En Sıcak Konular

“Ordu AKP ile böyle çatışırsa, halk da orduyu karşısına alır”

6 Temmuz 2007 15:36 tsi
“Ordu AKP ile böyle çatışırsa, halk da orduyu karşısına alır” 


Ahmet Altan, Yeni Aktüel'e çok önemli tespitler içeren bir röportaj verdi. Ordunun siyasete karışmasının Türkiye'yi iç savaşa götürebileceğini söyleyen Ahmet Altan, TSK'nın asıl korkusunun laiklik değil Türkiye'nin AB'ye üye olması olduğunu söyledi.

 

Türkiye “her zamanki gibi” yine çok hassas bir dönemden geçiyor. Hrant Dink cinayetiyle başlayan süreç, seçimden önce Kuzey Irak’a girme planları, terör saldırıları ve toplumdaki kamplaşmanın şiddetlenmesiyle devam ediyor. Birçok insanın kendini saf tutmak için yol ayrımında hissettiği bu dönemde, gazeteci - yazar Ahmet Altan “Üçüncü Dünya Savaşı, Türkiye’den çıkabilir” yazısıyla bir anda dikkatleri başka bir yöne, çok yüksek sesle söylenmeyen bir tehlikeye çekti. “İç savaş!” Telaffuz edilmesi bile tüyler ürperten bu konuya ilişkin soruları yanıtlayan Ahmet Altan çok endişeli ama uzun vadede de iyimser!  

“Üçüncü Dünya Savaşı, Türkiye’den çıkabilir” başlıklı yazınız büyük yankı uyandırdı. Fransız Le Monde gazetesi ve Alman Stern dergisi de yazınızı yayımladı…

 

İnsanlar bir türlü tabloyu net göremiyor. Çünkü insanları yaşama biçimleriyle sınıflara ayırdılar: Bir, hiç Batılıya benzemeyen, kapalı, entelektüel zevkleri gelişmemiş bir kesim var. Bir de çok Batılı gözüken, iyi eğitim almış bir kesim ama durdukları yer, görüntüleriyle tutarlı değil. Daha Batı’ya yabancı gibi duranlar Batı’ya, AB’ye doğru ilerlemeye çalışıyor. Batı’nın doğal müttefiki gibi gözüken, onun en azından estetik değerlerini, edebiyatını, eğitimini paylaşan kesimse Batı’ya düşman gözüküyor. Bu insanların tüketim ve yaşama biçimlerine bakarak işin içinden çıkamazsınız, üretim biçimlerine bakmak lazım. Bugün Batılı gözüküp Batı’ya düşman olan kesim -ki onlara Kemalist ya da ulusalcı da deniyor- aslında büyük ölçüde üretimden kopuk. 800 bin kişilik ordu, bürokrasi, onların yanında yer alan aydınların çok büyük bir kısmı yani bu hareketin belkemiğini, hatta gövdesini üretim dışı bir kesim oluşturuyor. Diğer grup ise üretimin içinde... Bugün AKP’nin özellikle sağlam bir ekonomik temeli var: Anadolu’daki üretim yapan güçler… Üretim yapanlar, kaçınılmaz olarak üretimi dünyaya satmak ve dünyadan mal almak zorunda olduğundan şecereleri, yaşama biçimleri ne olursa olsun, Batı’nın değerlerini paylaşıyor. Üretim dışı olanlar ise, biraz da hayatın kendilerini dışarıya itmesinden endişe ettiklerinden Batı’nın tüm değerlerine, demokrasiye, hukuka karşı çıkıp üretim dışı bir iktidar anlayışını sürdürmek istiyor. Bütünleşme üretim ve paylaşım üzerinden oluyor. Orada kendilerine yer bulamayacaklarından korkuyor ve zannediyorlar ki Türkiye’nin içinde bir set kurarlarsa dünyanın Türkiye’yle bütünleşmesini önleyebilirler. Bunu önleyemezler, Türkiye dünyanın bir parçası. Ama bunu önlemeye çalışırken, burada çok kanlı sonuçlara yol açabilirler. Bundan çok endişeliyim.

Kimse sizin kadar açık söylemiyor bunları…

Endişemin temel nedeni, ordunun tutumu; siyasete karışmakla kalmıyor, en azından görüntüde bir partinin silahlı propaganda birliği gibi davranıyor. Yani ordu halkın oylarıyla seçilmiş iktidardaki bir siyasi partinin yasalar çerçevesindeki davranışlarına karşı tavır alıyor. Bu çok tehlikeli! Ordu, dünyadaki bütün ülkelerde “bizim ordu”dur, halk kendi ordusu olarak görür. Ordu kendi halkının bir kısmına rakip olamaz. Ordu, AKP ile böyle çatışırsa ki bu çatışmanın yasal hiçbir nedeni yok; bugün AKP’nin yüzde 30 oyu var desek, halkın üçte biri yani 20 – 25 milyon insanı karşısına alamaz. O zaman o halk da orduyu karşısına alır, çok kötü olaylar olur. Emekli generaller birkaç politikacı görüp çok kolay sindirebileceklerini zannediyor. Ama o politikacıların arkasında halkın büyük bir kısmı var. Meseleyi sadece başörtüsüne indirgersek de, CHP dışındaki tüm partilerin seçmeni bütünleşir, başörtü konusunda ordunun yanında durmaz.

Ortam gerçekten çok gergin…

Yakın tarihimizde asla görülmeyecek bir şey oldu: Bir subayı dövdüler. Subayları koruyan sadece silah ya da ceza değildir, ülkelerindeki insanların o orduyu kendi ordusu olarak görmesidir. Bir tür kutsallığı, dokunulmazlığı vardır ordunun. Bizde subaya el kalkmaz. Bir toplantıda subayı dövdüler. Çünkü çok büyük bir ihtimalle subay da onlara çok kibar davranmadı ve rakip bir siyasi partinin adamına davranır gibi davrandı. Orduyu artık siyasi rakip gibi görüyorlar. Bu en korkunç tehlikelerden biri…  

“Orduyu siyasi parti haline getiriyorlar” 

Askeri yekpare bir yapı olarak düşünmek doğru mu?

Generaller şunu fark edemiyor: General, ordunun ideolojisini yapan insandır. Bir subay grubu var ama bir de astsubay ve er grubu var. Erler, astsubaylar bugün AKP’nin gövdesini oluşturan yerden çıkıyor. Bunlar o insanların çocukları, kardeşleri… Bu ikisini karşı karşıya getiremezsiniz. Bu solcuları asmaya, Aleviler’i sindirmeye veya Kürtler’le savaşmaya benzemez. Çok büyük bir tehlike! İkincisi, ordunun içindeki ilişkileri de bilmiyoruz. Bu da çok tuhaf! Geçenlerde İsmet Berkan yazdı; Genelkurmay Başkanı, Finlandiya Büyükelçiliği’nde gazetecilerle konuşurken diyor ki: “Kürt meselesi 1990’lardaki gibi bir durumda değil, asla da öyle olmayacak.” İki saat sonra Genelkurmay Başkanı’nın söylediğinin tam tersi bir bildiri konuyor Genelkurmay Başkanlığı web sitesine… Ya Genelkurmay Başkanı iki saatte bir fikir değiştiriyor ya da orduda kendisini tehdit edecek bir başka güç var. İki ihtimalin de sonucu iyi olmaz! Ayrıca ordu hiç üretim yönünden bakmadığı için AB ile Türkiye’nin kaynaşmasını önleyebileceğini sanıyor. Ordunun AB’den korkmasının nedeni şu; Türkiye AB ile bütünleşirse, buraya demokrasi ve hukuk gelir. O zaman ordu siyasete karışamaz. Siyasete halkın oyunu alan insanlar karışır.

Ordu siyasete karışırsa, halkının bir kısmıyla rakip duruma gelir. Bu iç savaş demektir. AKP hatalıysa, halk bu hataları seçimde değerlendirir. Seçimden korkuyorsan, kendi halkından korkuyorsun demektir. Bu halkın çok büyük kesimi üretim nedeniyle dünyayla kaynaşmış vaziyette. Ayrıca bu demokrasiyi önleyeceğim derken bütün hukuk sistemini mahvediyorsun. Bir ülkede seçim yapılabiliyorsa, çok büyük bir problem yoktur. Ama askeri hataları düzeltmek imkânı çok elde değildir. Türkiye’de özellikle generaller çok siyaset konuşuyor ama Türkiye’nin asıl konuşması gereken askeri mevzular.

Hangi askeri konular konuşulmalı?

Çünkü orada büyük hatalar var. Bizim bir karakolumuz basıldı, iki kişi gelip 15 kişiyi vurdu, 7’sini öldürdü ve biri kaçtı. Bu konuşulmalı! Bütün yollarda mayınlar patlıyor. O mayınları önleyecek alet olmasına rağmen neden o aletleri daha yeni kullanmaya başladık? Ordu siyasetle ilgileneceğine, kendi çocuklarını korumakla ilgilenmeli. Neden askerlerimiz ölüp duruyor? Resmi rakamlara göre Cudi’de sadece 35, Gabar’da 100 PKK’lı varmış. Ordu oradaki 35 ya da 100 kişiyi yakalayamadığı için Türkiye’nin bütün siyasi dengesi alt üst oluyor, ordu kalkıp Kuzey Irak’a girmeye çalışıyor. Oraya girmek demek çok daha fazla çocuk ölecek demek! Ayrıca Kara Kuvvetleri’ne ait bombalar nasıl oluyor da emekli generallerin kurduğu örgütlerin eline geçiyor? Kara Kuvvetleri’nin cephaneleri çalınır mı? Böyle şey olur mu? Bir emekli binbaşının evinde C3 bombaları, kanas suikast silahları ne arar? Bunlar hangi komutanın zamanında kayboldu? Türkiye bunları konuşmalı. Ama onun yerine, her şeyin usulüne uygun gittiği siyaseti konuşuyoruz. Ordunun bunu konuşmaya hakkı yok. Orduya ne? Bütün dengesini bozacak Türkiye’nin. Türkiye iç savaşa gidecek diye ödüm patlıyor. 

“İran, Rusya, Türkiye bloğu dünya dengelerini sarsar” 

Hangi koşullarda bu aşamaya gelinebilir?

Muhtıra demokrasi dışı bir harekettir ama istediği cevabı alamıyor çünkü halk orduyu desteklemiyor. Ordu silahla demokrasi dışı bir yere doğru kayarsa, Batı’yla Türkiye’nin ilişkileri bozulur. O zaman Türkiye’nin sığınabileceği iki yer gözüküyor: İran ve Rusya. İki yıldan beri emekli generallerin bunu zaten hazırladıklarını televizyonlarda defalarca gördüm. Emekli generallerin ordudan çok da bağımsız konuştuklarını zannetmiyorum. İran, Rusya ile Türkiye tarihte görülmemiş bir blok kurmaya çalışırsa, bu dünyanın bütün askeri ve siyasi dengelerini sarsar. Bunun bedeli herkes için çok ağır olur. Ordu illa siyasetin başında duracak ve Türkiye’yi gizliden gizliye yönetecek diye dünyanın ve Türkiye’nin dengelerini dağıtmamız mı gerek? Cumhurbaşkanı’nın eşinin başının bağlı olması burayı iç savaşa da sokmaz, dünya savaşı da çıkarmaz. Ama askerin buna engel olmak için siyasete girmesi, dünya dengelerini bozacak kadar mühim sonuçlar doğurabilir.

Şeriat tehlikesine karşı tek yol darbe gibi gösterilmeye çalışılıyor…

Şöyle şeyler duyuyorum: AKP’liler şeriat getireceğine, ordu darbe yapsın! AKP’nin şeriat getireceğine dair çok da büyük bir işaret yok. Ayrıca AB’ye üye olarak şeriata geçilemez. Demokraside şeriat olmaz. Ama şeriat olmasın diye darbe olursa, CHP’liler hayatlarında görmedikleri bir şey görür. O şeriattan korkan ülkenin sokaklarında elele, öpüşen gençler görüyorum. Silahlı bir güç iktidara gelse, ordunun eri, astsubayı gerçekten sokaklarda öpüşen insanlar görünce rahatsız olmayacak mı? Bunlar AKP’nin gövdesiyle farklı değil, generaller bunu fark etmiyor. Ve o sokakta öpüşenlere asker, hayır dediğinde, bu AKP’lilerin hayır demesine hiç benzemez. Ellerinde silahları var. Bütün hayat tarzını değiştirir Türkiye’nin… Türk ordusunun gövdesinin çok ileri, modern olduğunu kim söylüyor? Bir anlamda darbe, AKP’yi silahlandırıp iktidara getirmek gibi bir şey olur. Hayat tarzı açısından!

Ordunun korkusu laiklik değil mi?

Ordunun tek korkusu Türkiye’nin AB üyesi olması; AB üyesi olabilecek bir demokrasi ve hukuka sahip olmamız ve ordunun da kışlaya dönmesi… Bunun AKP ile de alâkası yok. İktidarda AB ile bütünleşmek isteyen kim olsaydı, ordu ona karşı bir neden bulacaktı.

Hrant Dink cinayetiyle başlayan süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bizdeki siyasi cinayetleri hiçbir zaman bir adam karar verip de işlemez. Türkiye’nin böyle bir geleneği yok. Ünlü birinin ölmesi, ancak birisine devletin garanti vermesiyle mümkündür. Hrant Dink cinayetinde mekanizmanın şöyle çalıştığını düşünüyorum: Hrant öldürüldüğünde, dünya ayağa kalkacak. Barbar Türkler gene bir Ermeni öldürdü, diyecek. İçeride de medya ve ordu, artık çok iyi ezberledikleri psikolojik savaş biçiminde “Dünya Türklere düşman! Artık biz onlardan kopmalıyız” biçiminde kullanacaklardı. Hesap buydu; yani Hrant’a kızdıkları için değil. Kızdıkları için birisini öldürmezler. Ama o büyük yürüyüş, bu hesabı şaşırttı. Çünkü dünya “Barbar Türkler bir Ermeni öldürdü” diye ayağa kalkamadı. Tam aksine Türkler bir Ermeni’ye sahip çıktı.

Artık en ufak bir sorgulama “vatan haini” suçlamasını getiriyor.

Bu da çok tehlikeli! Ben silahı alıp tersine çevirebilirim. İhanet Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek, insanların ölümüne yol açacak adımlar atmaktır. Mussolini İtalyan’dı, Mussolini’yi İtalyanlar astı. Bir halka o kadar acı çektirirsen, o kadar kanın içine sürüklersen bedeli çok ağırdır. Bu sefer hiçbir şey bedelsiz kalmaz. Bu adımı atacak olan herkes, sivili askeri bunu bilmeli! Yaşadıklarımız, bundan önce yaşanan hiçbir şeye benzemiyor.

Bunu neye dayanarak iddia ediyorsunuz?

Generaller şunu anlamıyor: Halk değişiyor, üretim biçimi değişiyor. Senede 10 milyar dolar ihracat yapan ülke ile ayda 100 milyar dolar ihracat yapan ülke de, oraların halkları da, meclisleri de, burjuvazileri de birbirine benzemez. Eskiden TÜSİAD, medya, ordu aynı yerde duruyordu. Ama medya şimdi eskisi gibi davranmıyor ve davranamaz da… Çünkü medya da dünyayla entegre oldu. Generaller şunu anlamıyor: Yaptıkları çıkış eski sesi getirmiyor ve çok şaşırıyorlar. Medya eski medya değil; burjuvazi, sanayici hiçbiri eskisi gibi değil, onlar dünyayla kaynaştı. Ordu hariç! Ordu da bütünleşmek ve dünya değerlerini kabul etmek zorunda. Yoksa kendi halkıyla karşı karşıya geliyor.  

“AKP Şemdinli’de askerle anlaştı!”  

AKP ne gibi hatalar yaptı?

Başta kadrolaşma! AKP beklemediği kadar büyük bir oy ve milletvekili buldu elinde. Ve hakikaten sadece kendilerinden kadrolar oluşturmaya çalıştı. Merkez Bankası Başkanı’nı seçerken, ailesi, yaşam tarzı bana benzesin diye tutturmak ilk büyük hatalarıydı. Sonra zina yasası, içki yasağı, vs. geldi ama bunların hiçbiri yürümedi. Karşı taraftaki birikim o kadar boşuna olmadı. Ve o birikim o cumhuriyet mitinglerinde ortaya çıktı. AKP hatalarının cevabını da aldı; bence ordu işin içine karışmasa, daha da fazla cevap alacaktı. Ama siyasi açıdan AKP’nin en büyük hatası, Şemdinli’ydi… Anladığım kadarıyla, Şemdinli’de askerler suçüstü yakalandı. Suça bulaşan askerler, devletin artık suça bulaşmasını istemeyen kesimi tarafından yakalandı. Bugün emekli askerlerin evlerinden çıkan bombalar, Hrant Dink cinayetini yönlendiren adamın jandarmanın muhbiri çıkması, bütün bu tuhaflıklar Van Savcısı’nın yazdığı iddianamenin çok da yabana atılır iddialar olmadığını gösterdi. Ama tahmin ettiğim kadarıyla, AKP Şemdinli olayında bir anlaşma yaptı: “Biz bu olayın üstüne gitmeyelim ama siz de cumhurbaşkanlığımıza izin verin.” AKP’nin tüm cumhurbaşkanlığı politikası bence buna dayanıyordu. Ama anlaşmanın karşı tarafında olanlar ya vazgeçti ya da kendi içlerinde anlaşamadılar. AKP’nin bütün stratejisi çöktü ve başı derde girdi. Bugün darbeden konuşabiliyorsak, bunun nedeni AKP’nin Şemdinli’deki duruşudur. Yakın tarihimizde kim askerle işbirliği yapmaya kalkmışsa, asker tarafından devrilmiştir. Bu hükümet Şemdinli’de yasalara uygun bir şekilde dursaydı, savcıyı atmasaydı, mahkeme kararı verseydi, bugün Türkiye bambaşka bir yerde olacaktı. Hukuku Türkiye’ye yerleştirmeden hiçbir şey yapamayız. Bunun için ilk yapılması gereken şey, ordunun kışlasına, asli görevine dönmesi. AB bugün dese ki, “Sizin ordu gizli iktidar olmayı sürdürebilir;” bizim AB diye bir tartışmamız kalmaz. Hukuk gelmedikçe de, kimsenin hayatı güvende olmaz.

Türkiye nasıl bir süreç yaşayacak? Bu süreçte tükenişe mi gidiliyor?

10 yıl öncesine göre çok daha iyi bir yerdeyiz. Türkiye öyle bir noktada ki ya korkunç bir felaketin içine düşecek ya inanılmaz bir sıçrama yapacak. Bu sonbaharda başka bir Türkiye ile karşı karşıya olacağız. Ya daha iyi ya daha kötü! Seçimleri yapabilir ve sonuçlarına uygun şekilde hukuka uygun bir zeminde davranabilirsek, Türkiye bundan sonra bir daha asker, darbe gibi sorunlar yaşamaz; dünyayla bütünleşmeye doğru yürür; demokrasisini, hukukunu sağlamlaştırır; ekonomi zaten fena değil. Ve o yolda kimse engel olamaz. Ama seçimlere gidemezsek, dünyayla bütünleşemezsek, burada çok yönlü, çok taraflı bir iç savaşa gitme ihtimali kuvvetlenir. Ordu kendi halkıyla karşı karşıya kalır. İkinci hassas konu da Kürt meselesi. Ordunun iktidara gelmesi halinde, Kürt meselesi çok keskinleşecektir ve bu seferki her zamankinden farklı olur! Sadece orduyla değil kendi aralarında da dövüşebilirler. İşi keskinleştirdiğin andan itibaren din, ırk her türlü fark keskinleşir. İlk defa ordu da çok paniklediği, geri dönülmez noktaya yaklaşıldığı için, çok tuhaf şeyler yapıyor. Mahalleler birbirine düşer, yağmalar başlar. Hiç kimse kontrol edemez. Toplumla böyle oynayamazsınız. Sadece Türkiye değil bütün dünya bir geçiş döneminde. Bir çağdan çıkıyoruz ama öbür çağa da tam olarak girmedik. Bir çağın tüm kavramları değişti ama yeni kavramları henüz bulamadık. Dünya daha zengin bir yere adım atacak ama daha zenginleşirken daha fakirleşen bölümler var. Bunlara ek olarak Türkiye de kendi zorluğunu yaratırsa, biz bunun altında eziliriz.  

“Bir tek gün bile özgür yaşamadık!”  

Siz iyimser misiniz?

Biz bugün askerin bizi bu zorladığı darboğazdan çıkar ve AB’ye doğru yürüyebilirsek, çok kısa zamanda kişi başına milli gelirimizin 10 bin dolara çıkma ihtimali var. O zaman demokrasi ve hukuk sorunumuz halloluyor. Çok kısa zamanda AB düzeyine gelebiliriz. Hatta öyle bir seviyeye geliriz ki kendimiz AB’yi istemeyiz. Bir yandan üretim patlaması yaşanıyor, dünyanın 17. ekonomisi, tarihin en büyük ihracatını yapıyor, dolar asla yerinden oynamıyor. Türkiye tam tekerleklerini yerden kesmeye hazırlanıyor. Tekerleği patlatmazlarsa, Türkiye havalanacak. Türkiye havalansın istemiyorlar, havalanırsa, Türkiye’de sosyal roller çok değişecek. Burası gerçekten çok mutlu ve özgür bir ülke olacak. Türkiye’de yaşayan hiçbir insan özgürlüğün ne olduğunu bilmiyor. Biz bir tek gün bile özgür yaşamadık, açıkça fikirlerimizi söyleyemedik. Sartre’ın çok sevdiğim bir lafı var: “Düşünce özgürlüğü olmaması düşünceni söylememen değildir, zaten düşünmemendir.” Şu soruyu sormak gerekir: Çocuklarımızın Amerikan, İngiliz, Alman, Japon çocuklarıyla eşdeğerde yaşamasını ya da onlar gibi yaşamasını istiyorum diyen var mı? Öyleyse, bunu nasıl sağlayacağız? Seçime gidebilirsek, çocuklarımız dünyadaki yaşdaşları gibi iyi bir hayatı elde edecek. Bunu engelleyecek, darbeyi destekleyecek herkes kendi çocuğunun geleceğini mahveder. Bu arada ben iyimserim. Bu ülkeye, bu halka güveniyorum. Paçamızı kurtarma ihtimali olduğuna inanıyorum, o yüzden bu kadar bağırıyorum.  

“Tek bir çocuğun hayatı için birçok topraktan vazgeçerim!”

“Benim için toprakların parçalanmasından daha önemli olan, o toprakların üzerindeki insanların nasıl yaşayacağı. Ben insanları en iyi yaşatacak siyasi sisteme sahip olmak isterim. Benim için soru, toprağın ne kadar olacağı değil, hangi sistemde ve hangi düzende insanların daha iyi yaşayacağıdır. Benim için, insan, topraktan önemlidir. Ben bir tek çocuğun hayatı için birçok topraktan vazgeçerim. Toprak insanları iyi yaşattığı sürece benim umurumda. Siyasetçilerin de, askerlerin de bu soruya cevap vermesi lazım.” 

MİLLİYETÇİLİK PATLAMASI

“Bulabildiğimiz tek değer doğuştan verilenler!” 

Özellikle gençler arasında artan milliyetçilik ve şiddeti nasıl açıklıyorsunuz?

Bunun birkaç nedeni var. Birincisi, bir çağdan bir çağa geçiyoruz. Bu sırada yeryüzünde üretim biçimleri değişince, toplumun bazı katmanları ve sınıfları yok oluyor, bunun sancısı var. Köylülük, esnaf gibi… İkincisi, cumhuriyet politikasının en büyük fiyaskosu eğitimdeydi. Biz kaliteli eleman yetiştirecek bir eğitim sistemini getiremedik. Sonuçta Türkiye’de meslek sahibi insan yok. Üçüncüsü, biz bu çocukları öyle bir övünmeyle yetiştirdik ki! Yeryüzünde Türk’ten başka kahraman olmadığına ve Türk’ün her zaman haklı olduğuna inanıyorlar. Bu çocuk var olmak, para kazanmak ve saygı görmek istiyor. Türk de, Kürt de, Alevi de, Sünni de… Bulabildiği tek değer, ona doğuştan verilmiş olan, ırkı ve dini. Bu da kaçınılmaz olarak insanı ırkçılığa, milliyetçiliğe ya da radikal dinciliğe itiyor.

Semin Gümüşel \ Yeni Aktüel 
 



Bu haber 1,143 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,267 µs