En Sıcak Konular

'Prenses diana gibi öldüreceklerdi'

23 Nisan 2012 09:29 tsi
'Prenses diana gibi öldüreceklerdi' Çiller'in başdanışmanı hüseyin kocabıyık 28 şubat’la ilgili önemli açıklamalar yaptı

Hüseyin Kocabıyık, zinde güçlerin Refah-Yol hükümetinin ‘zayıf halkası’ olarak gördükleri DYP’nin genel başkanı Prof. Dr. Tansu Çiller’e 1995’ten itibaren siyasi danışman olarak hizmet sunmuş, Refah-Yol hükümetinin kurulmasında Çiller’in görevlendirmesiyle görüşmeleri bizzat yürütmüş, dolayısıyla olayların birebir tanığı olmuş önemli bir isim. Kocabıyık halen ATV-Sabah grubunda danışmanlık, Yeni Asır gazetesinde köşe yazarlığı yapıyor. Kocabıyık'ın Star gazetesinden Fadime Özkan ile yapmış olduğu röportajdan ilgili kısım:

Refah Partisi 28 Şubat’ın oluş nedeni ile ilgili olarak iki temel neden gösteriyor; dışarıda D-8, içeride havuz sistemine geçtiğimiz için başımıza bu işler geldi diyorlar. Katılır mısınız?

Bir miktar katılırım, bütünüyle değil. Bu, kendi açılarından bir değerlendirme. Bu söyledikleri Amerika’nın 28 Şubat’ı yapanlara kesin bir hat çekmemesinin nedenlerinden birisidir. Amerika Türkiye’de bir silahlı darbeyi istemedi. Ama Refah-Yol hükümetini devirmeye çalışanlara da bir miktar cesaret verdi.

AMERİKA REFAH-YOL’U DÜŞÜRMEK İSTEDİ Mİ?

Cengiz Çandar’ın bahsettiği, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 7. katındaki toplantıya dair siz ne biliyorsunuz?

Hükümeti ABD mi düşürdü sorusuna benim verebileceğim cevap, yukarıdaki cevaba binaen evet ama hayırdır. Bana göre 28 Şubat’ı kurgulayan büyük sermaye ve iş çevreleridir. Bunların bu işin üzerine abanmalarının, askeri kışkırtmalarının sebebi, Refah-Yol hükümetinin yaptığı iki önemli şeydir: 1) Büyük sermayenin en büyük geliri faizdi ve hükümet bu faiz düzenini bozacak bir havuz sistemi geliştirdi. Oligarşik sermaye inanılmaz derecede rahatsız oldu bundan. Düşünün, büyük holdingler gelirlerinin neredeyse yüzde 80’ini faizden elde ediyorlardı, devlete durmadan yüksek faizle para satıyorlardı. Hükümet havuz sistemi ile buna engel oldu. 2) Hükümet, bedelsiz ithalat diye bir şey çıkardı ve Türk halkına daha ucuza, daha sağlam ve daha kaliteli, konforlu bir otomobile binebileceklerini gösterdi. Bu da çok önemliydi. Cumhuriyet tarihi boyunca yüksek gümrük duvarlarıyla kendisini koruyan ve halka teneke satan çevreler bundan çok rahatsız oldu. Buradan kendileri için bir beka sorunu çıkardılar.

AMERİKAN LOBİLERİ DEVREYE GİRDİ

Burada olanların ABD ile nasıl bir ilişkisi vardı?

Bahsettiğim bu çevreler yabancı sermayenin Türkiye’deki distribütörü, acenteleriydi sonuçta. Bu network işledi. Tansu Hanım’ın girişimleri olmuştur bu konuda. ABD Dışişleri bakanı Albright üzerinde baskı kurdu Tansu Hanım, “Türkiye’de askeri darbe istemiyor ve demokrasiyi destekliyorsanız bunu açıkça belirtin” dedi. Çünkü Türkiye’de bazı çevreler Amerika’nın Türkiye’de bir darbeyi arzu ettiğini söylüyordu. “Böyleyse de bilelim, değilse de bilelim” diye baskı kurdu. Hem Albright hem Clinton Türkiye’de demokrasinin zarar görmemesi gerektiğine dair çok açık ve kuvvetli mesajlar verdiler. Ama Amerikan Devleti bürokratları ve bir takım etkili lobiler, bir takım adamlar, oturdular, Türkiye’de hükümeti silah kullanmadan, çeşitli siyasal veya baskı yöntemleriyle devirmeyi amaçlamış çevrelere ciddi ciddi cesaret verdiler. Sanki dış dünya da bu hükümetin gitmesini istiyormuş gibi bir hava pompaladılar Amerika’dan. Dolayısıyla burada post-modern diye tabir edilen darbeye Amerika’dan bir destek olduğu görülüyor. Ama Amerikan yönetiminin açık teyit edilmiş bir desteği değil bu, daha çok bürokratların ve lobilerin desteği.

ASKERLE SINIRLI KALSIN DİYENLERE İYİ BAKIN

28 Şubat hiyerarşisi asker merkezli görünmekle birlikte siz aksini söylüyor ve sermaye merkezli bir darbe hiyerarşisi kuruyorsunuz. Askerin MGK’daki dayatmasına gelen kadar önce ve asıl olarak çıkarları zedelenen sermayenin görülmesi gerektiğini, askerin 28 Şubatta araçsal bir pozisyonu olduğunu söylüyorsunuz. Ama soruşturma başladıktan sonra “Çevik Bir’le, Erol Özkasnak’la yetinelim, davayı genişletmeyelim, bakın paşaları verdik, anlaşalım” gibi bir hava da estiriliyor?

Can alıcı bir soru bu. Kim söylüyor bunu? 28 Şubat’ta silahsız kuvvetler olarak nitelendirilen, bana göre 28 Şubat’ın asıl kurgulayıcıları olan, askerlere strateji danışmanlığı yapmış olan bir takım gazeteciler, genel yayın yönetmenleri ve iş çevresinden kişiler. Askerlerle sınırlı tutulsun, Çevik Bir’in, Erol Özkasnak’ın canına okunsun, bu iş başka yerlere uzanmasın, diyorlar. Bunu söyleyenlerin 28 Şubat’ı kurgulayanlar olması ilginç. Ben de diyorum ki, öyle yağma yok, suçu askerlerin üstüne yıkıp kaçmak yok, 28 Şubat’ta kimim dahli varsa, yargı sürecinde hesabını vermesi gerekiyor, öyle olursa bir darbe yargının denetiminden geçmiş olur, toplumun sırtından bir kambur ancak bu şekilde atılır.

NEDAMET GETİRENİ AFFEDEBİLİR MİYİZ?

Bir de sorumluların nedamet getirme beklentisi var. Dönemin aktif isimleri gözyaşları içinde nedamet getirse, kamuoyu önünde özür dilese, bir daha asla deseler, onların yargılanmasına gerek kalmazmış gibi bir algı da yaratılıyor? Ki şahsi olarak ben, bunu asla yeterli bulmuyorum ve onların yargılanmasını isteme hakkımdan vazgeçmiyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?

Meselenin iki boyutu var. 1) Hukuki boyutu. Hukuken işlenmiş bir suç varsa suç işleyen nedamet getirdi, görmezden gelelim, affedelim diyemezsin. Savcı dosyayı açmışsa, kim suç işlediyse bunu yargılaması gerekir. 2) Ahlaki boyutu. Yargısal olarak hiçbir müeyyidesi olmayan ama ahlaken dibe batmış, medya ahlakı, gazetecilik ahlakı bakımından yerlerde sürünen, ahlak problemleri durumu var. Nedamet getirmek, özür dilemek, yanlış yaptık demek, bu ahlaki sorumlulukları ortadan kaldırır. Mesela ben o dönemde ahlaksızca davranan bir takım gazeteciler bunu yapsa ben affedebilirim, meseleyi kapatabilirim. Ama bu insanlar böyle yapmıyorlar. Yani bir taraftan, savcı bizi de çağıracak diye bacakları titriyor ama bir taraftan da aradan 15 yıl geçmiş, her şey ayan beyan ortaya çıkmış, kendilerinin rolleri açık seçik ortada ve toplum bunları artık rahatça konuşuyor, deliller, dökümler yayınlanıyor ama adamlar hala diyorlar ki biz yaptıklarımızın arkasındayız. İşte beni, en çok sinirlendiren şey bu!

Hala kendilerinde bir güç ve temizlik dürüstlük paklık, karşılarındakilerde de saflık vehmediyorlar.

Bu ülkede bu insanlar onlarca yıl dokunulmaz olmuşlar. Bir tür yarı tanrı yazarlar, genel yayın yönetmenleri, gazeteciler türemiş. Hala bu statülerini korumak istiyorlar. Koruduklarını zannediyorlar. Ama ben de diyorum ki, o devir değişti. Türkiye darbelerle hesaplaşacaksa rolü olan tüm insanlar yargılanmalı.

O GAZETECİLERİN NE YAPTIĞINI GÖRDÜM

28 Şubat bağlamında bir gazeteci listeniz var sizin: Ertuğrul Özkök, Uğur Dündar, Haluk Şahin, Fatih Çekirge, Zafer Mutlu, Fatih Altaylı, Ali Kırca ve Hasan Cemal’den oluşan. Benim de şahadet edeceğim isimler var bu listede ama olmasına şaştığım isim de var?

Benim isimlerin hiç birine özel bir olumsuz duygum, husumetim yok. Ben kişilerle uğraşmıyorum, uğraşmak istemiyorum. Ama ben o tarihi yaşamış birisiyim. O tarihin içinde, merkezinde bulundum. Devletin bütün kayıtlarını gördüm. İki başbakan vardı ve o iki başbakana gelen bütün belgeleri gördüm. Tansu Hanım’a gelen tüm belge, bilgi, dosyayı, her şeyi gördüm. Bu insanların 28 Şubat’ta işledikleri fiillerin bir kısmı suçtur, bana göre. Bir kısmı da ahlaken affedilmez şeylerdir. Ne yaptıklarını gördüm, bunlar kayıtlı, bilinen şeyler. Bunları dosya, dosya koyabilirim önünüze. Geçen gün Haluk Şahin hakkımda suç duyurusunda bulunmuş, cevabi yazımda sekiz dosya koydum ifademe. On tane daha koyabilirdim. Yani o dönemde, 28 Şubat’ın mağduru olan bizim gibi insanları kimse hafife almasın. Ben kişilerle uğraşacak olsam gerçekten çok can acıtırım. Ama benim derdim o değil. Bu insanlar çok kötü sınavlar verdiler ve topluma bunun maliyeti çok ağır oldu. Siz öyle şeyler yaptınız ki Türkiye’de demokrasi, adalet duygusu, siyaset paramparça oldu, toplum büyük acılar çekti, çok büyük maliyetler ödedi. Benim hareket noktam burası.

DÜNDAR NİYE TEKZİP ETMİYOR O HALDE?

Refah-Yol hükümetinden çekilmesi için Sayın Çiller’e yapılan baskılara gelmek istiyorum. Sizin hatırlattığınız bir vakaya, Emin Çölaşan’ın Sakıncalı Gazeteci kitabının 107. sayfasındaki bilgiye göre: Uğur Dündar bir gün, Çiller’in doktorundan çalınmış yarı çıplak fotoğraflarını Emin Çölaşan’a gösteriyor. Bu ayıp daha sonra Ertuğrul Özkök’le tekrarlanıyor. Ve hatta fotoğraflar Çiller’in siyasi rakibi Mesut Yılmaz’a da gösteriliyor. Ve hatta fotoğraflar inceletiliyor gerçek mi diye…

Emin Çölaşan kitabında fotoğrafların nasıl elden ele dolaştığını anlatıyor. Uğur Dündar en yakın arkadaşı ve Emin Çölaşan yalan söylüyor, bu gerçek değil demiyor. Tekzip edilmemiş bir şey bu.

O fotoğraflar gazetecilerin ellerinde dolaşıyorken Sayın Çiller ve siz nasıl haberdar oldunuz bundan?

Bakın ben bu konuyu Uğur Dündar’a bir husumetten dolayı açmadım. Onu incitmek de istemedim. Benim bir yaptığım şey bir dönemin karakterini ve insanları ne hale getirdiğini ortaya koymak. Bir soru üzerine, 28 Şubat’ın diğer darbelerden farklı olarak hangi yöntemleri kullandığını, gayrı-ahlaki şantaj, korkutma gibi yöntemleri kullandığını anlatırken örnek verdim. Emin Çölaşan’ın kitabını açın bakın, anlatılıyor işte, dedim. O dönemde Tansu Hanım’a bu fotoğraflarla şantaj yapıldı. Biz bunu o gün yaşadık. Bu şantaj yapılmış.

ŞANTAJI YAPAN UĞUR DÜNDAR DEĞİL

Kim yaptı şantajı?

Şantajı yapan Uğur Dündar değildi.

Kimdi? Siyasi rakibi miydi, medya grubu muydu, sermaye grubu muydu?

Medya kaynaklıydı, Tansu Hanımla o odaklar arasında iş ve medya dünyasından belli isimler vardı, onlar üzerinden geliyordu. Size o kadar çok böyle olay anlatabilirim ki, artık kim yaptı hatırlamıyorum. Ama şöyle olurdu: Gazetecilerin barları vardı, akşamları burada otururlardı. Onlardan haber gelirdi Tansu Hanım’a veya eşine veya parti yöneticisine.

Konuşulanların duyulması istenirdi yani?

Tabi, böyle bir şekilde duyuruldu. Bunu Tansu Hanım benden daha iyi bilir.

FOTOĞRAFI YAYINLAMAYA HAZIRLANMIŞLAR

“Şunu yapar ya da yapmazsanız fotoğrafları kullanmayız” gibi somut bir cümle kurulmadı yani, değil mi?

Tabi. Çölaşan’ın kitabında o fotoğrafların nasıl elden ele dolaştığı anlatılıyor. Ben orada en fazla şuna takıldım, fotoğraflarla ilgili Tansu Hanım’la birlikte bir şantaj yaşadığımız için. Bir kere bu ikisini birleştirdiğinizde bir anlam ifade ediyor. O fotoğrafları o kadar çok kişiye göstermişler ki, onlardan biri de yapmış olabilir. Bana göre Uğur Dündar çoluk çocuk sahibi, bu kadar rezil bir şey yapamaz. O fotoğraflar sizin elinizde dolaşıyor ve şantaj yapılıyor Tansu Hanım’a, bir. İkincisi, o kişi bir siyasi parti lideri, cumhuriyetin ilk kadın başbakanı ve siyasi rakibine gösteriliyor. Üçüncüsü, bu fotoğraflarla bahsettiğim gazetenin bu şantajla alakası var. Niye var? Emin Çölaşan’ın kitabında Çölaşan soruyor, “Sahte olmasın bu fotoğraflar?” Cevap “Hayır, tetkik ettirdik”. Niye tetkik ettiriyorsun?

Çünkü yayınlamaya hazırlanıyorlar. Öyle mi?

Tabi.

ÇİLLER İSTİFA KARARI VERMİŞTİ

Ve haliyle sizde de bir şantaj algısı oluştu?

Algı değil. Fiili bir şantaj oldu o fotoğraflarla ilgili. O vakit bizi çağırdı Tansu Hanım. Eşi vardı, Mümtazer Türköne vardı. Bak isimler veriyorum. Tansu Hanım çok üzgündü. “Bunlar iyice zıvanadan çıktılar, benim istifa etmemi istiyorlar. Bunun için yapıyorlar” dedi. Çünkü koalisyonun zayıf karnı olarak Tansu Hanım’ı görüyorlardı. Tansu Hanım’ı yıldırıp istifa ettirecekler. Ve hükümeti bitirecekler. Bu hükümet yıkma eylemi aynı zamanda. “Bu kadar adileşeceklerini beklemiyordum. Benim iki tane çocuğum var ya, bunu nasıl yaparlar, bu kadar ahlaksızlık olur mu” dedi. Kadıncağız çok üzüldü tabi.

Haklı olarak. Nasıl bir karar çıktı peki o toplantıdan?

“Lanet olsun, yazacağım istifa mektubumu” dedi. Biz dedik ki “Efendim olur mu öyle şey? Öyle teslim olmak var mı? Demokrasi mücadelesi bu, savaşacaksınız. Merak etmeyin, hiçbir şey yapamazlar”. Tavrımızı öyle koyduk. Tansu Hanım da sonuçta bizim gibi düşündü ve “haklısınız, devam” dedi.

DEMİREL, HÜRRİYET VE PERİNÇEK

Bir de Çiller’in CIA ajanı olduğuna dair şantaj mekanizması işliyor değil mi?

Evet. Yine Emin Çölaşan’ın kitabının 106. sayfasında Süleyman Demirel’in yakın arkadaşlarının Çiller aleyhine nasıl sahte bir CIA ajanı belgesine 400 bin dolar vererek satın aldığını, onun da sonra sahte çıktığını anlatıyor. Çölaşan’ın dediği insanlar DYP’nin içinde Demirel’e yakın adamlar. Ki 400 bin dolar verip sahte belge alacak kadar gözleri dönmüş, düşünün. İkinci bir kesim daha var bunu iddia eden; Doğu Perinçek ve ekibi. Üçüncü kesim Hürriyet Gazetesi. Hürriyet Gazetesi 17 veya 18 Temmuz 1997 tarihli manşetinde, İstanbul baskısında da manşet, Anadolu baskısında da dokuz sütuna “Çiller CIA ajanı” diye manşet attılar. Bir ayağı da bir takım gazeteciler. Bunlar arasında Oktay Ekşi, Fatih Altaylı, Uğur Dündar var. Bu insanlar şunu yaptılar: Mesela biriyle konuşuyorlar Çiller’le ilgili, ne hikmetse o konuşulan CIA ajanı ve o yazılıyor. Çiller ve CIA ajanı kelimeleri aynı cümleler içinde geçiyor ve toplumun bilinçaltında CIA ismiyle Çiller ismini yan yana getiriyorlar. Yaptıkları şey, psikolojik savaş. Bütün bu veriler, bilgiler Genelkurmay Adli Müşavirinin önünde dosya olarak tutuluyor. Ve Çiller CIA ajanı iddiasıyla soruşturma açılıyor. Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı yürüyün dese, Çiller’in işi bitti. Divan-ı harbe gitti.

TANSU HANIMI DİVAN-I HARBE GÖNDERİYORLARDI

Karadayı’yı tutan nedir?

Utanç duygusu. İşin yalan olduğunu biliyor. Sonuçta Genelkurmay Başkanı, orgeneral ve bu kadın terörle omuz omuza mücadele etmiş, utanç duyuyor, insanlığından utandığı için o dosyayı çöpe atıyor. Olay, yoksa böyle organize bir şeydi işte. O kadar açık ki. Şimdi sanki bütün bu olaylar hiç olmamış veya birbirinden farklıymış, alakasızmış gibi düşünmek iddia etmek insanın kendi dehasına hakarettir. Ve tarihe karşı da ayıptır.

ÖLÜM TEHDİTLERİ O KADAR ARTTI Kİ

Peki, bunların dışında kamuoyunun bilmediği sizin bildiğiniz başka şantaj yöntemleri var mıydı Sayın Çiller’e karşı kullanılan?

Bakın bunu da yine ilk defa söylüyorum. Tansu Hanım, çok ölüm tehdidi aldı. Bir süre sonra tehditler o kadar çoğaldı ki Tansu Hanım artık korkmaz oldu. Hatta her tehdit artık nerdeyse Tansu Hanım’a zevk veriyordu. O hale geldi. Tansu Hanım’a yapılan tamamen bir insani deformasyondur. Bir gün bir adam geldi. “Biz Güvercinlik Jandarma Tesisleri’nde ders aldık” dedi “Çiller’i bombayla uçuracağız”. Teybe aldık adamın konuşmalarını. Tansu Hanım’a götürdük. Dedi ki “O kadar çok ki, hiç üzerinde durmuyoruz, işimize bakıyoruz”.

PRENSES DİANA GİBİ ÖLDÜRECEKLERDİ

Devletin o kadar istihbarat birimi var, suikast hazırlıklarına karşı bir tedbir, çalışma yok muydu?

Polis istihbaratı, MİT sürekli haberdar ederdi. Kendine göre önlemler de alıyordu. Mümtezar Türköne ile ikimizi de vuracaklardı. İçişleri Bakanı Meral Akşener koşarak geldi, sizi vuracaklar, size koruma vereceğim, dedi. Birkaç gün koruma ile gezdik, sonra sıkıldık, gönderdik korumaları. Her sabah yedi Ayetel Kürsi okuyup evden çıkıyorduk.

Başbakan Erbakan 10 günlük yurt dışı seyahatine çıktığında Çiller de Başbakanlığa vekalet ediyordu. Başbakanlığa giderken arabasının tekeri patladı. Mercedes 320, ki bu arabalar kolay kolay arıza yapmaz. Tekerleklerinin ikisinin de patlaması imkansız bir şeydir. Bu arabalar arkadan çekişlidir, savurur yani. Prenses Diana aynen böyle öldü biliyor musunuz? İki arka teker patlamış, kesin orada suikast var. Fakat biz o kadar alıştık ki üzerinde bile durmadık. Hatta Tansu Hanım’a espri de yaptım “Ben size söylüyorum, rejim meselesi vardır, siz inanmıyorsunuz” diye. “Bakın iki teker birden patladı dedim, çok kilo alıyorsunuz, rejim gerekir” diye. Ertesi gün haberlerde Tansu Çiller diyet yemeğini Başbakanlığa getirdi, tabakta domates, salatalık ve beyaz peynir vardı diye. Bu kadar gırgıra alır olduk, o kadar çok tehdit geldi ki.



Bu haber 1,285 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,942 µs