En Sıcak Konular

Kürtler de, Türkler de şiddet istemiyor

16 Ocak 2012 13:39 tsi
“Devletin 70’li yıllarda izlediği taammüd olmasaydı, PKK bu kadar güçlenmez, insanlar silâhlı mücadeleye bu kadar toleranslı davranmazdı. Ama bence bu toleransın sonuna gelindi. Ne Kürtler, ne Türkler şiddeti istemiyor. ‘Benim adıma öldü

ULUDERE'DE ÖZÜR DİLENMELİYDİ

“Mağduriyetleri giderecek maddî manevî yöntemleri, mekanizmaları harekete geçirmek gerekir. Bu bakımdan Uludere’de 34 insanın hayatını kaybettiği bir katliâmdan özür dahi dilenmemesi, kardeşlik fikrine hizmet etmemiştir. Mazlum ve mağdur olan kardeşimiz, kendini biraz daha öteki ve değersiz olarak hissetmiştir. Böyle olmamalıydı.”

Kürtler de, Türkler de şiddet İstemiyor

Leyla Zana’nın silâhı, “Kürt siyasî hareketinin garantisi” olarak görmesi büyük tartışmalara neden oldu. Bugünün dünyasında artık silâhları öne çıkararak hak aramak, buna halkı da dahil etmek aydınlar tarafından büyük tepkilere sebep oldu. Bu hafta okuyucusuyla yeni buluşan “Silâhları Gömmek” kitabının yazarı Orhan Miroğlu konu ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.  Demokrasiyle sorunun çözüleceğini söyleyen Miroğlu hükümete şu çağrıyı yapıyor “İktidara gelen kardeş kendini iktidara getiren kardeşi unutmamalı”

KILIÇDAROĞLU AİLESİNDEN DE ÖLDÜRÜLENLER OLDU

Türkiye kamuoyu sizce Kürtlerin daha önceki isyanlarından yeterince haberdar mı?

Hayır, bırakalım önceki isyanları, kamuoyu son isyan hakkında da yeteri kadar bilgi sahibi değil. Akademik araştırmalar son derece yetersiz. Resmî tarihe bakarak, cumhuriyetin o coğrafyada giriştiği harekâtları anlamak mümkün değil. Dersim tartışmaları nedeniyle olup bitenlere baktığınızda, durumun gayet vahim olduğunu görürsünüz. Sayın Başbakan özür dilerken, kendi ailesinden 39 kişinin öldürülmüş olmasını unutarak, hatırlamak istemeyen Kılıçdaroğlu “Arşivleri açın” diyor. Sanki arşivler açılmasa orada nelerin olduğunu bilmek mümkün olmayacak! Şeyh Sait, Ağrı, Sason, Koçgiri.. ve daha başka yerlerde gerçekleşen harekâtların ne amaçla yapıldığını bugün genç kuşaklar bilmiyor. İstiklal Mahkemeleri, Kürt isyanları bahane edilerek, İslâmî kesime ve muhaliflere kan kusturdu. Kaç kişinin asıldığını bile bilmiyoruz. Çünkü devlet sırrı olarak korunuyor hâlâ. Aradan geçmiş seksen yıl ve hâlâ devlet sırrından bahsediyorlar. Yakın tarih açısından durum daha da feci. 1970’li yıllarda Kürtler dağın yolunu tutsun diye kimse oralarda nelerin yapıldığını bilmiyor. Diyarbakır Cezaevi bile yeteri kadar aydınlanmış değil..

KEMALİST CEMAL KUTAY KÜRTTÜ

Kürtlerin Osmanlı’nın son dönemindeki isyanlarını, devlet kurmak isteyen Ermeni İsyanlarından hangi konularda ayrılıyor?

Kürtlerin Osmanlılara karşı isyanlarında—Bedirhaniler ve Barzaniler—bağımsız devlet fikri önde değil, özerk yaşama arzusu var. Abdusselam Barzani, Osmanlılara karşı bu amaçla iki kez ayaklandı. Ve yine Diyarbakırlı bir Kürt olan Süleyman Nazif tarafından Musul’da asıldı. Öncesinde Bedirhan Bey isyanı da yenilgiye uğradı ve Bedirhaniler bölgeden sürüldüler. Cumhuriyet döneminde onlara yeni bir soyadı ‘Çınar’ soyadı verildi ve özellikle bu ailenin İstanbul’da yaşayan bireyleri köklerinden ve geçmişlerinden koparıldılar. Cemal Kutay, Türkiye’nin en çok tanınan Kemalistlerinden biriydi.. Kutay ama Bedirhanilerdendi. Kürt milliyetçi aydınlarının geçen yüzyılda kurduğu dernekleri Mustafa Kemal kapattırdı. Kürt ağa ve beylerine Batılıların Kürdistan toprakları üzerinde bir Ermenistan kurmak istedikleri propagandasını yaydı.. Zaten bu propagandayı İttihatçılar daha 1915’te başlatmış ve Kürt aşiretlerinden yararlanmışlardı..

Ermenilerin geçen yüzyılın başında ortaya koydukları talepler, bağımsız bir Ermenistan’ı öngörüyordu. Bu fikir ilk etapta Batılılar tarafından desteklenen bir fikir olarak görülüyordu. Ama Batı günü geldiğinde Ermeniler’e böyle bir destek sunmadı. Ermenileri yalnız bıraktı. 1915 faciası ve Ermeniler’in kitlesel olarak tehcir edilmesi, tehcir sırasında yaşanan acı olaylar işte böyle bir siyasî ortamda meydana geldi. Ermeni ve Kürtlerin mücadelesi arasında sonuç itibarıyla fark şu ki, Ermeni diye bir halk kalmadı.. Bütün sayıları 60 bin kişi. Ama Kürtler hâlâ bu topraklarda yaşıyorlar ve Kürt meselesi hâlâ bu ülkenin en önemli meselesidir. Yüzyılın sonunda kalan sonuç bu..

BÖLÜNMEK İSTEYEN KÜRTLER,YOK DENECEK KADAR AZ

Yani söylemek istediğim Türkiye’nin yeni bir bölünme korkusunu bertaraf etmeye gerek yok gerçekleri kabul etsin demek mi gerekir?

Türkiye’nin Kürt talepleri konusunda doğru bilgilenmeye ihtiyacı var. Şunu bilmek lâzım ki, Kürt talepleri, doğal hakları kapsıyor. Anadiliyle eğitim görmek ve kültürel ihtiyaçların hakkaniyetle karşılanması.. Sorun şurada ki, bu taleplerin, Türkiye’nin bölünmesine yol açacağı şeklinde güçlü bir kanaat var. Bu kanaatın doğru olmadığını görmek gerekir. Birada yaşamanın yeni hukukunu hep beraber konuşmaya ve kurmaya ihtiyacımız var.

Sorunuz bağlamında şunu da söylemek gerekir ki, Kürtlerin bir takım doğal haklarını kullanmaları ortak bir rızayı da gerektirir. Türk halkı bu rızayı gösterdiği oranda, bölünme korkuları veya paranoyaları etkisiz hale gelebilir. Bu anlamda evet, gerçeklerle yüzleşmek ve bu gerçekleri kabul etmek, Türkiye’ye çok şey kazandırır, ama hiçbir şey kaybettirmez. Neo-İttihatçılar laiklik ve bölünme korkusu yaratarak, iktidarı elde etmeye çalıştılar. Laiklik meselesinden bekledikleri sonucu alamayınca, Kürt meselesi üzerinden yol almaya çalıştılar.

Halktaki bölünme korkusuna ne dersiniz?

Bölünme korkusuna halkı da ortak etmeyi başardılar. Oysa bugün Kürtler arasında yapılan araştırmalar şunu açıkça ortaya koyuyor ki, bölünmek veya ayrılmak isteyen Kürtler yok denecek kadar azdır ve siyasî olarak hiçbir etkiye sahip değiller.. Bütün Ortadoğu’da İstanbul en büyük Kürt şehri haline geldi.. Kürtler İstanbulu, Mersin’i, Antalya’yı, İzmir’i bırakıp da Şırnak’ta, Hakkâri’de neden yaşamak istesinler? Bağımsızlık fikri, federasyon kurmuş olan Kuzey Irak Kürtler’i arasında bile güçlü bir fikir değil. Hatta Irak’taki siyasî bölünmüşlük, burada yaşayan Kürtlerin zaman içinde yüzlerini Musul’a, Bağdat’a değil, Türkiye’ye dönmelerine yol açacaktır. Ama Türkiye’de ırkçılık yapanlar, hâlâ asimilasyon politikası izleyenler, Türk halkını bölünme paranoyalarıyla korkutuyorlar.. İşte meclis insan hakları komisyonunda Prof. Anıl Çeçen’in söyledikleri ortada. ‘İnsan Hakları sözleşmesini, savaş hukukunu bir yana bırakalım ve 30-40 Kürt insanın toplandığını tesbit ettiğimiz her yerde imha edelim’ dedi.. Kürt kadınlarının çocuk yapmasını durduralım dedi.. Bu korkunç bir zihniyet.. Türk halkını asıl bu ırkçı fikirlerden korumak lâzımdır.

SİLÂHLA ELDE EDİLECEK BİRŞEY KALMADI

BDP’nin tabanının açılım süreci sonunda oylarını arttırdığını söylüyorsunuz. “Silâh Kürtlerin Sigortasıdır” diyen Leyla Zana’nın içinde bulunduğu tabanın genişlediği anlamına mı gelir?

Hayır, BDP’nin oylarındaki artışın, silâhın sigorta olarak görülmesiyle bir ilgisi yoktur. Kürtler bu son seçimlerde BDP’ye biraz daha fazla oy verdiler. Milletvekili sayısında ciddî bir artış oldu. Bu seçmenin çözüm mercii olarak, BDPye silâhı değil, Meclisi göstermek istediğinin işaretidir. BDP’ye verilen oylar, bu manada sivilleşmeye, hukuka, sivil siyasete ve Türkiye merkezli bir siyasete verilen oylardır. Silâhla elde edilecek bir şey kalmadı.. Aslına bakarsanız, devletin 1970’li yıllarda izlediği taammüd olmasaydı, PKK bu kadar güçlenmez ve insanlar silâhlı mücadeleye bu kadar toleranslı davranmazdı.. Ama bence bu toleransın sonuna gelindi.. Ne Kürtler ne Türkler şiddeti istemiyor.. “Benim adıma öldürme” kampanyaları bunun açık bir kanıtıdır.

Sivil bir siyasetle bölge insanın hakları verilemez mi?

Tabi ki.. Silâhla elde edilecek bir hak yoktur. Hak elde etmek için silâhlı mücadeleye inanmak, muhtemel bir müzakere ve diyalog sürecinde silâhı elde tutulması gereken bir imkân olarak görmek, ne kadar yanlışsa, halkın hak taleplerini görmezlikten gelmek ve geçmişte olduğu gibi bu hakları şiddetle bastırmaya çalışmak da o kadar yanlıştır. Kürt meselesinde ve içinde bulunduğumuz siyasî zemin nedeniyle, şiddeti savunmak, hiçbir şeye hizmet etmediği gibi, demokratik çözümü de zorlaştırır.. Kürtler artık dağlardaki ıssızlığa, kuşatılmışlığa ve yalnızlığa değil, şehirlerin coşkusuna ve bu coşkunun yarattığı yeni sosyolojiye güvenmelidirler.. Kimlik siyasî biter bir gün, bitmek zorunda.. Ama Kürtler için sivil ve demokratik bir siyaset yapmak her zaman için mümkündür. Toplum kendini tabi ki siyasetle kuracak.. Dolayısıyla siyasî tasfiyeden korkmaya gerek yok. Kürt siyaseti akıl yolunu izlerse, tarihsel koşullara önem verirse, siyasal zeminde her zaman kendine bir yer bulacaktır.

KÜRTLERİN HAKLARI ÖCALAN’IN TEKELİNDE DEĞİL

Kürtçü hareketlerin militarizmden çıkması mümkün değil mi? Asıl önemli olan Öcalan yerine sivil bir insanın bu hakları talep etmesi daha iyi olmaz mı?

Kürtler ve onların haklarını bugün AK Parti’ye oy veren seçmenler de desteklemektedir. Kürt hakları ne Öcalan’ın ne de BDP’nin tekelinde değil ki.. Başka Kürt grupları, sivil toplum örgütleri de hak talep ediyorlar. Dolayısıyla bu hakların sadece BDP veya PKK tarafından savunulduğunu düşünmemek gerekir. Ama kabul etmek lâzım ki, Öcalan da siyasî bir aktör ve Kürtler’in bir kısmı üzerinde etkili bir insan.. Taleplerinin olması çok doğal. Önemli olan bu taleplerin yeni siyasî zeminin koşullarına ne kadar uygun ve gerçekçi olduğudur..

Hep korkulan soruları sorduğumun farkındayım… Daha önceki kitabınızda Türk ve Kürt halkının çapraz ateş altında olduğunu söylüyorsunuz. Bu çapraz ateş durumu devam ediyor mu?

Kısmen, ama geçmişe göre daha iyi bir yerde olduğumuzu, hem Kürtler’in hem Türkler’in bu çapraz ateşten kendilerini korumaya çalıştıklarını ve şiddete karşı ortak bir tutum içinde olduğunu söyleyebilirim. Geleceğe daha fazla umut duyuyor olmamın sebebi budur. Halk artık çatışma değil, silâhların susmasını istiyor. Envai çeşit provokasyona, sivillerin hayatını kaybettiği bir çok eyleme rağmen, istenen şey gerçekleşmedi.. Son on yılda istenen bence etnik bir çatışma yaratmaktı.. Ama Kürtler ve Türkler büyük bir sağduyu içinde bu oyunları oynayanların, kaba, ve zalimane oyunlarını da planlarını da bozguna uğrattı.. Ben etnik bir çatışma riskini, duygusal kopuşlara rağmen, ciddî boyutlara varmış bir risk olarak görmüyorum..

Öcalan’ın bütün cinayetleri PKK’nın işlemediğini ortaya çıkarmak için hakikatleri araştırma komisyonunun kurulmasını çıkmaz sokak olarak görüyor musunuz? Çünkü birbirine geçmiş ilişkiler ağında hangi partner öbürünü ihbar edebilir ki?
Geçmişte, özellikle sivil insanlara yönelmiş saldırılarda binlerce insan hayatını kaybetti. Bu saldırılarda hem PKK’nın hem derin devletin sorumluluğu bulunuyor.

Dolayısıyla Öcalan hakikat komisyonunu belli bir amaçla istiyor olsa bile, kurulacak bir komisyonun ne Öcalan’ın ne de başkalarının taleplerini yerine getirmek için kurulacağını ve bu doğrultuda faaliyet göstereceğini düşünmemek gerekir. Böyle bir model bizdeki gibi büyük çatışmalar yaşamış ülkelerde, iç barışın yeniden kurulması ve mağdurların tatmin edilmesi, gizlenen suçların ortaya çıkarılması için başvurulan bir modeldir. Arjantin’den Güney Afrika’ya kadar Hakikat Komisyonları önemli çalışmalar yaptılar.. Türkiye bu modeli Öcalan istediği için değil, hakikatleri araştırmak için kurmalıdır. PKK bugün resmî bir tarih oluşturmanın peşinde. PKK saflarında işlenen bir takım siyasî cinayetler ve sivillere karşı gerçekleşen ihlâllerin, devletin örgüte sızan ajanları tarafından gerçekleştirildiği iddiası bu resmî tarihin temel anlayışı haline geliyor.. Şemdin Sakık ve Hogır (Cemil Işık) gibi kimseler, oralarda işlenmiş hemen bütün suçların müsebbibi olarak gösteriliyor. Oysa durum böyle değil. İhlâller daima kolektif suçlar olarak meydana gelirler.. Susurluk ve JİTEM için de aynı şey geçerlidir.. belli bir hiyerarşi söz konusudur ve bu hiyerarşi olmasa, sistemli olarak ve bu kadar uzun zamanda böyle suçların işlenmesi mümkün olamaz..

İKTİDARA GELEN KARDEŞ İKTİDARA TAŞIYAN KARDEŞİ UNUTMAMALI

1993 yılına geri dönmek gibi söylemler çokça kullanılmaya başlandı. Sizce MGK’nın yeni yapısı olaya nasıl bakıyor?

Ben bu söylemlerin gerçeği yansıtmadığı kanısındayım. Türkiye bugün bulunduğu siyasî zeminden geriye adım atması çok zor görünüyor. MGK geçmişte olduğu gibi, ülkenin icra kurulu değil artık. Askerî vesayet önemli oranda kırıldı. Bir genel kurmay başkanı tutuklandı, 12 Eylül için iddianame hazırlandı ve bu iddianame büyük ve yeni bir yargı süreci başlatacak gibi görünüyor. Önemli olan siyasetin geri adım atmamasıdır. Yoksa 90’lı yıllara Türkiye’yi çekmek isteyen güçler kalmadı demek istemiyorum. Bunlar hâlâ umutlu bir bekleyiş içindeler ve Kürt meselesi üzerinden yeni provokasyonlar hazırlamakla meşguller..

Sizce varolan kardeşliğin güçlenmesi için neler yapılmalı?

Kardeşimizin bizimle eşit haklara sahip olduğunu anlamamız ve kabul etmemiz gerekir. Bu eşitliğin olmadığı ve savunulmadığı bir ülkede gerçek bir kardeşlikten söz edemeyiz. Şunu da söylemek isterim. İktidara gelen kardeşin, onu iktidara taşıyan kardeşini unutmaması gerekir. Almanların bu konuda güzel bir sözü var. Derler ki, iktidara gelen kardeş, kaybedilmiş kardeştir.. Bilmem anlatabildim mi? Ben Türkiye’de böyle olmasın ve iktidara taşıdığımız kardeşimizi kaybetmeyelim istiyorum. Çünkü her şeye rağmen, bu kardeşten başka şansımız yok.. Sonra bir kardeşimiz epey mağdur.. Bu mağduriyetleri giderecek maddî manevî yöntemleri, mekanizmaları harekete geçirmek gerekir.. Bu bakımdan Uludere’de meydana gelen ve 34 insanın hayatını kaybettiği bir katliâmdan özür dahi dilenmemesi, kardeşlik fikrine hizmet etmemiştir.. Mazlûm ve mağdur olan kardeşimiz, kendini biraz daha öteki, biraz daha değersiz olarak hissetmiştir.. Böyle olmamalıydı..

Türkiye’de yeni süreçte askerin olaya bakışında bir değişiklik olduğunu düşünüyor musunuz?

Asker de kuşku yok ki değişti. Değişmek istemeyenler zaten darbeyle, andıçlarla, balyoz planlarıyla filan uğraşıp durdular. Ama yurtsever askerlerin önemli oranda bu çatışmayı artık istemediğini ve Kürt meselesinin demokratik çözümünü istediklerini söyleyebiliriz. Aytaç Yalman’ın bu konuda söyledikleri bir bakıma tam bir özeleştiri örneğidir. Yalman, hatırlarsanız, askerî okullarda Kürt diye bir halk ve Kürtçe diye bir dil olmadığının öğretildiğini ve o müfredattan geçenlerin buna inandıklarını söylüyordu.

Yine aynı röportajda, okullarda Kürtler’in varlığıyla ilgili karda yürürken çıkan kart-kurt sesine inandıklarını ve Kürt kelimesinin buradan çıktığına inandıklarını söylüyordu Yalman.. Durum bu olunca, askerler nasıl sağlıklı düşünebilirlerdi ki? Ama yaşadığımız çatışma yılları, bence oralarda bulunmuş askerler için de, çok zor ve çok öğretici oldu. Aynı siperlerde, aynı çatışmalarda onlar da silâh arkadaşlarının öldürüldüğüne tanık oldular.. Travmaları ve acıları onların da büyüktür.. Ama artık askerler de bence, ölmenin ve öldürmenin çare olmadığını yaşayarak gördüler.. O kadar ki, emekli askerlerden Atilla Kıyat, ‘Biz 1970’li yıllarda, Kürt meselesinde demokratik yöntemleri benimseseydik, Türkiye şimdi AB üyesi olurdu’ dedi.. Çok doğru bir tesbit ve askerlerden gelmiş olması daha da önemli.

Bölgeden alternatif bir siyasî yapı çıkması mümkün mü?

Bugünkü koşullarda kolay görünmüyor. Ama bölgede hızlı bir değişim var. Kürt toplumunun sosyolojisi çok değişti. Bu sosyoloji şimdilik AKP ve BDP’yi tercih ediyor ve bu iki partiye oy veriyor. Ama gelecekte başka siyasî dinamikler de tarih sahnesine çıkabilir..

BDP’ye özgürlükçü olarak giren bazı isimlerin bazı Kürt düşünürlere örgütün yaptığı baskı konusunda neden sesi çıkmıyor?

Çıksa, çıkabilse BDP’de kalmaya devam edemezler. Bu bir tercih.. Onlar tercihlerini, suskun kalmaktan ve BDP’deki etkin konumlarını—belediye başkanı, milletvekili—korumaktan yana koyuyorlar. Siyaseten güçlü kalmayı tercih ediyorlar. Oysa bu sözünü ettiğiniz baskılara karşı seslerini yükseltecek olsalar, bu konumlarından geriye bir şey kalmaz.. Bunu bildikleri için de susuyorlar.. Ama normal koşullarda, silâhların bırakıldığı ve şiddetin terk edildiği, sorgulanmaya başladığı koşullarda, Kürt toplumunun hızlı bir siyasî değişim içine gireceğini düşünüyorum. Türkiye nasıl ki askerî vesayetini bugün tartışıyor ve ibre sivilleşmeden yana dönüyorsa, aynı şey Kürtler arasında öyle yaşanacaktır diyorum..

Kaynak: H. Hüseyin Kemal / Yeni Asya

Bu haber 762 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,797 µs