En Sıcak Konular

Totoro: Walt Disney’e savaş açan kahramanım benim!

15 Temmuz 2007 13:45 tsi
Totoro: Walt Disney’e savaş açan kahramanım benim! Bugün sizlere bir çizgi filmden bahsedeceğiz… Hollywood ve Walt Disney’in klasik dünya algımızı sarsan, bizi doğadan, ninelerimizden ve metafizikten koparan saldırgan üslubuna karşı çıkan önemli bir barınaktan… Totoro’dan bahsedece

Geçtiğimiz hafta yazmıştık hani… Transformers’tan bahsetmiş ve “Bu film sizi dönüştürmesin” demiştik… O filmin yönetmeninin daha önce çektiği bir film daha var: Pearl Harbor! Japonların “kara bulutlar” ile özdeşleştirildiği, Amerikalıların “masum cennet havarileri” olarak lanse edildiği bir film… Transformers için söylediklerimiz bu film için de geçerli, ancak konumuz bu değil…

İkinci Dünya savaşı sonunda Pearl Horbor baskınının ardından Amerikalıların Japon halkına sunduğu nacizane(!) bir hediyesi vardı: Atom bombası… “Medeniyetin kalbi” Birleşik Devletler’in sadece Japon halkına değil tüm dünya uluslarına sunduğu bu naciz hediye Japonların ince ve naif ruhunu bir yandan yaralayıp daha da inceltirken, diğer yandan da o yıllarda adını duyurmaya başlayan Hollywood sinemasına karşı diş bilemelerine neden olduğu yadsınamaz bir gerçek. Ancak Japonlar bu diş bilemeyi incelikle, estetik kaygılarla ve geleneksel öğelere bağlı kalarak, kendi sinema ve çizgi film sektörünü geliştirerek gerçekleştirdi. Öte yandan Amerikan tüketim ideolojisinin ürettiği “odun kafalı ruhsuz insan” tipi  (buna biz de dahil miyiz!) bunu algılamaktan yoksun kaldığı için Japon film ve çizgi filmlerine hep uzak kaldı. Pozitivizmin dünyaya hükmetmesiyle başlayan insanın doğa ile savaşı, onu sürekli egemenliği altına almaya çalışması ve yine güçlü bir sektöre sahip Hollywood’un sinema aygıtını kullanarak bir şekilde insanı doğadan ve metafizikten korkar hale getirip koparması insan benliğinde geri dönülmez bir huzursuzluk yarattı. 50’li yıllarda animasyon alanında ele aldığı konuları ve olağanüstü karakterleriyle çığır açan Japon yönetmen Miyazaki ise bu huzursuzluğa karşı insanlığa çok doğal bir ilaç sunuyor: Doğa ve metafizikle barışık yaşamak.

Miyazki’nin 1988 yapımı çizgi filmi Komşum Totoro’yu izlerken ister istemez birbirlerinin ezeli düşmanı Japonya ve Amerika’nın çizgi filmlerini karşılaştırma yoluna gidiyorsunuz. Walt Disney’in, iddialı, son teknoloji ürünü 3D animasyonlarına karşın; oldukça, mütevazi ve doğal bir Japon ruhunun,  Totoro gibi, ince, iyimser, estetik ve bir sinema filminin tüm ögelerini içinde barındıran bir 2D animasyon ortaya çıkarması ve insanın bam teline değen noktalarını yakalaması doğrusu izleyeni hem şaşırtıyor hem de izleyenin ruhunu hafifleten bir mutluluk veriyor. Milyarlarca dolar harcanan Amerikan animasyonları karşısında Miyazaki’nin kırılgan ruhlu çizgi filmleri oldukça sağlam ve ödüle değer bulunur bir şekilde ayakta durmayı başarıyor…

Miyazaki Ustanın en bilindik çizgi filmi Heidi’nin hala hafızamızdan silinmemiş olması, onun hayal dünyasındakileri gerçek düzleme ne kadar iyi aktardığının bir ölçütü. Temmuz ayı boyunca gösterimde olan Miyazaki imzalı çizgi filmlerden Komşum Totoro, Heidi gibi sevimli ve olağanüstü iyimser olan Satsuki ve kardeşi Mei’nin hikayesini konu alıyor. Daha açık söyleyelim: İki küçük kardeşin hastanede kalan annelerine daha yakın olmak için taşındıkları yeni evde tanıştıkları doğaüstü bir varlık olan Totoro ile yaşadıkları büyülü macerayı… Hikayesi oldukça basit… Asla kafa karıştırmıyor… Ve asla sizi alıp kötümser patikalarda dolaştırıp uçurumdan aşağı atmıyor… Bizim Hollywood yapımlarından edindiğimiz bir alışkanlığımızı adeta hissettirmeden ufak bir neşterle kesiyor. Film boyunca hep bir kötülük hep bir olumsuzluk bekleyen seyirci beklediğiyle kalmakla beraber bu iki kız kardeşin sahip olduğu masumlukla da bizi unuttuğumuz çocukluk duygularımıza ve belki de bugünlere gelirken yolda kaybettiklerimize geri götürüp yüreğimizi ince ince sızlatıyor...

Doğaüstü varlıklarla ve doğayla barışık yaşamayı öneren Miyazaki modern insanın üzerinden atamadığı güvenlik paranoyasını çizgi filmleriyle ortadan kaldırıyor. Yıllardır korku ögesi olarak önümüze doğaüstü varlıkları sunan Hollywood’un kanlı ve şiddet dolu sahneleriyle kendi oluşturduğumuz güvenlik fanusunun camlarını bir bir çatırdatıyor...

Size filmden üç can alıcı örnek… Çocukların babalarıyla taşındıkları yeni ev ilk bakışta doğaüstü güçlerin hakim olduğu “perili ev” süsü verilmiş bir viran hanedir. Miyazaki giriş sahnelerini öylesine resmeder ki kendinizi ilkin Hollywood ürünü bir korku filminde sanırsınız. Küçük çocuklar mutfak kapısından girdiklerinde “siyah küçük toz bulutları” bilinçaltında korkuyu arttıracak bir müzikle ortadan kaybolur. Çocuklar, “çocukça bir cesaretle” korkularının üzerine gider ve pencereyi açmak için üst kata çıkar. Bu arada siz “kötü bir şeyler olacak” hissiyle ekrana kilitlenmişken sahne tam bu noktada Hollywood’un fıtratı tırmalayan korku kültüründen uzaklaşır. Küçük Mei uçuşan siyah toz bulutlarından korkmayarak birisini yakalar ve aşağıya ailesine götürür. Aşağı indiğinde elleri ve ayakları siyah tozlarla kaplanmıştır. Aslında bu istir… Çocuğun hayal dünyasında is uçuşan siyah tozcuklara dönüşmüş, daha açık bir ifadeyle, çocuğun dünyasında is ruh kazanmıştır.

Miyazaki aynı şeyi çocukların yeni tanıştıkları dadısı için de yapar. Dadı çok yaşlıdır ve filmin başında çocuklara yaklaşımı, ses tonu ve yüz hatları Hollywood filmleriyle büyümüş bizler için “endişe” kaynağıdır. Ancak Miyazaki bizi burada da yanıltır. Usta yönetmen filmde “yaşlılarla” aramıza koyduğumuz, aslında bize öğretilen, mesafe ile adeta dalga geçer. Çocukların “nineciğim” diyerek peşlerinden koştuğu dadı onlara “gözü” gibi bakar. Filmin başlarında zihninizde yer eden “Hollywood ürünü endişe” yerini klasik dünya algısına bırakır. Miyazaki’nin klasik dünyasında çocuk ve yaşlı arasında yıkılması güç bir bağ vardır.

Miyazaki’nin bizleri sarstığı, “pozitivizmin çok etkisinde kalmışsınız” dediği bir sahne de doğa ile insanın kurduğu bağdır. Hollwood filmlerinde korku kaynağı olan ve savaşılması gereken yüksek ve karanlık ağaçlar Miyazaki’nin dünyasında huzur ve güvenin sağlayıcısıdır. Cem Yılmaz’ın bile esprilerine konu olan şu sahneleri hepimiz yakından tanıyoruz: Gençler kamptadır. İçlerinden şişman ve gözlüklü olan ihtiyaçlarını gidermek için kamptan ayrılarak ormana çıkar ve ölür! Hollywood korku kültüründe doğa güvensizlik ve tehlikeyi çağrıştırır. Pozitivizmin bir ürünü olarak savaşılması ve etkisiz hale getirilmesi gerekir. Ancak Miyazaki bu inancı sarsar. Miyazaki, ailenin taşındığı evin hemen yanında görkemli bir meşe ağacı resmeder. Geceleri ürkütücü bir hal alan bu ağacın “iyi olmayan şeylere dalalet” ettiğini sanırsınız. Hele küçük Mei’nin bahçeden ayrılarak ağacın bulunduğu yere, çalılardan oluşmuş bir tünelin içinden geçerek ulaşmaya çalışması koltuğunuzdan doğrulmanıza yol açar. Ancak her şey buraya kadardır. Korkularınız bu noktada sona erer. Çünkü Miyazaki usta size doğanın korkulacak ve savaşılacak değil, birlikte yaşanacak ve sevilecek bir şey olduğunu hatırlatır. Hollywood’un bize öğrettiğinin aksine, büyük meşe ağacı küçük Mei için bir korunak olur. Burası hayal dünyasında Totoro gibi doğaüstü bir gücün konakladığı ve kendini yalnız hisseden, ürken insanların sığınacağı bir barınak gibidir. Totoro gibi hayal ürünü ve belki de doğaüstü bir gücün zorda kalan çocuklara yardıma koşması da cabası…

Ez cümle Miyazaki, bu filmde bize öğretilen üç pozitivist unsurun temelini sarsar… Miyazaki’nin bizleri ilk hatırlattığı şey doğanın güvensiz ve tehlikeli değil, insanoğlu için birlikte yaşayacağı bir barınak olduğudur. İkincisi, Miyazaki usta çocuklar ve yaşlılar arasında duygusal bir bağ kurar ve hayatımızdan çıkarmakta olduğumuz ninelerimize tekrar o “gözetici” yerini iade eder. Miyazaki’nin bu filmde bizlere sunduğu en önemli şeyse doğaüstü güçlerin bizler için tehdit oluşturduğu düşüncesine vurduğu darbedir. Miyazaki usta bizlere 19.yy öncesi klasik dünya algısını resmeder. Bu dünya algısında doğa da metafizik de yaşamın “doğal” bir parçasıdır.

Hal böyle iken bizim klasik dünya algımıza oldukça yakın olan Japon dünya algısı da yüzeysel modernleşmenin yüzeyindeki çamurdan nasibini almış durumda şimdilerde. Çizgi filmde bile ayakkabılarını çıkararak içeri giren iki küçük kız çocuğunun yerini şimdilerde Amerikan kültürünün etkisi altında kalmış yeni bir Japon gençliği almış durumda. Yakın zamanda Alejandro Gonzalez Inarritu bunu Babel adlı filmin de çok güzel resmetmişti. Komşum Totoro’nun naif dünyasında gezindikten sonra, Babel’i bir de bu gözle izleyin deriz…

Betül Dündar



Bu haber 504 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,919 µs