeltmek için ne kadar uğraşırsanız, o çarpık kelime terkiplerini o kadar muhatap almanız gerekecek. Bu da meseleleri yerli yerine oturtmak isteyenler için çok kolay değil. İster istemez o çarpıtılmış kelimelerin içinde yüzerken su yutmaya başlayabiliriz. Evet, sanatçıların bildirisi gerçekleri o kadar ters yüz etmiş ki, hakikate neredeyse hiçbir zarar veremez, o halde görmezden gelmek de mümkün!
Timestaki bildiriyi az ya da çok beğenen kimseye rastlamadım henüz. Beğenip onaylayanlar çok sınırlı olarak ulusalcı kesimden. Bu durum bu bildiriyi bazı açılardan ciddiye almamızı yine de gerektiriyor, çünkü dışarıda daha fazla meraklısı var. Öncelikle bir ülke Başbakanına Nürnberg toplantıları üzerinden Nazi imasında bulunmak, bu bildiriyi imzalayan Batılıların yurdunda büyük bir iddiadır ve ispatı beklenir. Başbakanı eleştirme düzeyinin sivil otoriteden diktatöre, oradan da zalime evrildiği bir dönemde birilerinin Nazi imasında bulunması şaşırtıcı değil. İmzacıları bu çok ciddi iddiayı ispata davet etmek gerekir.
Toplumlarda aydın olarak tanımlanan, ki genellikle aralarında sanatçılar, yazar çizerler, akademisyenler vardır, ister başka toplumlar hakkında ister kendi toplumları hakkında bir görüş ortaya koysunlar, her zaman isabetli olmayabiliyorlar. Bu isabetsizliğin Doğu-Batı veya yerli yabancı olmak gibi karşıtlıklardan kaynaklandığını düşünmüyorum her zaman. Bu çağdaki küresel insan şiddetinin tezahürlerinin yersizleşmekten kaynaklandığını gözlemliyorum daha ziyade.
Gezi sürecindeki sosyolojik değerlendirmelerin parkı hayatın gerçeklerinden koparıp idealleştiren ve aslında podyumlaştıran bir dile savrulmasını izlerken bu yersizliğin getirdiği bir tür maneviyat ihtiyacına da tanık olduk büyük ölçüde. Devletin şiddetine karşı direnmek üzere yola çıkıldığında işgal Gezi mottosunun önce işgal Taksim, sonra da işgal Türkiye mottosuna dönüşmesi buna bir örnekti. İşgalin gerekçelerini manevi bir boşluğu doldurur gibi doldurmak farkında olmadan tahakkümü, sömürüyü, ele geçirmeyi, yağmalamayı, alaşağı etmeyi meşrulaştırıyor. Mazlumiyetin dilini konuşamaz oluyor direnenler.
Bu meşruiyet zemininden hareketle Dolmabahçeye saldırmak üzere kitleler yola dökülebiliyor. Tıpkı diğer AKP binalarını yakan kalabalıklar gibi sarayı ele geçirmeyi hedefleyen saldırgan kitlenin direniş uyguluyorum derken içeri girdiğini düşünün. Tıpkı diktatör Saddamın, tıpkı Kaddafinin sarayına girip zalimi deviren direnişçiler gibi bir görüntü oluşacaktı; seçimle işbaşına gelmiş bir lidere karşı. Barış yolunda Paris suikastı, Erdoğanın AKP genel merkezindeki odasına roket atılması gibi pek çok sabotaja uğrayan başbakanın zalim diktatör olduğunun kanıtı olarak görsel hafızalarımızda yerini alacaktı bu direniş.
Mazlum olarak direnmenin hudutları önce dilde, ardından hayatta kabalaşıyor, saldırganlaşıyor. Gezi parkından hayata geçildiğinde oraya gitmeyenlerin çoğu meğer biz sahici anlamda buluşmamışız ki diyorlar kalp kırıklıklarıyla. İşte Times bildirisindeki isabetsizlik de Gezi parkındaki iç içe geçmelerin hayata taşındığını sananlarınkine benziyor. Bu isabetsizlik mecazi olarak bahsettiğim yersizlikten kaynaklanıyor.
Erdoğana Nazi imasında bulunan duyarlı sanatçıların Mısırdaki darbeye direnenler (işgal etmeden ve şiddet uygulamadan direnenler) karşısında onurlu bir duruş sergileyip sergilemediklerini bilmiyorum. Karşılaştırmak da gerekmez. Ama karşılaştırmayı bizzat onlar yaptığı için en azından şu söylenebilir: İki yıldır halkını katleden Esad yönetimine karşı yeterli ölçüde sanatçı duyarlılığı göstermemiş olmaları beşeriyetin nefsine bir zulümdür. Esada söz söylemeyen duyarlı sanatçıların böyle bir bildiriyle bizim Gezideki ölülerimiz için tuttuğumuz yasa ortak olamayacaklarını düşünüyorum.
AKPye oy veren kitleler Gezi sürecinde nasıl yerli düşünürler tarafından rantçı, biatçı gibi kelimelerle tektip olarak kodlanıp küçümsendiyse, bu yabancı sanatçılar da aynı tekçi bakışı çoğaltmışlar. Daha söyleyecek çok şey var. Beni en çok şaşırtan, farklılıkların buluşmasını bu kadar önemseyenlerin, yerli veya yabancı olsun, ancak kendi kriterleri ölçüsünde bir iç içe geçme öyküsü yazdıklarını izlemeye devam etmek oldu. Bu durumun daha derindeki bir insanlık durumunun tezahürü olduğunu düşünüyorum.
Leyla İpekçi / Zaman
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle