Dış Politikanın en zor yılı: 2012
11 Ocak 2012 10:42 tsi
Başbakan Erdoğan’ın geçirdiği ameliyat sonrası ilk toplantısını askerler yaptı ve ilk açıklamasında “savaş hazırlıklarının gözden geçirildiğine” vurgu yaptı...
Başbakan Erdoğan dün, Meclis’teki parti grubundaki konuşmasına, dış politika konularıyla başladı.
Bu çok doğal, çünkü Türk dış politikasının önündeki tehlike arz eden acil ve ciddi konulara 2012 yılının başlamasıyla yenileri eklendi.
Yeni yıla girerken Suriye’de ki gelişmeler ne yazık ki, bir önceki yıldan daha beter olacakmış gibi gözüküyor.
En son Arap Birliği gözlemcilerinin, katliamların kol gezdiği kentlerde yaptıkları incelemeler, Suriye yönetimine herhangi bir caydırıcı etkisi olmadığı için tam bir fiyaskoyla neticelendi.
Ankara’da değişik vesilelerle bir araya gelip konuştuğumuz yetkili isimler, “dış politikada önümüzdeki en önemli sorun Suriye” diyorlardı.
Ama dün Başbakan’ın konuşmasına da yansıdığı gibi, 9 yıl boyunca zaten kan gölüne dönen Irak’ta, ABD askerlerinin çekilmesi sonrasında yaşanabilecekler, Suriye’de bugünkü kötü tablonun çok daha ötesine geçebilir.
ANKARA’NIN EN BÜYÜK ENDİŞESİ: SÜNNİ-Şİİ ÇATIŞMASI
Başbakan dün şöyle dedi.
“Irak’ta gerilimi tırmandıranlar, mezhep temelli ayrışmayı körükleyenler, bir mezhep çatışmasına zemin hazırlayanlar ister Sünni, ister Şii olsunlar gelecekte her zaman, Yezid sıfatıyla anılmaya mahkum olacaklardır.”
Erdoğan, konuşmasında daha ileri cümleler de kurdu.
Bazı cümleleri bu coğrafyayı büyük bir istikrarsızlığa sürükleyebilecek mezhep çatışmasını körükleyenleri lanetler gibiydi.
“Hz.Peygamberin amcasının oğlu, Allah’ın arslanı Hz.Ali bu topraklarda şehit edildi, yetmedi mi? Hz.Peygamberin torunu, Hz.Hüseyin ve ailesi bu topraklarda şehit edildi, yetmedi mi? Moğol saldırılarıyla Dicle Nehri günlerce kan ve mürekkep aktı, dünyanın en mamur şehirlerinden Basra, Bağdat harap edildi yetmedi mi? Bugün Irak’ta, Suriye’de kendi kardeşine kast edenler, kendi kardeşlerini katledenler nasıl bir fitnenin, aymazlığın, gafletin ve sapkınlığın içinde olduklarını görmüyorlar mı?
Erdoğan’ın bu sözlerinin arkası boş değil.
Irak’ta bu türden bir kanlı çatışmaya davetiye çıkaran, tahrik edici ve çok tehlikeli gelişmeler yaşanıyor.
ABD askerlerinin çekildiği gün Irak’lı Sünnilerin liderleri arasında yer alan Cumhurbaşkanı Tarık Haşimi hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkartılması, Şii başbakan Maliki’nin kendi hükümetinin içerisinde sorun yaşadığı Sünni bakanların evlerini, tanklarla, zırhlı araçlarla kuşatması, öbür tarafta Şiileri hedef alan provakatif saldırılar, hep bir şeye hizmet ediyor.
Kendisini Şii ya da Sünni dünyaya ait hisseden her bir Irak’lıyı birbirinden nefret eder hale getirmek.
Böyle bir nefretin arkasından nelerin gelebileceği de yaşanmış tecrübelere bakınca çok açık bir biçimde ortada duruyor.
Peki Türk dış politikası bu tehlikeli gidişat karşısında ne yapıyor, nasıl bir duruş sergiliyor?
“Bu tehlikeli gidişatı durdurmak için çok açık bir politika izliyoruz” dedi, önceki gün konuştuğum Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun çalışma arkadaşlarından biri.
Bunu söylerken tam da 50 yıl önce Soğuk Savaş’ın ‘en soğuk’ yıllarında ABD ile SSCB’ni bir nükleer savaşın eşiğine getiren Küba Füze Krizi’ni örnek verdi.
“Diyalog eksikliği nedeniyle iki ülke neredeyse savaşa giriyordu. Kriz iki süper gücün liderlerinin birbirleriyle kırmızı hat üzerinden konuşmasının sağlanmasıyla hal yoluna girmişti” dedi konuştuğum kişi.
İranlılar bile şaşırmışlar bu çıkışa
Mesela Davutoğlu Tahran ziyareti sırasında İranlıların gözünün içine bakarak doğrudan sormuş.
“Bu yaptığınız bir Acem Oyunu’ mu? Irak’ta Sünni bakanların yerine biz buradayken atama yapılması özel bir tercih mi?” diye.
İran’lılar önce şaşırmışlar bu çıkışa.
Ama bu açık politika Davutoğlu Tahran’dan ayrılmadan olumlu bir netice getirmiş.
Ve Sünni-Şii ayrışmasına provakatif bir biçimde yol veren bu uygulamadan Irak’lı Şii yönetim (tabi bunu Irak’taki İran şeklinde de okuyabilirsiniz) en azından şimdilik vazgeçmiş.
Ortadoğu’da mezhep ayrışması üzerine yeni bir düzen kurulması ihtimali (ya da tehlikesi) yeni bir konu da değil.
9 yıllık savaşın en başından itibaren bölge ülkelerini ‘saflardan bir saf tutmaya’ zorlayan pek çok gelişme oldu.
Benim sizlere ‘Ürdün-Suudi Arabistan-Mısır Sünnileri, İran-Suriye-Lübnan’da Şii dünyayı tutsun ve bu ülkeler birbirleriyle savaşsın dursun’ cümlesiyle özetleyebileceğim pek çok kışkırtıcı hamle yapıldı.
Bu bölünmenin ve duygusal kopuşların önünde set kuran ve yukarıda Başbakan Erdoğan’ın cümlelerine de yansıdığı biçimiyle sık sık tarihe atıflar yaparak tarafları ‘titreyip kendilerine gelmeye zorlayan’ hamleleri yapan yegane ülke de Türkiye oldu.
***
Erdoğan ve Davutoğlu ikilisi, Ortadoğu’du en azından halklar nezdinde sözleri dikkatle dinlenen, dikkate alınan isimler.
Ama şimdi riskler, düne göre daha da artmış vaziyette.
Sözle yapılan telkinlerin, uyarıların etkisi bir yere kadar olabiliyor.
Sözün bittiği yerde başka itici ya da caydırıcı güç unsurlarına ihtiyaç olabiliyor.
Üstelik önümüzdeki dönemde Suriye ve Irak’ta büyümesi muhtemel olaylar, Türkiye’yi doğrudan etkileyebilecek yeni sorunları da beraberinde getirebilir.
Zaten, Ankara’da herkes büyüyen tehlikenin farkında.
Bir ay kadar önce Başbakan Erdoğan’ın geçirdiği sindirim sistemi ameliyatı sonrası ilk toplantısını askerlerle yapması ve bu toplantı sonrası yapılan açıklamanın “savaş hazırlıklarının gözden geçirildiğine” dair vurgular içermesi, Ankara’da en kötü senaryoların da değerlendirildiğine işaret ediyor.
Sonuçta bu coğrafya da bazen elinizde tuttuğunuz silah, ağzınızdan çıkan sözlerden daha caydırıcı olabiliyor yazık ki.
***
Zor bir yıl olacak 2012, zor.
Dileyelim, Yezid olma korkusu, başka türlü hırsların, Acem oyunlarının, iktidar kavgalarının önüne geçer de, Ortadoğu’nun yeni düzeni dökülecek yeni kanlar üzerine inşa edilmez.
Mehmet Acet - Haber 7
acetmehmet@hotmail.com
Bu haber 518 defa okundu.
Yorumlar
+ Yorum Ekle