En Sıcak Konular

'Lübnan değişmez'

9 Temmuz 2007 15:08 tsi
'Lübnan değişmez' Lübnan'ı, özellikle Hariri Suikastı ve Hizbullah-İsrail Savaşı sonrasında yeniden Ortadoğu'nun gündem maddelerinden biri haline gelen Lübnan'ı 25 yıl BM Lübnan Sorumlusu olarak görev yapmış olan, ülkedeki gelişmeleri geçmişiyle birlikte yakından izleye

"Hariri Suikastı'ndan sonra protestolara başlayan Suriye karşıtı grubun, şu an yönetimdeler, inanın hiçbir vizyonu yok. Yazık oldu, bir daha da böyle bir potansiyeli bulamazsınız Lübnan'da. Özellikle de son olaylardan sonra, Lübnan değişmez."

"Hizbullah, Lübnan'da devletin olmadığı yerde "devlet" görevi yapıyor. Arkalarında İran desteği var ama kendi çabaları asla yadsınamaz. Sivil toplum olayını kavramışlar ve o vazifeyi görüyorlar. Olsa olsa Hizbullah, İran'ın sesi olabilir o kadar. Hizbullah Suriye yanlısı olmaz, sadece düşmanları ortak."

Lübnan, kurulduğu günden bu yana savaşlarla, iç savaşlarla ya da savaş ve iç savaş tehdidi ile yaşamış bir ülke. Karmaşık etnik ve dini yapısı ile adeta "küçük Ortadoğu" olan Lübnan'da söz konusu tüm etnik ve dini grupların aynı zamanda siyasal birer kimlik haline gelmiş olması ülkenin en büyük çıkmazlarından biri. Lübnan'ı, özellikle Hariri Suikastı ve Hizbullah-İsrail Savaşı sonrasında yeniden Ortadoğu'nun gündem maddelerinden biri haline gelen Lübnan'ı 25 yıl BM Lübnan Sorumlusu olarak görev yapmış olan, ülkedeki gelişmeleri geçmişiyle birlikte yakından izleyen ve halen Beyrut'ta yaşayan Timur Göksel ile konuştuk.

-Timur Göksel'in Lübnan serüveni nasıl başladı?

- Timur Göksel'in Lübnan serüveni BM ile başladı. Türkiye'de BM'de çalışıyordum zaten. BM'nin Ankara Enformasyon Bürosu'nda Kıbrıs konusunda çalışıyordum. Bir gün artık vakti geldi sana bir dış görev verelim, seni Nakura'ya tayin ettik hayırlı olsun dediler. Önce anlamadım. Hayatımda ilk kez duyduğum bir yer, hatta "Bu Nakura neresi kardeşim" dedim bana "Nerde olduğu önemli değil zaten 6 ay kal, meslek olarak köşeyi dönersin" dediler. Ben de tamam dedim. Sonra öğrendim ki Lübnan'da bir yermiş Nakura. Yıl 1979, o sırada da biliyorum, Lübnan'da savaş var ama dedim ki ne olacak altı üstü 6 ay geçer gider. Ama Lübnan'a bir gittim her yer harabe, yıkık dökük, İsrail bombardımanı var, 1978'de İsrail'in kısmi bir işgali olmuş. Korkunç bir Amerikan baskısı, şiddet alabildiğine ve aynı zamanda da iç savaş... Ortadoğu'da büyük bir hareketlilik var. 6 ay geçti ama yerime kimseyi bulamadıkları için bir türlü görev bitmedi. Önce bir 6 ay uzatıldı. Sonra o 6 ay oldu neredeyse 30 sene... Daha da ilginç olanını söyleyeyim Lübnan'daki BM gücünün resmi adı "Geçici Barış Gücü"dür. Ancak görüldüğü gibi hiç de geçici olmadı bu görev. İşte bu tartışmalar arasında Lübnan'a gittim ve gerçekten bıçak sırtında günler, aylar, yıllar geçirdik. Özellikle ilk dönemler kaldığımız binalar, bürolarımız sürekli bombardıman altındaydı. Geceleri kafamızın üzerinden yüzlerce mermi geçiyordu. Tüm bunlara rağmen gün geçtikçe daha çok ısındım Lübnan'a ve Lübnan halkına. Merakım da giderek arttı ve okumaya başladım. Lübnan ile ilgili Ortadoğu ile ilgili ne bulduysam okudum. Daha sonra okumak yetmedi halkla konuşmaya başladım. Özellikle yaşlılarla konuştum. Sadece Lübnanlılarla değil bölgede yaşayan Filistinliler ve İsraillilerle de temaslarım oluyordu. Zaten uzun süre İsrail'de kaldık aslında. Gündüz Lübnan'da işe gidiyorduk, geceleri de İsrail'de Nahariye'de kalıyorduk. İsrail'le aynı zamanda resmi bağlantılarımız da vardı. Ancak çok önemli bir ayrıntı daha var. Ben Türk olmanın çok büyük avantajını yaşadım Lübnan'da. Daha kolay diyalog kurabildim insanlarla. Türk ve Müslüman kimliğim nedeni ile insanlar bana daha rahat ve çabuk güvendiler. Avrupalı ya da Amerikalılara böyle rahat davranmadılar. Aralarında hep bir mesafe oldu. Ben de zaten çok tarafsız davrandım. Olaylar da hep soğukkanlı ve sağduyulu oldum. Dahası ben de çok sevdim, çabuk ısındım Lübnan'a. Böylece karşılıklı olarak sevdik birbirimizi. Bir de şu var, o dönemde Ortadoğu'da muazzam bir propaganda fırtınası esiyor. Herkes yalan söylüyor. Tek tarafsız kalabilen BM. Ve kime inanacağını şaşıran, kafası karışan halk sadece BM'nin söylediklerine inanır hale geldi. Bize çok güvendiler. O dönemki tarafsızlığımıza gerçekten inandılar. Ben o dönem Lübnan'daki BM Barış Gücü'nün basın sözcülüğünü yapıyordum zaten ve tüm basın haberleri benim ağzımdan alıyordu. Halk benden haber bekliyordu. Halk televizyonlardan her akşam benim çıkıp açıklama yapmamı bekliyordu. Lübnan'da görev yapan tüm gazeteciler mutlaka benimle röportaj yapıyorlardı. Bir süre sonra Lübnan'ın "hafızası" haline geldim. BM'de görev yapan askerler birer senelik görevlerle geliyorken ben neredeyse Lübnan'ın yerlisi durumuna gelecek kadar uzun bir süredir Lübnan'daydım. Hatta şöyle diyeyim BM'nin sivilleri kural olarak 3 seneden fazla tek bir yerde görev yapmaz. Fakat ben orda hem olayların bir parçası haline geldiğim için hem de olaylara vakıf bir hale geldiğim için biraz daha kalsan iyi olur, biraz daha, biraz daha denile denile neredeyse 30 yıldır Lübnan'dayım. Hem zaten ben de istemedim Lübnan'dan başka bir yere gitmeyi. Şimdi buradan kalkıp beni Afrika'ya gönderseler ne yapacağım orda? Her şey sil baştan otur bir daha öğren. Oysa Lübnan'da her şeyi biliyorum. Gerçi hiçbir zaman Lübnan'ı tamamen biliyorum diyemezsiniz ama Lübnan'ı çok iyi bildiğimi iddia edebilirim rahatlıkla. İşte bu nedenlerden dolayı da bir süre sonra BM içerisindeki statüm de yükseldi. Hatta sivil olmama rağmen öyle bir dönem oldu ki askeri işlere bile burnumu sokmaya başladım. Askerler gelip bana danışıyorlardı. 1995'te de siyasi müşavir oldum ve 2003'te BM'den emekli oldum. Halen Beyrut'ta yaşıyorum. Burayı bırakıp gidemiyorum. Çünkü Lübnan halkı tarafından çok sevilen biriyim. Örneğin bugün bir kahveye gideyim kesinlikle hesap ödemem. Mutlaka biri ödemiş olur benim hesabımı. Kim ödedi derim falanca adam derler. Neden dediğimde ise "sizi çok seviyormuş" cevabını alıyorum. Bu sevgileri ve saygıları da karşılıksız değil bunu da belirteyim. Velhasıl görevim bitti ama ben halen Beyrut'ta, Lübnan'dayım. Beyrut Amerikan Üniversitesi'nde öğretim görevlisiyim, hocalık yapıyorum.

- Hariri suikastından sonra "Lübnan'da hiçbir şey eskisi olmayacak" dendi. Geçekten de öyle oldu mu?
Hariri öldükten sonra Lübnan mutlaka değişti, değişmedi değil. Ama hemen söyleyeyim değişim hareketinin ömrü çok kısa oldu. Birileri bir noktada değişime dur dedi. Çünkü Lübnan'ın daha fazla değişmesi demek sistemin değişmesi demek olacaktı ve bu o birilerinin işine gelmedi. Bunun için de Hariri sonrası ortaya çıkan halk hareketlerini destekleyenler bizzat kendi elleri her şeyi bir anda durdurdular. Buna tekrar değiniriz ancak önce gerçekten değişenlerden bahsedeyim. Ben Beyrut'un, Müslüman kesiminde oturuyorum, Sünni bölgesinde, rahmetli Refik Hariri ile aynı sokakta. O civarda oturan insanların ülke meseleleri ile pek bir alakaları olmaz. Çok zengin dahası sosyete olarak tabir edilen insanların yaşadığı bir bölge. Hariri'yi de pek sevdikleri söylenemez. Yaşarken destek oldukları da görülmemiştir haliyle. Çünkü çoğunun bir yerde mutlaka Hariri ile ekonomik çıkarları çatışmıştır. Ama Hariri ölünce beklenilmeyen, müthiş bir tepki geldi aynı insanlardan. Politika ile hiç ilgisi olmayan insanlar, evinde Lübnan bayrağı olmayan insanlar evlerine üçer beşer Lübnan bayrağı alıp astılar. Bir milli marşları olduğunu öğrendiler, bilmiyorlardı çünkü, haberleri bile yoktu. Ve o güne kadar sadece saçlarıyla, başlarıyla, akşam katılacakları davetlerle, giyecekleri kıyafetlerle uğraşan bu insanlar ellerinde bayraklarla, meydanlara koştular. İşte o an kendi kendime dedim ki acaba Lübnan değişiyor olabilir mi? Görmeniz lazım, gerçekten muazzam bir tepki oluştu. Hem de Lübnan'da. Orada yaşayan bilir Lübnan için böylesine bir tepki hiç de olağan değildi. Belki de ilk defa bir olaya tepki gösteriyorlardı hem de birleşik bir tepki. Lübnan'da insanlar birbirlerinden o kadar kopuktur ki böylesine bir olayın yaşanması cidden çok şaşırtıcıydı. Çünkü Lübnan'da herkes kendi hayatını yaşar, kimse kimsenin derdiyle ilgilenmez. Böyle bir ülkedir Lübnan. Bir ulus, bir devlet bilinci yoktur. Ha şunu söyleyeyim Lübnan'da devlet olarak nitelendirilen kurumun da halka karşı bir sorumluluğu bulunmaz. İnsanlar elektriğini, suyunu kendi getirir. Yolunu kendi açar vs. Ama inanır mısınız kimse bundan da şikayet etmez Lübnan'da. Hariri Suikastı'ndan sonra yaşananlar Lübnan için bir ilk oldu diyebilirim. İnsanlar bir şeylere karşı çıkmaya, şikayet etmeye başladılar. Bu, Lübnan için çok önemli bir dönüm noktası oldu. Ancak, işte burası çok önemli, bu baş kaldırı sadece 3 ay sürdü. Özellikle meydanlara çadır kuran üniversite öğrencilerine ben çok önem veriyordum. Hepsi benim öğrencilerim. Çoğu Hıristyandı bu çocukların. Zaten benim de ders verdiğim Beyrut Amerikan Üniversitesi, Lübnan'ın "militan üniversitelerinden" biri olarak bilinir. Hemen hepsi "feci Hıristiyandır". Yarısı General Mişel Aun'u destekler, yarısı da Samir Caca'yı. Meydanlarda yatıp kalktılar aylarca. Biliyorsunuz siz de orda bulundunuz, gördünüz. Bir gün sordum amacınız ne, Hariri Suikastını protesto mu ediyorsunuz dedim. Hayır dediler, evet üzüldük Hariri'ye ama bizim derdimiz ülkeyi değiştirmek. Haklılar da aslında, Lübnan'ın artık eskimiş, işlemeyen bir yapısı var her alanda ve bunu değiştirmek istiyorlar. Aradan iki ay geçti halen meydanlardalar, çadırlardalar. Ama üçüncü ay geldi bir baktım protesto filan yok. Her şey bitmiş, gitmiş. Bir baktım yine sosyetik hanımlar, beyler sosyetelerine dönmüşler. Öğrencilerim okula geri gelmişler. Yani yine her şey eskiye dönmüş. Okula dönen öğrencilerime sordum hemen, ne oldu protestoya, hani ülkeyi değiştiriyordunuz? Cevap çok ilginç gelebilir ama aslında benim hiç şaşırmadığım bir şeydi. Protestoları organize eden liderler demişler ki çocuklara "Tamam, buraya kadardı, sizin işiniz bitti haydi eve gidin artık". Unutmadan belirteyim bunlar seçimlerden hemen önce oluyor. Başka bir deyişle Suriye Lübnan'dan çekildikten hemen sonra. Anladım ki, o birileri demişler ki bu çocuklara, "Suriye'yi kovduk, tamam gerisine karışmayın siz. Sizin göreviniz buraya kadardı. Gerekirse gerisini biz hallederiz. Haydi, bakalım, herkes evine, öğrenciler okuluna." İşte böylece bir "devrim" tamamlanamadan bitirilmiş oldu. Çünkü, protestoları başlatan siyasilerin çıkarları buraya kadarına izin veriyordu. Gerisi, yani daha fazla değişim onların da işine gelmiyordu. Suriye'yi kovaladıktan sonra gelen aşama neydi, düzeni değiştirmek. Ama düzen zaten onların lehine işliyor, neden değiştirsinler ki? Tek amaç "artık" çıkarların uyuşmadığı Suriye'nin varlığını bitirmekti. O da oldu, tamam bitti işte... Adamlar ülkeyi öyle bir paylaşmış ki. Sadece din, mezhep değil, her türlü çıkar grubu var ülkede. Parsellemişler ülkeyi ve mevcut düzen onların düzeni zaten. Bozulmasını istemiyorlar elbette. Başka bir deyişle 14 Martçılar olarak adlandırılan bu grubun, yani Hariri Suikastı'ndan sonra protestolara başlayan Suriye karşıtı grubun, biliyorsunuz şu an yönetimdeler, inanın hiçbir vizyonu yok. Bence çok büyük bir potansiyel harcandı. Yazık oldu Lübnan'a çünkü bir daha da böyle bir potansiyeli bulamazsınız Lübnan'da.
Sorunuzun cevabına gelince. Çok açık bir şekilde şöyle özetleyeyim. Gerçekten bir ara heveslendim, bir şeyler değişiyor galiba dedim ama 30 yılın sonunda anladım ki, özellikle de son olaylardan sonra, Lübnan değişmez. Bazen düşünüyorum, tek çözüm ülkeyi kapatıp baştan kurmak diyorum kendi kendime ama o da imkansız tabii...

- Yıllardır Lübnan'da yaşayan ve Lübnan'ın tarihsel hafızası olan biri olarak Hizbullah gerçekten 'devlet içinde devlet' mi? Nedir bu 'Hizbullah efsanesi'?
Kesinlikle hayır. Devlet içinde devlet değil, Hizbullah Lübnan'da olmayan devletin yerini doldurdu. Hizbullah, bugün Lübnan'da devletin olmadığı her yerde "devlet" görevi yapıyor. Bunun için çok güçlendiler zaten. Tamam arkalarında İran desteği var elbette ama kendi çabaları da asla yadsınamaz. Her şeyden önce adamlar sivil toplum olayını kavramışlar ve o vazifeyi görüyorlar. Ülkenin güneyinde İsrail'den kaynaklanan muazzam bir güvensizlik duygusu var ve bu konuda halkın güvenliğini koruyan bir tek Hizbullah var. Zaten Hizbullah ilk kurulduğunda askeri bir amaçla, İsrail'e karşı İran'ın teşviki ile Lübnanlı Şiiler tarafından kurulmuştu. Ve İsrail ile 18 sene süren şiddetli mücadelesi oldu. Sonuçta İsrail'in Lübnan'dan çekilmesini sağladılar, hem de tek başlarına. Fakat 2000 yılında İsrail Güney Lübnan'dan çekilince büyük bir askeri güç bir anda "işsiz" kaldı. İşi kalmadı yani. Ve böylece Hizbullah'ın siyasallaşma süreci kendiliğinden başlamış oldu. Aslına bakılırsa Hizbullah içerisinde de bu konu büyük tartışma yarattı. Politikaya girsek mi girmesek mi diye oldukça çetin tartışmalara girdiler. Ve en nihayetinde politikaya girmeye karar verdiler. Ama politikaya girerken de o kadar kuvvetli girdiler ki. Kimse beklemiyordu belki de. Öyle ki yıllarca siyasetten uzak tutulan, dışlanmış olan Şii toplumuna siyasal anlamda bir kişilik, kimlik kazandırdılar. Bundan hoşlanmayanlar olsa da kimse bu duruma pek sesini çıkarmadı ama dediler ki, madem siyasallaşıyorsunuz silahlarınızı bırakın. Hatta BM'nin de Hizbullah'ın silahsızlandırılmasına ilişkin bir kararı var. Hizbullah bunu kabul etmedi tabii ki. Çünkü diyorlar ki biz bu silahla var olduk, şimdi neden bırakalım ki? Hem sonra benim temsil ettiğim Şii toplumuna yönelen tehditler bitti mi ki ben silahımı bırakayım. Nitekim bırakmadılar da silahlarını. Şunu da söyleyeyim silah sadece savaş anlamına gelmiyor Şii toplumu ve Hizbullah için. Silah onların onuru, kişiliği, var olma sebebi bir anlamda. Direnişin sembolü olmasının yanı sıra bir kimlik onlar için. Ama bir ayrıntı daha var pek fazla bilinmeyen. Şiiler de aslında birlik içinde değil Lübnan'da. Onların da siyasi anlamda bölünmüşlüğü var. Ama sivil anlamda Şii toplumuna, ya da topyekün Lübnan'a karşı bir tehdit oluştuğunda muazzam bir şekilde birleşebilme kabiliyetleri var. Bir de Nasrallah'ın karizması var tabii ki. Hizbullah ayrı Nasrallah ayrı. Adam bizim onurumuzu kurtardı diyorlar. Nasrallah'tan önce siyasi olarak neredeyse yok sayılıyorduk diyorlar. Baksanıza İsrail'le alay ediyor adam. Meydan okurken bile, hatta en son savaşın başlangıcındaki asker kaçırma olayında bile alay etti Nasrallah İsrail'le. İşte bu halkın gururunu okşuyor. Psikolojik savaş bu. İsrail'den korkmadığını, kompleksi olmadığını haykırıyor aslında. Bu yüzden de karizması, popülaritesi artıyor.

Tüm bunlar dışardan yaşanalar tabii. Bir de Hizbullah'ın içerisinde yaşananlar var. Bunlar dünyaya pek fazla yansımıyor. Çünkü Şiiliğin getirdiği bir ketumluk var. Kol kırılsa da yen içinde kalıyor. İçerde halen tartışıyorlar siyasallaşmayı. Daha nereye kadar siyasallaşabileceklerine karar vermiş değiller. Halen yöntem tartışıyorlar kendi içlerinde. Ama bunlar dışarıya yansımıyor. Ne derler çamaşırlarını dışarıya sermiyorlar. İşte bu noktada da Hizbullah'ın becerisi çıkıyor ortaya. Böylesine karmaşık bir toplumu, ne yapıp edip tek bir dava çatısı altında birleştirebiliyor.

-Hizbullah, söylendiği gibi 'İran'ın gölgesi' mi?
Çok şaşıracaksınız belki ama cevabım "Hayır". Olsa olsa Hizbullah, İran'ın sesi olabilir o kadar. Arada çok güçlü bir ideolojik bağ var evet, Hizbullah'ın kurulması için en büyük teşvik İran'dan geldi o da doğru halen çok sıkı ilişkiler, bağlar var arada ama Hizbullah artık her açıdan kendisini idame ettirebiliyor. İran'dan askeri anlamda da çok yardım geldi ama ben sanmıyorum ki Hizbullah tamamen İran'a hizmet ediyor, İran'ın maşası görevini görüyor. Çıkarları ortak orası muhakkak. İran'dan etkileniyorlar orasını da su götürmez ama tek amaç İran'ın çıkarlarına hizmet etmek değil. Hizbullah'ın kendi kişiliği var, misyonu var. Aynı şey Suriye için de geçerli aslında. "Suriye yanlısı Hizbullah" diyorlar. Hayır efendim ne alakası var. Niye Hizbullah Suriye yanlısı olsun ki. Çıkarları ortak, düşmanları ortak. Aradaki bağlantı bu.

- Son olarak Hizbullah bu kadar güçlenmişken, bir gün çıkıp 'Ben Lübnan'dan ayrılıyorum, ayrı bir devlet, bir İslam devleti kuruyorum' der mi? Böyle bir amaçları var mı?

- Hiç sanmıyorum. Hizbullah'ın derdi tek başına var olmak değil, Lübnan'da var olmak. Aksi olsa Lübnan bayrağını ellerine almazlardı. Güney Lübnan'da her yerde Lübnan bayrağı var. Lübnanlılık bilinci var her şeyden önce Hizbullah'ta. Hem Nasrallah pragmatik ve realist, bir adam. Serde böyle bir hedefi olsa bile gerçekleşmeyeceğini bildiği için hiç kalkışmaz böyle bir oluşuma. Hizbullah içinde bunun hayalini kuranlar da elbette ki vardır ama Nasrallah'ın buna izin ya da meydan vereceğini düşünmüyorum.

Filistin'e barış gücü istenebilir

Türkiye Ortadoğu'yu bilmiyor, öğrenmeli...

- En son 2005 yılındaki Beyrut ziyaretimizde, Lübnan'da neredeyse bir 'kahraman' konumuna geldiğinize şahit olmuştuk. Hatta size 'general' diye hitap ettiklerini biliyorum. Yani bir Türk olarak Lübnan'ı, Ortadoğu'yu, orada yaşayan halkı çok iyi anlıyor ve çok iyi biliyorsunuz. Ancak, röportajdan önce katıldığınız bir toplantıda, Türkiye'nin Ortadoğu'ya bakışı hakkında ilginç ifadeler kullandınız, bu konuda ne düşünüyorsunuz. Gerçekten Ortadoğu'yu bilmiyor mu Türkiye?

- Maalesef Türkiye çok ilgisiz üstüne üstlük de bilgisiz. Bakın, ben Türkiye'den gazeteci ve
televizyoncu arkadaşların hiç birini geri çevirmiyorum. Ne zaman isterlerse demeç veriyorum, haber aktarıyorum, yayına çıkıyorum. Hem kimseyi kırmak istemiyorum hem de Türkiye Ortadoğu'yu bilsin, öğrensin istiyorum. Gece saat kaç olursa olsun telefonum açık, konuşuyorum. Ama buna rağmen çok büyük bir olay olmadıkça mesela geçen sene yaşanan İsrail savaşı ya da 2005'deki Hariri Suikastı dışında Lübnan ile daha doğrusu Ortadoğu'nun bu cenahları ile ilgilenilmiyor. Örneğin Nahr el Bared mülteci kampında yaşanan olaylar, Filistin'de yaşanan son gelişmeler bunlar hep birbiri ile genel anlamda Ortadoğu ile ilintili. Ve göreceksiniz Türkiye'nin Filistin'de "Barış Gücü" olması istenecek. Bunu hem El Fetih hem de özellikle İsrail istiyor. Bugün Filistin'de olan olaylar hiç olağan değil. Baksanıza Filistin kanlı bir iç savaşa sürüklendi adım adım. Arafat'ın karargahı basıldı, hatta yağmalandı, devlet başkanı Abbas'ın evi de aynı şekilde basıldı. Özellikle Gazze'de çok şiddetli çatışmalar yaşandı ve yaşanmaya da devam edecek gibi görünüyor. Acımasızca birbirlerini öldürüyorlar. İsrail 40 yıl önce işgal ettiği topraklardan biri olan Gazze'yi adam edemdiyse biz mi adam edeceğiz? Türk askeri oraya giderse vasfı ne olacak? Barış Gücü mü? Hangi barışın hangi gücü? İsrail'in teröre karşı "koruma kalkanı" olarak isteniyor Türkiye. Ama orada bildiğiniz bir savaş yok. Hiç bilmediğimiz, tanımsız bir savaş yaşanıyor. Türkiye çok dikkatli olmalı ve Ortadoğu'yu öğrenmeli artık.
 
Cumhuriyet Strateji



Bu haber 321 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,356 µs