En Sıcak Konular

Nasrallah 'Arap Baharı'nı değerlendirdi

3 Ocak 2012 13:45 tsi
'Tunus’ta başlayan ve sonra diğer Arap ülkelerine sıçrayan bu devrimler, Arap iradesinin bir neticesidir. Amerika projesi değildir' diyen Hizbullah lideri Nasrallah, Suriye'deki gelişmelere şüpheyle baktığını ve Taliban, El Kaide ve Somali'deki Şebabı

Seyyid Hasan Nasrallah*

Arap devrimlerinin başlamasının üzerinden aylar geçti. Bu süreç içerisinde yaptığımız görüşmelerden elde ettiğimiz sağlam bilgilerle, gerçekler daha da belirginleşti. 

Bu bölgelerde gerçekleşen hareketlilik, gerçekten de ulusal hareketlerdir. Tunus’ta başlayan ve sonra diğer Arap ülkelerine sıçrayan bu devrimler, Arap iradesinin bir neticesidir. Amerika projesi değildir. Zaten bunu Amerikan projesi dememiz de hiç mantıklı olmaz. 

Çünkü devrimlerin olduğu ülkeler, Amerikan güdümlüydü. Tunus, Mısır, Yemen, Bahreyn, Kaddafi yönetimi Arap güdümlüydü. Çünkü Kaddafi son yıllarda Amerika’yla iyi ilişkiler içerisindeydi. Amerika’nın kendisine uşaklık eden yönetimleri, düşürmek istemesi düşünülemez. 

Zannediyorum ki şuanda tartışmaya açık tek konu, Suriye yönetimidir. Çünkü Suriye yönetimi, bilindiği gibi Amerika idaresine itaat etmeyen tek yönetimdir. Her halükarda bilgiler ve verilerle desteklediğimiz araştırmalarımızın sonucunda, Arap devrimlerin hepsinin gerçek bir halk devrimi olduğu, Amerikan projesi olmadığı kanaatine vardık.

Evet! Amerikalılar devrim dalgasına kapıldılar ve şimdi devrimleri sahiplenmek istiyorlar. Kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istiyorlar. Biz, Amerikan idaresinden, halk devrimlerinin karşısında kolaylıkla teslim olmasını bekleyemeyiz.

Amerika, devrim hattının içine girdiği zaman, ulaşmak istediği hedefleri vardı. Birincisi, kayıplarını ellerinden geldikleri kadar azaltmaktı. İkincisi, İslam ve Arap halkları arasındaki imajını düzeltmekti. Çünkü bölgemizde son senelerde hatta bundan daha birkaç ay önceye kadar İnsanların Amerika’dan nefret ettiğini, Arap ve İslam ümmetlerinin Amerika siyasetini ve iradesini kabul etmediklerini görmekteydik. Amerika’yı bölge halkı, suçlu ve terörist ülke olarak görmekteydi. Üçüncüsü, devrim ülkesindeki alternatif rejimi belirlemektir. Amerika, bu devrimlerin içine girdiğinde aslında kendisine ortak olacak alternatif bir yönetimi yakalamak hedefindeydi. Eğer elinde olsaydı, alternatif yönetimin eskisine nispeten daha itaatkar olmasını tercih ederdi. Şimdi ise yeni bir tarzla, halkın yanındaymış gibi gözüküp kendilerine alternatif yönetimler bulmaya çalışmaktalar. 

Mesela şuan Tunus’ta seçimler var. Bu son derece güzel bir durum. Halkın %80’i, %90’ı seçimlere katıldı. Seçimlerin sonucu açıklandıktan sonra uluslararası toplumun bu seçilen yönetimi kabul edip etmeyeceğini, saygı duyup duymayacaklarını merak ediyorum. Tunus’taki yeni yönetim, seçimler aracılığıyla halkın iradesi gölgesinde olacak. Yarın seçim sonuçları açıklanacak. Libya’ya gelince aynı durum söz konusu. Mısır’da da aynı durum söz konusu. Biz, şuanda alternatif rejimin halkın iradesine mi yoksa Amerika’ya mı boyun eğeceği hususunda net bir şey söyleyemeyiz. Her şey seçimlerden sonra belli olacak.

Devrim yaşanan ülkelerde halk, bilinci ve dikkatiyle Amerika’ya karşı tutum sergilemelidirler. Bunu, devrimlerin halk devrimi olarak kalması için yapmalıdırlar. Amerika yönetiminin, onların dostları olmadığını bilmelidirler. Amerika, bazı ülkelerdeki zor ve çetin şartlardan istifade ederek devrimcilerle yakınlık kurmuş olabilir. Bu şekilde diktatör rejimlere karşı kendisini savunucu, dost ve koruyucu olarak gösterebilir. 

O halde öncelikle bilinç önemli. Daha sonra ise halk, gerek seçim sandıklarında gerekse meydanlarda katılım sağlamalıdır. Seçimlere katılmayı haram kılan, fetva çıkaranların sözlerini dinlememelidirler. Çünkü sandıkta oy kullanmak, halkın iradelerini ifade etmenin modern yöntemlerinden birisidir. Tunus, Mısır, Libya… Bu üç devlette halk, katılımını, varlığını her alanda devam ettirmeli, hedeflerine ulaşmakta gaflete düşmemelidir.

Halk, ellerindeki fırsatları değerlendirmeli ve kendi iradesini siyasi katılım ve sandıklarda yönetime kabul ettirmelidir. Bilinç, anlayış ve ulusal birlik çok önemlidir. Çünkü Amerika ve batı, genel olarak eğer karşılarında halk destekli ve kendi maslahatlarına itaat etmeyen bir yönetim görürseler hemen o yönetimi abluka altına alacak, devirmeye çalışacak, ülkeyi karmaşaya, fitneye, iç çatışmaya, ayrışmalara sürükleyecektir. Gerek ırki gerek bölgesel gerekse coğrafi olsun o ülkede ayrılık çıkarmaya çalışacaktır. Aynı Kuzey Afrika’da olduğu gibi bölgede mezhepsel ve ırksal bölünmeler gerçekleştirilecektir. Halk devrimi liderleri bu konuda çok bilinçli olmalıdır. Önlemlerini almalıdırlar. Devrimin asıl başarısı ve akan kanın durması, meydanlarda anlayış, ulusal birlik ve iç çatışma yaşanmasının engellenmesiyle gerçekleşecektir. 



Bölgeyi Tehdit Eden Unsurlar (İsrail-Amerika ve Tekfirciler)

Bölgedeki azınlıklar mevzusu, devrim sonrasında azınlıkların akıbetinin ne olacağı, çok hassas bir konudur. Azınlıkların, haklarının korunması için kendi aralarında koalisyon kurmaları fikrinden önce bu oluşumu tetikleyen tehdidin ne olduğunu öğrenmemiz gerekir.

Biz biliyoruz ki tehdit, hedef alınanların hedef alana karşı birleşmesini sağlamaktadır. Bu, mantıklı bir durumdur. Öncelikle bu tehdit nedir? Şimdi bunun araştırmasını yapmayacağım. Ama genel şekliyle, bölgedeki ilk tehdit, İsrail’in varlığıdır. Bu tehdit, Müslüman, Hıristiyan, Araplar, yabancılar, halklar ve hükümetlerin hepsini tehdit etmektedir. O halde öncelikli tehdit İsrail’dir. Filistin’de oluşturduğu tehdit ortadadır. Filistin’de sadece Müslümanları hedef almayan, Hıristiyanları da kapsayan, Filistin halkının tümünü tehdidi altında bırakmıştır. Çünkü İsrail Devleti, safi ve ırkçı Yahudi bir devleti olmak istemektedir.

İkinci tehdit ise Amerika ve Amerika’nın projeleridir. Özellikle de son 10 yıldır, Amerikalılar yeni Ortadoğu’nun inşası için çalışmaktalar. Biz, Ortadoğu’ya geldikleri günden beri, bu tehditle karşı karşıyayız. Tabi ki bu projeler başarısız oldu. Ama şuan bu projeye yeniden hayat kazandırmak için çalışmalar var. Direniş, verilen kurbanlar, irade, ve bu yönetimlere karşı çıkılmasının ardından, bu projeler başarısızlığa uğratıldı. Şimdi de kalkmışlar, o projeleri yeniden canlandırmaya çalışmaktadırlar. Burada tehdit nerede? Yeni Ortadoğu Projesi, bölgeyi ırki, etnik, mezhepsel esaslara göre ayırmayı ve kurulacak ayrılıkçı devletler arasında çatışmalar yaratmayı hedeflemektedir. Bu şekilde İsrail, bölgedeki tek güçlü demokratik ülke olarak varlığını sürdürecektir. Bu, tehdit oluşturmaktadır. O halde Amerika projesi yani Büyük Ortadoğu Projesi ve İsrail, sadece “Lübnan ile doğudaki Hıristiyanları tehdit etmektedir” diyebilir miyiz? Ya da Şiileri, Dürzileri, Alevilileri, İsmailileri ya da sadece Ehli Sünnet’i tehdit ediyor diyebilir miyiz? Hayır! Bu unsurlar, bölgedeki Müslüman, Hıristiyan, bütün bölge halkının varlığını tehdit eden unsurlardır.

Üçüncü tehdit ise aşırı şiddet yanlısı tekfirci akımlardır. Bu gruplar, öldürmeyi kendilerine tarz edinmişlerdir. Aynı şekilde bu tehdit de ne sadece Dürzileri, İsmailileri, Zeydileri ya da İbadileri tehdit etmektedir. Bilakis aynı şekilde tüm bölge halkını tehdit etmektedir. Biz, bölgede sadece Sünni çoğunluğun tehdit altında olduğunu söyleyemeyiz. Dini, mezhepsel ve etnik azınlıklar da Amerika ve İsrail’in aralarında ayrılık çıkarma tehdidiyle karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. 

Şiddet yanlısı tekfirci akımların kendilerini cihadi olarak tanımlamaları kesinlikle doğru değil. Mesela Irak’ta Amerika işgali başladığı andan son zamanlara kadar hiçbir din mensubu ya da mezhep mensupları yok ki intihar eylemlerinin hedefi olmuş olmasın. Bu intihar eylemlerinin adını şehadet eylemleri olarak isimlendirmemiz doğru değil. Bomba yüklü araç, suikast ve cemaat tasfiyeleri … Bunlar, şia ve mescitlerini, Huseyniyatları, imamların kabirlerini, makamlarını, bu kabirleri ziyaret edenleri, okulları, çarşıları, toplantı yerlerini hedef almaktadır.

el Kaide tarafından gerçekleştirilen bu intihar saldırıları, aynı zamanda Sünnilerin ve diğerlerin mescitlerini de hedef almaktadırlar. Ramazan ayında Bağdat’ın en önemli camilerinden Ummu Kura Camii’nde, Irak’taki Sünni Vakfın başkanı Dr. Ahmed Samarrai’yi karşılamak için toplanan mescit halkı hedef alındı. Şeyhin kendisi saldırıda yaralandı. Ehli Sünnet’ten 30 kişi bu saldırıda şehit olurken onlarca kişi de yaralandı. 

Bu konu hakkında yayın yapan bir kanalda sunucu, konuk şeyhe şunları söylüyordu: “Şuana kadar Irak’ta Sünnilere ait camilerde görev yapan 250 imam ve hatibi öldürüldü.” Şeyh bunu düzelterek dedi ki: “Hayır! 350 imam ve hatip öldürüldü.” Bu konuşmada konuk şeyh, şiddet yanlısı örgütleri ve el Kaide’yi bu ölümlerden sorumlu tuttu. Sunucu, bu cevabın ardından, bu olayların sorumluluğunu bölge ülkelerine yıkmak istedi. Zannedersem bu ittiham, hoşuna gitmedi. Ama Şeyh şu cevabı verdi: “Ben, %90 bir kesinlikle söyleyebilirim ki 350 Sünni İmam ve hatibin Irak’ta öldürülmesini el Kaide, organize etti. El Kaide, kendisi bu eylemleri üstlenmekte ve iftihar etmektedir. Irak’ta hiçbir din mensubu, hiçbir ibadethane (ki gerek İslami gerek Sünni gerek Şii gerek Hristiyan olsun) bu saldırıların hedefi olmaktan kurtulamadı. Irak’taki tüm ırklar (Arap, Kürt ve Türkmenler) bu saldırıların hedefi oldu. 

Bundan kısa bir zaman önce Dr. Eymen Zevahiri’nin 4 binden fazla intihar eylemi gerçekleştirdiklerini duydum. Onlar, bu eylemlere şehadet eylemleri demektedir. Soruyorum: Bu operasyonlardan kaç tanesi Amerikalıları hedef aldı? 200,400, 300, 1000 ? 3000’den fazla intihar eylemi, Irak halkına, askerine ve polisine yönelik olarak yapılan eylemlerdi. O halde burada da azınlıkların hedef olmadığını görmekteyiz. Tüm Irak halkı, hala hedef alınmaktadır. Patlatıcı yüklü araçlar devam etmekte, intihar eylemleri sürmektedir. Bununla şu noktaya ulaşmak istiyorum. Zannedildiği gibi bölgedeki tek hedef Sünni çoğunluk değildir. Ben bunu bölge düzeyinde söylüyorum. 

Mesela Afganistan’da Amerikan işgalinden önce Taliban, bazı bölgeleri işgal ettiğinde Mezarı Şerif’e girdi. Mezarı Şerif halkından binlerce Sünni Tacikistanlıyla binlerce Şii Hezaralılar öldürüldü. Taliban, kendisinin İslami cihadi bir hareket olduğunu iddia ediyor. Afganistan’daki intihar eylemleri, NATO’yu hedef almıyor. Çoğunluğu Sünni olan sivilleri ya da eski devlet başkanı İslami Hareket lideri olan, kendisinin Afganistan’ın Sovyetlere karşı verdiği mücadelede köklü bir geçmişi olan ve önemli bir rol oynayan, ulusal, barışçıl ve birlikçi bir kişiliğe sahip olan Burhaneddin Rabbani’yi intihar eylemiyle öldürüyor. Bunu yapan da kendisinin Müslüman ve Sünni olduğunu iddia ediyor.

Pakistan’a gelince… Orada da aynı durum söz konusudur. Bundan birkaç ay önce Pakistan’ın Mezarsufi bölgesinde, intihar eylemcileri sufilere saldırarak 200 Müslümanın öldürülmesine ve yüzlercesinin yaralanmasına sebep oldu. Kueyta ve diğer yerlerde öldürdükleri masum insanlar Şii değillerdi. Sünniydiler. 

Pakistan’dan başka bir örnek verecek olursak, Pakistan’da sufi olmayan Sünni bir mescidin imamı, Taliban’ın siyasetini eleştirdiği için, bir hafta sonra intihar eylemcileri camiye gönderildi. Bu olay sonrasında cami imamı ve cemaatinden yüzlercesi (ki bunların hepsi Sünniydi) öldü. Şuan Somali’de de aynısı yaşanıyor. Biliyoruz ki Somali hükümeti de muhalefet de İslami görüşe sahip. Aynı zamanda milyonlarca Somalili kadın ve erkek, çocuklar açlık tehdidi altında. Dünya da bu insanlara yardım göndermekten aciz.

Biz, bölgede Sünni çoğunluğa karşı azınlıkların koalisyon oluşturmalarını gerekli görmemekteyiz. Biz, bundan daha geniş bir koalisyona ihtiyaç duymaktayız. İçinde İslamcıların Hıristiyanların diğer din mensuplarının, bütün mezheplerin ve ırkların oluşturduğu bir koalisyona ihtiyaç duymaktayız. Çünkü bu unsurların hepsi, İsrail, Amerika ve tekfircilerin tehditleri altındadır. 

Arap ve İslam aleminde, büyük siyasi liderler, İslami, Şii, Sünni ve Hıristiyan din adamları, diğer İslami mezheplerin müntesipleri bulunmakta. Önemli partiler ve ciddi akımların varlığını inkar edemeyiz. İslami hareketler arasında, Sünni dini liderler ve Sünni İslami hareketlerin sorumluluğu diğerlerine göre daha fazladır. Çünkü belli bir akıma karşı çıktığında onlar, kolaylıkla bu konuyu mezhepsel bir mevzuya dönüştürebiliyorlar. Ama Sünni din alimleri ve Sünni İslami hareketler, bir olayın karşısında durduklarında bu ithamla karşı karşıya kalmamaktadırlar. 

Mesela Irak’ta, bazı akımlar seçimlere katılmayı haram görmekte. O kendi kararında özgürdür. Ama seçimlere katılan hiç kimseyi tekfir edemez ve onun kanını helal kılamaz. Buna nasıl bir karşılık verilmelidir? Bu genel bir sorumluluktur. Bundan dolayı biz, azınlıkların koalisyon oluşturması gerektiği çağrısında bulunmuyoruz. Ben, Lübnan’da Hıristiyanların ya da diğer etnik azınlıkların, azınlıklar koalisyonu oluşturmak gibi bir düşünceleri olduğunu düşünmüyorum. Biz, bu konuları kendi aramızda tartıştık. Ve olayı bu şekilde değerlendirdik. 

Libya Devrimi

Öncelikle biz, Libya halkının elde ettiği bur zaferden ötürü çok mutluyuz. Libya’daki savaş ve çatışmalar sona erdi. Bugün Libya halkının önünde büyük sorumluluklar var. Birincisi, yönetimi değiştirmekle yetinmeyecek aynı zamanda Libya’yı yeniden inşa edecek, devlet kuracak, yeni bir yönetim kuracak, yeni kurumlar kuracak. Çünkü göründüğü kadarıyla bundan önce gerçek bir devlet yapılanması Libya’da söz konusu değildi. Libya’da aşiret sistemi vardı. Libya, devrim sırasında büyük bir yıkıma uğradı. O halde siyasi oluşum, tekrar yapılanma, bireylerin yeniden inşa edilmesi Libya’nın öncelikli sorumluluğudur. 

Savaş, çok derin izler bıraktı. Devrimcilerin halkı barışa, affetmeye, müsamaha göstermeye ve anlayışlı olmaya çağırmaları gerekiyor. Eğer bunlar olmazsa Libya halkının saflarının parçalanması kolaylaşır. Libya halkının bağımsızlığı, istiklali, doğal kaynaklarından istifade etmesi, son derece önemlidir. 

NATO ve özellikle Fransa, Libya halkının kendilerine karşı borçlu olduğunu düşünüyor. Şimdiden bir şeyler istemeye başladılar. Bunların karşısında durmak ve sağlam bir siyasi idare gereklidir. Umarız, Libya halkı devletin ve ülkenin yapılanmasını sağlayabilir, bağımsızlıklarını koruyabilir. Halkın seçimlere katılımı ve siyasette aktif olmaları, seçim sonuçlarının kabul edilmesi de bir sorumluluktur. İnşaallah, bundan sonra Libya’yı parlak bir gelecek beklemektedir.

Biz, genelde Lübnanlılar ve özelde İmam Musa Sadr’ın sevenleri ve öğrencileri, çok duygusal günler yaşamaktayız. Yıllardır, şu söylenir: “İmam’ın geri dönmesini sağlamak ve özgürlüğüne kavuşması için şunlar gerekmektedir: İlki, Kaddafi’nin ölümü ve ikincisi ise Libya yönetiminin değişmesidir.” 

Şimdi her ikisi de gerçekleşti. Hali hazırda çok çetin günler ve haftalarla karşı karşıyayız. Şuana kadar elimizde İmam hakkında bir bilgi yok. Çünkü araştırmalar henüz gerçekleştirilmedi. Trablus düştü. Ama Trablus’ta detaylı araştırmalar yapıldı mı? Ya da hala açığa çıkartılmamış gizli hapishaneler var mı? Ya da Sirt’te ne oluyor? İmam Sadr’ın hapsedildiği şehirlere ilişkin farklı iddialar var. Bunun araştırılması gerekiyor. 

Bizim açımızdan, Lübnan hükümeti bu konuyu ciddi bir şekilde ele aldı. Libya’ya resmi bir heyet gönderdi. Cumhurbaşkanı ve başbakan, bu konuyla yakından ilgilenmektedir. Kardeşimiz Meclis Başkanı Nebih Berri de bu konuyla yakından ilgileniyor. İmam Sadr’ın ailesi aynı şekilde yakından ilgilenmekte. Biz de ciddi anlamda konuyu takip etmekteyiz. Bazı arkadaşlar, bu konuda bize yardım ediyor. Libya’ya giden heyetin, oradaki bağlantılar sayesinde bir neticeye umacağını ummaktayız. Bu konu, Lübnan ve Filistin için çok önemlidir. Çünkü İmam Musa Sadr, sadece Şiilerin İmamı değil vatanımızın ve direnişin de imamıydı. Kudüs’ün ve Filistin direnişi bayrağının hamilerindendi. Bu insani, ahlaki ve cihadi bir olaydır. En yakın zamanda bir sonuca ulaşmayı umud ediyoruz. 

Amerika’nın Irak’tan Çekilişi

Amerika’nın Irak’tan askerlerini çekmesi, tam anlamıyla Irak halkının gerçekleştirdiği bir zaferdir. Bunu abartmadan söylüyorum. Irak halkı, direnişi ve Amerikan iradesine boyun eğmeyen Iraklı siyasi güçlerin iradesi sayesinde bu zaferi gerçekleştirmiştir. 

Bu zafer, bölgedeki direniş ve karşı koyuşun bir parçasıdır. Bu, Irak halkının siyasi iradesinin ve direnişinin yanında duran Irak’ın, Amerika’nın ağzındaki lokma haline gelmesini engelleyen herkesin zaferidir. Amerikalılar, Irak’ta tarihi bir hezimet yaşadılar. Bunu ben söylemiyorum. Bu savaşı yapanlar söylüyor. Cumhuriyetçiler, şuan bunları kendileri itiraf ediyor. İtiraflarında Irak’ta tarihi yenilgi yaşadıklarını başta İran olmak üzere bir çok düşmanın bu savaşta galip geldiğini belirtiyorlar. Irak halkına, direnişinden dolayı tebriklerimi sunuyorum. Şehitler, hala hapishanelerde olan esirler, bu savaşta verdikleri kurbanlardı. Irak hükümetinden en yakın zamanda bu esirleri serbest bırakmasını istemekteyiz. 

Buradan önemli bir ders çıkarabiliriz. Eğer Irak, Amerika için mutlu oldukları bir ülke olmuş olsaydı, Obama ve diğerleri, Amerikan askerlerini Irak’tan çekmek zorunda kalır mıydı? Tabii ki hayır! Orada kalır ve orada askeri birlikler oluştururdu. Direniş, Amerikalıları Irak’a dar etti. Amerika’nın Irak’ta vermiş olduğu kaybın haddi hesabı yok. Buna hiçbir şekilde katlanmaları mümkün değildi. Ekonomik, insani, psikolojik kayıplar yaşadılar. 

İkinci olarak Irak halkı şiddet yanlısı akımlar sebebiyle bir çok kurban verdi. Irak’ta verilen kurban, daha az olabilirdi. Bu akımlardan bazılarının direnişe katıldıklarını inkar etmiyorum. Ama onlar, bütün eforlarını direniş için sağlasalardı. O zaman daha büyük daha hızlı ve daha az kaybı olan bir zafer gerçekleşmiş olurdu. İnsaflı olmamız gerekiyor. 

“Siyasete atılım mı yoksa silahlı mücadele mi?” sorunu, Irak’ta sürekli tartışma konusu olmuştur. Biz, arkadaşlarımıza her zaman şunu söyledik: Bu ikisinde de bulunmalıyız. Hem direnişte hem de siyasi arenada, varlığımızı sürdürmeliyiz. Siyaseti bırakırsak ülkeyi Amerika’ya tabi siyasi partiler ele geçirecek. Bu hükümet, Pentagon, CIA, Amerika Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olacaktır. Arap ülkeleri, bu tür hükümetlerle dolu. Iraklı asil siyasi güçlerin, siyasi arenada mücadele vermeleri, doğru olanıdır. Bazıları onları tekfir etse de şuan Irak’taki Millet Meclisi, Irak hükümeti ve Irak yönetimi, Amerika yönetimine boyun eğmemektedir. Sadece Irak halkının maslahatını gözetmektedir. Çünkü, ortada seçimler var. Parlamentoyu halklar oluşturmaktadır. Çünkü hükümet, halk tarafından seçilmiştir. Hükümetin tek görevi, halkın iradesini gözetmesidir. 

“O halde bu tarihi zafere ulaştıran unsur nedir?” Cevabı: “Direniş ve siyasi katılımdır.” Bu katılım, samimi olup tüm bağımlılıklardan uzaktır. Bazı devletler Irak halkına, direnişine, siyasetine kucak açtı ve onu siyasi katılıma teşvik etti. Aynı zamanda Irak’tan kaçan mültecilere de kucak açtı. Bu olay, Amerikan projesinin bölgede uğradığı hezimetin başlıcalarındandır. 

İsrail, nasıl Lübnan’dan çıkmak zorunda kaldıysa aynı şekilde Amerika da Irak’tan çıkmak zorunda kalacak. Amerika, Irak hükümetiyle güvenlik anlaşmasının uzatılması noktasında çaba sarfetti. Ama Iraklılar bunu reddettiler. “Bu anlaşmayı bitirdik” dediler. Yeni söylemler geliştirdiler. Amerika, müzakereler sırasında, Irak’ta 50.000 askerini bırakmak için çabaladı. Bu kabul edilmedi. Sonra 30.000’e daha sonra da 10.000’e indirmeye çalıştı. Büyükelçiliği’nin Konsolosluğu’nun müsteşarların korunması için bu askerlerin kalması gerektiğini iddia ediyordu. Ama bu kabul edilmedi.

Şimdi, pazarlığın 3.000’e çekildiği ve bunların müsteşar, uzman ve antrenörler olduğu söylenmekte. Bu konuda, Irak’taki kitleler, ihtilaf içerisinde. Irak hükümeti, eğer 500 ya da 1000 askere Irak’ta kalma izni bile verse bununla alakalı şartlar koyacak. Ve 

Amerikan yönetiminin bu şartların dışına çıkması mümkün değil.

İran-Amerika Krizi

Amerikalılar, İranlılarla sıcak bir hat açmak, doğrudan iletişime geçmek istedi. Amerika, İranlı bir generali aracı kılarak İran yönetimiyle iletişime geçmek istedi. Ama İran bunu reddetti.

Amerika’nın kendisi, İran’la yakın temasa geçmeye ihtiyaç duymakta. Amerika, Irak ve Afganistan için İran’la iletişime geçmek istiyor. Bölgedeki diğer dosyaların hepsi, Amerika için ikincil bir dosyadır. Onlar, İran’ın Irak ve Afganistan’a olan etkisini biliyorlar. Bir şekilde hezimetlerinden kaynaklanan geri çekilme hakkında bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorlar. 

İranlıların görüşmeleri reddetmesi, Amerikalıları çıldırttı. Bundan ötürü Suudi Arabistan Büyükelçisi’ne suikast girişiminde bulunulduğu yönündeki gerçek dışı dosyayı ortaya attı. Tamamen uydurulmuş bu dosyanın amacı İranlılara baskı yapmaktır. Bu uydurulmuş dosyayı açmanın hedefinin, İran’a karşı açılacak savaş için olduğunu düşünmüyorum. İran üzerindeki baskı ve yaptırımların artırılması için ortaya atılmış olabilir. Buradaki hedef İran’ın dolaysız müzakereler için Amerikalılarla masaya oturmak için ikna etmektir. Ama İran, bunu hala reddetmektedir. 

Bazı Avrupa ülkelerinde gerçekleşen 5 daimi üyenin katıldığı görüşmelerde BM temsilcisi de hazır bulunuyordu. İranlı temsilci oturuma katılmayı kabul etti. Amerikalılar, bu oturum boyunca İranlılarla ikili görüşme yapabilmek için büyük çaba sarfetti. Ama İranlılar bunu kabul etmedi. Bu dosyayı ortaya atmalarının sebebi ise İran’a, müzakereler için baskı yapmaktır.

Bu dosya, yaptırımları vurgulamak için kullanılabilir. Ve bunun hedefi, İran’ı boyun eğdirmek de olabilir. Ya da bu iddiaların hedefi, bölgede Suudi Arabistan ile İran arasındaki gerginliği artırmak da olabilir. Ama nihayetinde İran, bölgede etkin bir ülkedir. Aynı şekilde Suudi Arabistan da etkin bir ülkedir. Yine bu dosyayla, Şii ve Sünni fitnesi oluşturdukları gibi Arap ve Farisi fitnesi oluşturmayı hedeflemiş de olabilirler. Bana göre İran, Amerika’yla doğrudan yakın ilişkilere girmemesinden ötürü böylesine bir ithamla karşı karşıya kalmıştır. 

Şuanda Amerikalılar, İran’a karşı bir savaşa girmeye hazır değil. Bölgedeki bir çok stratejik uzman, aynı şeyi söylüyor. Bunun sebebi, Amerika’nın askeri ve güvenlik alanlarında uğradığı hezimetti. (Bu yenilgi, Afganistan ve Irak’ta söz konusu oldu.) Amerika’nın içerisindeki ekonomik kriz de savaşa izin vermemektedir.

Amerika, içerisinde İsrail’in de bulunduğu tüm dış yardımlarını durdurdu. Bu, neye delalet ediyor? Amerika’daki ekonomik krizin büyüklüğüne delalet ediyor. Amerika, bu ekonomik krizde ve bu psikolojik bozuklukla yeni bir savaşın içerisine girmesini düşünemeyiz. Hem de İran Cumhuriyeti’ne karşı asla! Ben bu olasılığı çok düşük görüyorum. Bu tür tehditler bitti ya da bitmek üzere. Ben, bunu dışarıdan gözlemde bulunan bir kişinin çıkarımı olarak söylüyorum. Amerika Dışişleri Bakanı İsraillilere gelerek “Dikkat Edin! Sakın kendi başınıza savaşa girişmeyin! İran’a vurmayın!” diyorsa, bundan Amerika’nın bölgede savaş istemediğini anlarız. 

Onların istediği tek şey, İran’ı caydırmak ve İran’a Amerika planıyla beraber uyumlu bir şekilde bölgede yaşamayı öğretmektir. Bizim, Suudi Arabistan’daki kardeşlerimizden talebimiz ise bu oyuna gelmemeleridir. 

Silahsız, patlayıcı taşımayan hatta elinde el bombası dahi taşımayan bir kişinin tutuklandığı söyleniyor. Bu kişi, İran asıllı olup Amerikan vatandaşlığına sahiptir. Garip olan eğer İranlılar herhangi İran asıllı Amerikan vatandaşı sorguya çekseler ve yargılasalar, Amerikalılar bu kişiyi savunur ve “Bu kişi, Amerikalıdır. Bizim vatandaşımızdır” der. Şimdi ise Amerikalılar “ Bu İranlıdır” demektedir.

Bahreyn Devrimi

Biz Arapların iç işlerine karışmayız. Tunus’ta devrim başladığı zaman, Tunuslu devrimcileri desteklememiz, “iç siyasete müdahale addetmemizden” ötürü biraz gecikti. Bahreyn’le dayanışma kutlamalarımız oldu. Ama sadece Bahreyn’le değil. Tunus, Yemen, Mısır ve Libya’daki devrimlerle dayanışma içerisinde olduk. Bunu yaparken Şii ve Sünni ayırımı yapmadık. Ve henüz daha Suriye’de de olaylar başlamamıştı. Biz, bu devrimci halklarla Amerika’ya uşaklık yapan yönetimlerin karşısında dayanışma sergilemekteyiz. Bu yönetimler, Arap-İsrail mücadelesinde bildiğimiz tutumlarını sergilemişlerdi. Amerika’nın projelerini desteklemişler. Ve halklarına zulmetmişlerdir. Bu halklar, hürriyet ve bağımsızlık istemektedirler. Aynı zamanda ülkelerinin, ümmetin kucağına dönmelerini istemişlerdir. 

Bahreyn mevzusuna gelince, Bahreyn halkının zulme uğradığını düşünmekteyim. Devrimleri destekleyen Araplar, Arap Baharı’ndan bahsederken tüm devrim ülkelerinin adını söylüyorlar ama Bahreyn’i anmıyorlar. Sanki Bahreyn halkı, ne Arap ne de Müslüman. Sanki Arap bölgesinin bir parçası değil. Sanki Bahreyn’de demokratik bir yönetim varmış gibi davranıyorlar. Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da gerçekleşen devrimlerin sebeplerinin aynısı Bahreyn’de de mevcut. Yönetimin yapısı, bölgesel duruşu, içerideki zulüm, parlamentonun seçilmişlerden oluşmaması, Meclis’in yarısının belirlenmiş, dışarıdan peydahlanmış, ehil olmayan kişiler olduğunu görmekteyiz. Bundan ötürü Bahreyn halkını mazlum görmekteyiz. 

Bazıları bizi, Suriye’de yaşananlara karşı bakışımızdan ötürü çifte standart uygulamakla suçluyor. Onlara cevabım, sizinle çifte standardı tartışabilirim. Siz, kendi standartınızı söyleyebilir misiniz? Ben size, Suriye devrimine karşı neden farklı bir tavır sergilediğimi söyleyebilirim. Ama siz, Bahreyn devrimine karşı neden farklı tavır sergilediğinizi söyleyebilir misiniz? Bahreyn’de büyük bir halk kitlesi, harekete geçti. Baskı ve şiddetle karşılanan halktan onlarca kişi şehit oldu. Yüzlerce kişi yaralandı ve hapse atıldı. Hapsedilenler işkenceye maruz kaldı. Memurlar, işlerinden atıldılar. Yaralıyı iyileştiren doktorlar yargılandı. 

Benim bildiğim kadarıyla Bahreyn muhalefeti bir uydu kanalına dahi sahip değil. Siz, ne derece abluka altında olduğunu artık takdir edersiniz. Ama diğer Arap devrimleri için onlarca uydu kanalı açıldı. Her halükarda bu barışçıl halk hareketinde şuana kadar ne silah ne bomba ne kılıç ne taş hiçbir şey görmedik. Biz, Bahreyn halkının hareketinin oldukça barışçıl olduğunu düşünüyoruz. Nihayetinde halkın iradesi ve hareketin liderleri, hareketin tabiatını belirliyor. Yoksa sen ya da ben belirlemiyoruz. Herkes, vatanını diğerlerinden daha iyi bilir. Uğradığı zulme, abluka altında olmasına ve bir çoğunun bu halkı yalnız bırakmış olmasına rağmen bu halk, güçlü imanı, basireti, iradesi, cesareti ve sabrıyla gösterileri sürdürmeye devam edecektir. 2 ya da 3 yıl sürse dahi sonunda hedeflerini gerçekleştireceklerdir. Çünkü onlar, seçimler sonucu oluşturulmuş bir parlamento istiyorlar. Dünyadaki demokrasi çığırtkanları, Bahreyn için nerede? 

Ben, Bahreynli gençler için hiçbir çağrıda bulunmuyorum. Çünkü bu, Bahreyn’in içişlerine müdahale olarak algılanabilir. Ama bildiğim tek şey, Bahreynlilerin sebatkar ve bilinçli olduklarıdır. Tüm ülkeye, ülkedeki herkese, içeride birlik ve vatan birliğini koruma, halk hareketinin birleşmesi, hikmetli devrim liderleriyle uyum içerisinde hareket etme çağrısında bulunuyorum. Bu şekilde devrimin varmış olduğu merhaleyi netleştirmiş oluruz. Eninde sonunda bu yönetim, halkın iradesine boyun eğecektir.

Filistin Davası 

Biz, Gilad Shalit ve esir takası mevzusunu, başından sonuna kadar net bir zafer olarak görmekteyiz. Birincisi, Filistin direnişinin bu askeri elinde sağ olarak tutması, büyük bir başarıdır. İkincisi, bu askerin İsrail ve İsrail ajanlarından uzaklaştırıp, ona ulaşmasını engellemek, aynı şekilde büyük bir başarıdır. 5 yıldan daha fazla bir süredir bu askeri elinde bulundurmaları, takdire şayan bir durumdur. Üçüncüsü ise Gazze halkının direnişi ve sabrıdır. Biz biliyoruz ki Gazze’nin abluka altına alınmasının sebebi, Shalit’in Filistinlilerde esir tutulması gösterilmişti. Ablukanın ardından bölgede gerçekleşen savaşta, Gazze halkı direnişini ve sabrını sürdürdü. Asla, Hamaslı kardeşlerine “Shalit’i verin de kurtulalım” demedi. Bu başarının temelinde, Gazze halkının direnişi yatmaktadır. Sonunda İsrail, Shalit’i geri almak için ne savaşın ne ablukanın çözüm olmadığını anladı ve esir takasını kabul etmek zorunda kaldı. 

Hamas, uzun süre direndi. Ve şartlarını ortaya koydu. Eğer bir gün bu şartlardan geri adım atsaydı ya da bu dosyanın takibinde bir zafiyet söz konusu olsaydı bu kadar güzel bir başarıya imza atmak mümkün olmayacaktı. Bu zafer, başından sonuna kadar tarihi, büyük ve net bir zaferdir. En önemlisi, direniş kültürünü ve direniş tercihinin elini güçlendirmesidir. Bu direniş, müebbed yiyen ve işgalcilerin öldürüldüğü eylemlere katılanları serbest bırakılmasını sağlamıştır. Bunu yaparken izzetiyle ve hiç kimseye minnet duymadan yapmıştır. 

Bu olayda, Hamas’ın ve direnişin daha da destek topladığını gördük. Bundan ötürü Netanyahu, “Filistin Yönetimi’ni desteklemek için araçlar araştırıyoruz. Eğer Filistin Yönetimi’ni güçlendirecekse başka esirler de serbest bırakılsın” dedi. Ama sonunda, Netanyahu’nun minneti altında kalacaklar. Çünkü İsrail, “Sizi, ben serbest bıraktım” diyecektir. Ama İsrail ile Hamas arasındaki bu takastan, halkıyla beraber direnen direnişin şartlarına İsrail’in kendisi boyun eğmek zorunda kaldı.

Artık Filistin ve Lübnan direnişinde esirlere verilen önemin arttığını görmekteyiz. Şehitlerimizin naaşları bile bizim için çok önemlidir. Bununla alakalı her fırsatta başarılı esir takasları yapmaktayız. 1 kişiye karşılık 1027 kişinin serbest bırakılmasında olumsuz bir durum söz konusu değildir. Bu durum, bizim insanımızın değerinin kıymetsiz olduğu anlamına gelmemektedir. Eğer bizim elimizde 1000 tane esir ve İsrail’in elinde 100 tane esir olsaydı. Biz yine 100 esirimizi almak için 1000 İsrailli esiri verirdik. Hatta 1 kişi için bile 1000 tanesini verirdik. Çünkü İnsanın bizim dinimizde, kültürümüzde ve inancımızda değeri çok yücedir. 

Esir takası anlaşmalarında rakamlar ne kadar oynarsa oynasın, durum değişmez. Ama aynı zamanda İsrail’in esirlerine verdiği önemi de görmezlikten gelemeyiz. Ben, günün birinde şunu söylemiştim. İnsanlar bu söylediklerimize tahammül edememişlerdi: “Eğer düşmanımızın olumlu tarafları varsa onu itiraf etmeliyiz. Şaron, çocukları öldürdü, katliamlar işledi, Sabra ve Şatilla’yı yerle bir etti. Ama aynı zamanda esirlerini geri almak için, büyük çaba sarfetti.” Bu önem ve itina, düşmanımızın olumlu noktalarındandır. Eğer, biz böyle bir durum karşısında esirlerimize olan vefamızı yerine getirmezsek, bu altından kalkamayacağımız bir ayıp olarak kalacaktır. 

Hamas’ın Suriye’yi terk etmek istediğine dair elimde analizler değil, gerçek bilgilerin ta kendisi vardır. Biz, gazetelerde yazılmayan ve söylenmeyenleri biliriz. Hamas’ın Şam’dan çıkmak istediği, tamamen yanlış bir haberdir. Ne o Şam’dan çıkmak istiyor ne de herhangi birisi Hamas’ı Şam’dan çıkarmak istiyor. Suriye yönetimi dahi Hamas’ın Şam’dan çıkmasını istememektedir. 

Esir takasındaki anlaşma için yıllarca uğraşıldı. Arap devrimlerinden önce bu anlaşma gerçekleşmek üzereydi. İsrailliler, bir çok konuda geri adım atsalar da, Hamas’ın şartlarına hala uygun değildi. Bundan ötürü bu uzlaşı ertelendi. Şuan şartlar olgunlaştı. Filistin direnişinden kardeşlerimiz ve özellikle de Hamas, bu uzlaşıyı münasib gördüler. Bu fırsatı değerlendirerek, önümüzdeki başarıya imza attılar. Ben, esir takasının en yakın zamanda olmasını isteyenlerdendim. Hamaslı kardeşlerime şunu söylüyordum: “Gilad Shalit, şuan yaşıyor. Farzedin hastalandı ve öldü. Eğer ölürse kıymeti düşer. Şuana kadar İsrail, yerini bulmaktan aciz kaldı. Ama Allah korusun, eğer teknik bir hata olur ve İsrail onu ele geçirirse, bu tam bir faciaya dönüşür.”

Ama zaman Filistin direnişinin lehinde ilerledi. Bu takas, yakın zamanda elde edilebilecek en iyi şartlarda gerçekleşti. Ve Hamas bunu yaparken siyasi itibarını daha da yükseltmek için yapmadı. Sadece insaniyet namına bu anlaşmayı gerçekleştirdi. 

Filistin, Güvenlik Konseyi’nde tanınmayacak. Çünkü Amerika’nın vetosu ilan edildi ve hazır. Bundan dolayı, Amerika’nın göstermiş olduğu uğraşıların hepsi, imajını düzeltmek içindir. Ama bunu yaparken bile başarısız oluyor. Amerika’nın başarısızlığının en büyük sebebi, İsrail’e olan mutlak bağlılığıdır. Amerika, İsrail’e güvenlik, siyasi, iktisadi ve askeri alanlarda bağlılık göstermekte. Amerika’nın demokrasi, insan hakları, halklara saygı, halkın iradesine saygı gibi söylemlerinin yalan ve iki yüzlü olduğunu, Filistin davasına gelince anlıyoruz. 1967 topraklarındaki Bağımsız Filistin Devleti’nin Güvenlik Konseyi’nde Amerika’nın vetosuyla karşılaşacağı, şüphesizdir. 

Genel olarak Filistin konusundaki kanaatim, bölgedeki hareketlilik Filistin davasına, katkı sağladığı yönündedir. Çünkü Mısır, eski Mısır değil. Tunus, eski Tunus değil. Libya, eski Libya değil. Bahreyn, eski Bahreyn olmayacak. Yemen, eski Yemen olmayacak. İsrail’in stratejik bölge olarak isimlendirdiği yerlerin hepsinde değişim yaşandı. Bu değişimler, İsrail’in yararına olmayıp, İsrail için tehlike oluşturan değişimlerdir. 

Ayrıca Amerika ve Avrupa ülkelerinin ekonomileri, İsrail’i etkiledi. Çünkü İsrail, suni bir devlettir. İsrail, görevlendirilmiş bir devlet olduğu için genel olarak yardımlara itimat ederek geçinmektedir. Kendisini besleyen gücün, gücü ve kuvveti azaldıysa, İsrail’de bunlardan kaynaklanan zafiyetler oluşacaktır. İnşaallah bundan sonra Filistin halkının önünde, manevi mukaddesatlarını geri almaları için olumlu, büyük ve yeni kapılar açılacaktır.



Bu haber 693 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,449 µs