En Sıcak Konular

Milleti aptal yerine koymanın bedeli!..

24 Temmuz 2007 09:27 tsi
Milleti aptal yerine koymanın bedeli!.. Seçimlerin ardından CHP'nin önde gelen isimlerinin halkı küçümseyen söylemleri, cumhurbaşkanlığı seçimleri tartışmalarının yaşandığı günlerde halkın bu işe karışmaması gerektiğinin belirtilmesi, felaket senaryolarıyla halka korku salanlar ağır bedel öded

Hudson senaryosu ortaya çıktığında, daha doğrusu sızdırıldığında kullandığım başlık “Aptal yerinene konulmak”tı.

Türkiye toplumunun hassasiyetleri üzerinden iç siyasi yapının yeniden dizaynının amaçlanması, bölgesel projelerin ve ürkütücü senaryoların tartışılması, üstelik bu tartışmada Genelkurmay'a bağlı Stratejik Araştırmalar ve Etüt Merkezi SAREM yetkililerinin de katılması kamuoyunu derinden etkiledi.

ABD'de başlatılıp Türkiye'ye uzanan darbe, iç çatışma tartışmalarını, üç yıldır aynı çevrelerin Ak Parti iktidarına yönelen saldırılarını hatırlayalım. “Türkiye'ye İslamcı Cumhurbaşkanı!”, “Türkiye Şeriata mı gidiyor”, “Türkiye'de 2007'de darbe olur” şeklinde yazı ve tezlerle beslenen, bu ülkeyi derin bir çatışmaya sürüklemeyi amaçlayan süreci, bu senaryoya göre sokakların harekete geçirilmesini hatırlayalım.

Senaryoyu yazan ve pazarlayanların Hudson olayındaki rolünü, aynı çevrelerin Türkiye'de en mahrem toplantılara davet edilmesini hatırlayalım. Bir çeşit “Türk Şahin-Neocon ittifakı”nın nasıl bir Türkiye şekillendirmeye çalıştığını bir kez daha düşünelim.

Cumhurbaşkanlığı krizi, seçim süreci, kampanyalar bu senaryoyla göre şekillenmedi mi? Yazılan bir senaryoya göre pozisyon belirlenmedi mi?

Yeni Cumhurbaşkanı'nın seçimiyle başlatılan siyasi kriz, ardından gelen kamplaşma, bu çerçevede şiddetini artıran terör/güvenlik ve Kuzey Irak krizi Türkiye'yi ciddi bir iç hesaplaşmaya sürüklemedi mi?

Laiklik, millilik, ABD kontrolü, İslamcılık gibi semboller üzerinden yürütülen merkez iktidarı kimin kontrol edeceğine ya da paylaşılıp paylaşılamayacağına ilişkin kavga, siyasi partileri, kurumları, iktidar aygıtlarını, sosyal örgütleri sonu belirsiz bir iktidar mücadelesinin tarafı haline getirmedi mi?

“Dokrasi mi rejim mi”, “milletin tercihi mi sistemin temel hassasiyetleri mi”, “geniş kitlelerin beklentileri mi dar/seçkinci kesimin öncelikleri mi” gibi keskin bir ayırıma dayanıp kalmadık mı?

Demokrasinin sınırının ne olduğu, millet iradesine nereye kadar tahammül edileceği, demokratik sürecin tehdit haline gelip gelmediği sorgulanmadı mı?

CHP lideri Deniz Baykal'ın; “Eğer Anayasa Mahkemesi 367'ye gerek yok kararı alırsa bu Türkiye'yi çok tehlikeli bir noktaya götürecektir” sözleri ne anlama geliyordu? Ya da “Cumhurbaşkanını halk seçemez” mealindeki sözleri? Bu düşünceyi paylaşanlar milleti aptal yerine koymuş olmadılar mı?

Millet iradesinin etkin olduğu bir Türkiye'yi tehdit olarak algılamak, sistemin, iktidarın, kurumların seçkin bir çevrenin kontrolünden milletin kontrolüne geçeceği paranoyası ile hareket etmek, “bu kadar demokrasi Türkiye'ye fazla, bunlar demokrasiyi istismar ediyor” demek milletin hafızasında nasıl yer edindi acaba?

İşte seçim sonucu aptal yerine konulanların verdiği cevaptan başka bir şey değil. Şimdi;

Cumhuriyet mitinglerinin, toplum mühendisliğinin, Hudson senaryosunun, Cumhurbaşkanı'nın halkın seçmesine karşı oluşun, seçkinciliğin, “devlet iktidarı”nı halka kaptırmama kavgasının, dışarıyla birlikte yazılan darbe senaryolarının nasıl algılandığını bir kez daha düşünelim.

Bu kampanyaya destek veren siyasi partilerin, liderlerin, tarafların nasıl kaybettiğine dikkatle bakalım. Kaybedenlerin neden kaybettiğini, kazananların neden kazandığını, sandığa gidenlerin kime ne tür uyarılar yaptığını, kimlere hangi sorumlulukları yüklediğini iyi algılayalım.

Bu sonuçlardan herkes kendi payına düşen dersi almak zorunda. Dar iktidar hesapları yerine Türkiye'yi düşünmeyi, milleti horlamamayı, değerlerini küçümsememeyi, hassasiyetlerine saygı duymayı, tercihlerini ciddiye almayı öğrenmek zorunda.

Kavga ve gerilim istemeyen, barış ve refahı önceleyen, Türkiye'nin en hassas ve kırılgan döneminde derin ferasetiyle herkese yol gösteren, kendine yol göstermesi gerekenleri de uyaran, Trabzon'dan Diyarbakır'a kadar ortak değerleri öne çıkaran, ayrışma yerine birlikteliği önemseyen bir Türkiye'nin varolması hepimiz uçun bir umuttur.

Bu umudu hep birlikte korumak ve beslemekten başka bir seçeneğimiz yok.

İbrahim Karagül/Yeni Şafak



Bu haber 382 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,435 µs