En Sıcak Konular

Bir paradigma çöküyor

11 Ocak 2012 08:52 tsi
Bir paradigma çöküyor 'İkinci kuruluş süreci başlıyor'

Türkiye’nin 100 yıllık şiddet kültürüyle yoğrulmuş düzeni yıkılıyor. Yüzyıllık Anayasal düzen toplumsal referans değil artık. Toplumu bir arada tutabilme özelliğini yitirdi. Bu düzenin yıkılışını ‘sokak savaşı içinde olanlar’ görmeyebilir ancak siyasetçiler ve aydınlar görmek zorunda.

Türkiye’de baş döndürücü gelişmeler yaşanıyor. 12 Eylül Referandumu’ndan hemen önce “Artık bir domino etkisine kendimizi hazırlayalım” öngörümü haklı çıkaran gelişmeler bunlar. Bunlar kimimize göre “iyi” kimimize de “kötü” görünse de bizim değer yargılarımızdan bağımsız bir büyük dönüşümün işaretidir.

13 gün önce Uludere’de savaş uçakların bombalaması sonucu 35 Kürt vatandaşımız hayatını kaybetti. Kimileri için bu bir hata, kimileri için ise planlı bir katliam. Ama bu ikinci “birileri” de kendi aralarında ikiye ayrılıyor. Birinci grup bunun AK Parti’nin de parçası olduğu “devlet” tarafından gerçekleştirilen ve hedefinde Kürtlerin bulunduğu planlı bir katliam olduğu görüşünde. Diğer grup ise “derin” devletin, hedefinde AK Parti ve demokrasinin bulunduğu planlı bir katliam olarak görme eğiliminde. Biz tarafları, birbirine üstünlük sağlama mücadeleleriyle baş başa bırakıp şunu söylemekle yetinelim: Bu yaklaşımların temelinde milliyetçi-militarist bakış açısı vardır ve sorunun çözümüne katkısı yoktur. Oysa ki hangi taraf haklı olursa olsun, değişmeyen gerçek, paradigmanın 35 Kürt vatandaşın kanı üzerinden kendini meşrulaştırmaya çalışmasıdır. Toplumun geneli bakımından bu hesap tutmaz. Tutsa da Kürtlerin bu olay üzerine yaşadıkları derin kırılmaları tamir edemez. Bunu bir kenara not edelim.

Başbuğ’un tutuklanması

Geçen Perşembe günü Genelkurmay Başkanlığı’nın bilgisi ve hiyerarşisi dahilinde hazırlanan kara propaganda internet siteleriyle ilgili olarak eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ tutuklandı. Başbuğ’un demokrasi ve insan hakları konusundaki sicilinin pek parlak olmadığı, arada bir kullandığı “demokrasi veya hukuk devleti” sözlerinin, demokrasiyle bağdaşması imkansız sayfalar dolusu ifadelerin yanında nazar boncuğundan öte bir anlam taşımadığı biliniyor. Bu maalesef şaşırtıcı da değil. Generaller yüz yıldır bu ülkenin temel siyasetinin ne olması, toplumun hangi anayasal düzene tabi olması gerektiği, neyin özgürlük, neyin sorumluluk olduğu, iç ve dış düşmanların kim olduğu ve insanların hangi eğitime tabi tutulması gerektiğini belirleyen bir geleneğin ve iktidar gücünün temsilcileriydiler. Millete hizmet etmeleri gerekirken, milleti kendi hizmetlerine koşturmayı “olağan” gördüler, görülmesini sağladılar. Kurdukları sistem yalnızca siyaseti ve toplumu da militerleştirdi. Dilini ve alışkanlıklarını zehirledi. Öyle ki son dönemlerde hukuk devleti ve düşünce özgürlüğüne sarılanlar, askere asli görevi hatırlatılınca ağır hakaret etmeyi “vazife” görebiliyor.

Yüksek yargıcın şaşkınlığı

Ancak tutuklama kararının kendisi bizatihi sorunlu. Kararının pozitif hukuksal olarak doğru veya yanlış olmasının ötesinde, tartışılan konunun özünde tutuklama pratiği yatıyor. Ancak bu pratiğin yüz yıllık devlet geleneğinin, evet, yine militarist yapının ürettiği bir geleneğin icrasından başka bir şey olmadığı hatırlanmak istenmiyor. Asker ve sivil generaller, şu an parçası oldukları paradigmanın, daha önce bolca alkışladıkları ve devlet nizamının korunması için zorunlu gördükleri bir anlayışın gereği olarak tutuklandıkları halde, ancak “hafıza kaybı” ile açıklanabilecek tepkisizlik içindeler. Tek dert özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması... Ergenekon yargılamalarının hemen ardından yüksek bir yargıç bu mahkemeler için “Yahu daha önce Kürtleri, şeriatçıları kesip biçerken oh ne güzel diyorduk, bu kadar kötü olduklarını bilemedik!” tepkisi vermişti. Bu tepki “yüz yıllık paradigmanın bu kadar kötü olduğunu bilemedik!” şeklinde bir dönüşüme uğrarsa, ciddi bir merhale almış olacağız.

CHP liderine fezleke

Kılıçdaroğlu hakkında “yargıçlara hakaret ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs”ten fezleke hazırlandı. Peki onun tepkisine ne demeli? Bu kurallar ve içtihat “laiklik düşmanlarına” defalarca uygulanmıştı ve mensup bulunduğu parti de bu içtihadı sistemin önemli silahı olarak görmüştü. Eskiden Yargıtay’ın çok daha hafif konuşmalar nedeniyle akademisyenleri, siyasetçileri ve sıradan insanları nasıl terörize ettiğini hukukçu grup başkanvekillerinin kendisine hatırlatması gerek. Ancak paradigma tartışması yapmaktan, az önce değindiğim o yüksek yargıç gibi “bu kadar kötü olduğunu bilmiyorduk” demek yerine gerilla savaşı başlatması oldukça problemlidir.

Diğer yandan Başbakan “mesai arkadaşımın tutukluluğuna karşıyız” demek suretiyle, “iyi niyetle” yargısal sürece müdahil olabiliyor. Bu “iyi niyet” kudretli bir komutan ile sınırlı kalıp, örneğin tutuklu gazeteci ve yazarlar ile bilim adamlarını kapsamadığı için bir demokratikleşme işaretine dönüşemiyor. Ancak bu kadarı dahi yargının yeni bir hamle yapmak suretiyle ertesi gün Hurşit Tolon’u tutuklamasını engelleyemiyor.

Siyasetçiler ve hukukçular paradigmanın çöküşü yerine Başbuğ’un nerede yargılanacağına odaklanmış vaziyette. Anayasanın referandumda değiştirilen 145. Maddesi açıkça “görevle ilgili olup olmadığına bakmaksızın, devletin güvenliğine, anayasal düzene ve işleyişine karşı suçların adli mahkemelerde” görüleceğini karara bağlamış durumda. Yüce Divan, sadece askeri yargı alanına giren suçların, Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanlarıyla sınırlı bir yargılanma mekanıdır.

Bu da sorun değil, sorun bunların paradigma içinde bir sokak savaşına kilitlenmiş olmalarında...

Beni ilgilendiren boyutu, yüz yıllık paradigmanın taşıdığı irrasyonelliğin, her şeye kadir gözüken Başbakan’ı dahi aşmasıdır. Ben bunun açığa çıkmasına yalnızca sevinebilirim.

Ve çok daha temel bir gelişme: 12 Eylül 1980 darbesini gerçekleştirenler hakkında hazırlanan iddianame mahkemece kabul edildi. “Hani bu bir kandırmacaydı?” havasında da değilim.

Bir şeyi artık görelim: Bir paradigma çöküyor. Yüzyıllık Anayasal düzen toplumsal referans değil artık. Toplumu bir arada tutabilme özelliğini yitirdi. Bu özellik “şiddet” ile sağlanmış olsa da, artık bu şiddet ile toplumu kontrol etme imkanı kalmadı. Sokak savaşı içinde olanların bunu görmesi pek mümkün değil. Ama bu ülkenin entelektüelleri, aydınları ve siyasetçileri görmek zorunda...

Zira Türkiye 1920’den sonra ikinci kuruluş sürecine giriyor.

Hazırlıklı olmalıyız.

Osman Can / Star



Bu haber 2,557 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,645 µs