En Sıcak Konular

Politize edilen deprem!!!

26 Ekim 2011 08:45 tsi
Yazar Bejan Matur, politize edilen depremi yazdı...

Türkiye'nin demokrasi yarışında bu kadar geride kalmasını II. Dünya Savaşı'nı yaşamayışıyla açıklayanlar var. İçine kapanmış, dünyadan korkan bir cumhuriyetin, insanına dar gelen kalıplarının 99 depreminde kırıldığını iddia edenler de.

 

Hatırlayın, Gölcük depremi yaşandığında çaresiz kalan Türkiye, düşman bildiği Yunanistan'dan gelen yardım teklifine nasıl minnettar kalmıştı. Büyük felaketler bazen insan olmaya yüklediğimiz anlamı yeniden yorumlamamıza vesile olur. Dar kimliklere hapsettiğimiz insanlığımızı daha yüce değerlerin etrafında birleştirir.

Van depremi, Hakkari'deki saldırının üzerine geldi. Toplumda fazlasıyla hissedilen bir kutuplaşmanın, acının, öfkenin üzerine daha büyük bir acı olarak eklendi. Art arda yaşanan bu felaketlerin nasıl bir ruhsal dalgalanmaya yol açtığını sosyal medyaya bakarak bile fark etmek mümkün. Önyargılarla başlayıp, merhametle devam eden karmakarışık bir duygu yelpazesi içinde toplum şu an. Irkçı ve önyargılı ifadelere karşı başlatılan kınama kampanyaları ise dalgalanmanın diğer boyutuna işaret ediyor.

Bütün bunlardan çıkan bir Türkiye fotoğrafı elbette var. Bu fotoğrafı doğru yorumlamak ise her zamankinden önemli. Eskiden olsa hiç sorulmayacak soruları, sitemleri beraberinde getiren bir felaketle karşı karşıya Türkiye şu an.

Düşünün, eskiden doğuda olan depremlerde mazlum vatandaşa yardım götürmeye çalışan ama çok da başarılı olamayan devlet ve vatandaşı görürdük. Kızılay'ın mütevazı çadırlarında soğuktan korunmak için ateş yakan depremzedelerin fotoğrafları hâlâ hafızalarımızda.

Halbuki bugün çok şey değişti. Yerle bir olan 6-7 katlı binalar, beton blokların altında preslenmiş son model arabalarla eski fakir doğu görüntüsü yok artık. Türkiye'nin herhangi bir yerinde rastlanabilecek bir yıkım görüntüsü. Felaketten sağ kurtulan yaşlı bir adamın 'Bu depremde devleti yüreğimizde hissettik, Başbakan on bakanıyla buradaydı.' yorumu değişimin bir boyutu hakkında fikir veriyor. Ama fikir vermesi gereken bir önemli boyut daha var: Yardım kampanyalarına yansıyan politik söylem. Toplumun geçmişe kıyasla ne kadar politize olduğunu yardım kampanyalarına verilen destek ve eleştiriden anlıyorsunuz.

Başından itibaren yapılan yardımlara, yardım çağrılarına bugüne kadar hiç görülmediği şekilde bir kutuplaşma hâkim. Tanıdık olmayan bu yeni durumun siyasal aktörlerinin yani devlet ile BDP'li belediyelerin 'yardım savaşı' denebilecek rekabet ise gözden kaçmıyor. Felaketi bir devlet sorunu olarak algılayıp merkezî koordinasyonla müdahale eden devlet gücüne, BDP'li belediyeler alternatif olmaya çalışıyorlar. Depremzedelere yardımın rekabet halini alması yeni bir durum ve siyasal bir okumayı zorunlu kılıyor. Yaşanan rekabetin kitleye yansıyan yönü ise vahim; BDP'li belediye ve STK'lara yardım etmeyin diyen Türk milliyetçileri ve devletin kurumlarına yardım etmeyin diyen Kürt milliyetçileri aynı noktada buluşuyor: siyasetin insani değerleri ötelediği yerde.

Birtakım insanlar ve kurumlar yaşanan felaketi siyasi kazanç açısından fırsat görse de, toplumun yok olmayan hassasiyet ve merhameti zedelenen dokuyu tamir etmeye yetebilir.

Siyasetin ayırdıklarına sarsıcı bir cevap olduğundan belki de bana Kadıköy'de kâğıt toplayan çocukların hikâyesi önemli göründü; sokakta kâğıt toplayarak yaşayan çocuklar, belediyenin kapısını çalarak topladıkları kolileri Van'a göndermek istediklerini söyleyip yardım istemişler. Dünyadaki yuvalarını kaybetmiş o çocukların kalbinde eksilmeyen merhametin, biz yuva sahiplerine öğreteceği bir şey olmalı. Çünkü Tanrı'nın soluğunun en fazla hissedildiği o yersizlikte ancak insan, insan oluyor. Van'da soğukta üşüyenlere sahip olduğu tek şeyi, kâğıt bir koliyi gönderen çocukların önyargılardan, ideolojiden arınmış bakışına her şeyden çok ihtiyaç var şu an.

Deprem gibi yaşanan zemini tamamen değiştiren bir felaketin vereceği ders de budur kanımca; dondurulmuş duyguların, içine hapsolunmuş kimliklerin buluşmasını sağlaması. İhtiyacın konuşmayı zorunlu kılması. Çünkü konuştukça insan oluruz.
 

Türkiye'nin demokrasi yarışında bu kadar geride kalmasını II. Dünya Savaşı'nı yaşamayışıyla açıklayanlar var. İçine kapanmış, dünyadan korkan bir cumhuriyetin, insanına dar gelen kalıplarının 99 depreminde kırıldığını iddia edenler de.

Hatırlayın, Gölcük depremi yaşandığında çaresiz kalan Türkiye, düşman bildiği Yunanistan'dan gelen yardım teklifine nasıl minnettar kalmıştı. Büyük felaketler bazen insan olmaya yüklediğimiz anlamı yeniden yorumlamamıza vesile olur. Dar kimliklere hapsettiğimiz insanlığımızı daha yüce değerlerin etrafında birleştirir.

Van depremi, Hakkari'deki saldırının üzerine geldi. Toplumda fazlasıyla hissedilen bir kutuplaşmanın, acının, öfkenin üzerine daha büyük bir acı olarak eklendi. Art arda yaşanan bu felaketlerin nasıl bir ruhsal dalgalanmaya yol açtığını sosyal medyaya bakarak bile fark etmek mümkün. Önyargılarla başlayıp, merhametle devam eden karmakarışık bir duygu yelpazesi içinde toplum şu an. Irkçı ve önyargılı ifadelere karşı başlatılan kınama kampanyaları ise dalgalanmanın diğer boyutuna işaret ediyor.

Bütün bunlardan çıkan bir Türkiye fotoğrafı elbette var. Bu fotoğrafı doğru yorumlamak ise her zamankinden önemli. Eskiden olsa hiç sorulmayacak soruları, sitemleri beraberinde getiren bir felaketle karşı karşıya Türkiye şu an.

Düşünün, eskiden doğuda olan depremlerde mazlum vatandaşa yardım götürmeye çalışan ama çok da başarılı olamayan devlet ve vatandaşı görürdük. Kızılay'ın mütevazı çadırlarında soğuktan korunmak için ateş yakan depremzedelerin fotoğrafları hâlâ hafızalarımızda.

Halbuki bugün çok şey değişti. Yerle bir olan 6-7 katlı binalar, beton blokların altında preslenmiş son model arabalarla eski fakir doğu görüntüsü yok artık. Türkiye'nin herhangi bir yerinde rastlanabilecek bir yıkım görüntüsü. Felaketten sağ kurtulan yaşlı bir adamın 'Bu depremde devleti yüreğimizde hissettik, Başbakan on bakanıyla buradaydı.' yorumu değişimin bir boyutu hakkında fikir veriyor. Ama fikir vermesi gereken bir önemli boyut daha var: Yardım kampanyalarına yansıyan politik söylem. Toplumun geçmişe kıyasla ne kadar politize olduğunu yardım kampanyalarına verilen destek ve eleştiriden anlıyorsunuz.

Başından itibaren yapılan yardımlara, yardım çağrılarına bugüne kadar hiç görülmediği şekilde bir kutuplaşma hâkim. Tanıdık olmayan bu yeni durumun siyasal aktörlerinin yani devlet ile BDP'li belediyelerin 'yardım savaşı' denebilecek rekabet ise gözden kaçmıyor. Felaketi bir devlet sorunu olarak algılayıp merkezî koordinasyonla müdahale eden devlet gücüne, BDP'li belediyeler alternatif olmaya çalışıyorlar. Depremzedelere yardımın rekabet halini alması yeni bir durum ve siyasal bir okumayı zorunlu kılıyor. Yaşanan rekabetin kitleye yansıyan yönü ise vahim; BDP'li belediye ve STK'lara yardım etmeyin diyen Türk milliyetçileri ve devletin kurumlarına yardım etmeyin diyen Kürt milliyetçileri aynı noktada buluşuyor: siyasetin insani değerleri ötelediği yerde.

Birtakım insanlar ve kurumlar yaşanan felaketi siyasi kazanç açısından fırsat görse de, toplumun yok olmayan hassasiyet ve merhameti zedelenen dokuyu tamir etmeye yetebilir.

Siyasetin ayırdıklarına sarsıcı bir cevap olduğundan belki de bana Kadıköy'de kâğıt toplayan çocukların hikâyesi önemli göründü; sokakta kâğıt toplayarak yaşayan çocuklar, belediyenin kapısını çalarak topladıkları kolileri Van'a göndermek istediklerini söyleyip yardım istemişler. Dünyadaki yuvalarını kaybetmiş o çocukların kalbinde eksilmeyen merhametin, biz yuva sahiplerine öğreteceği bir şey olmalı. Çünkü Tanrı'nın soluğunun en fazla hissedildiği o yersizlikte ancak insan, insan oluyor. Van'da soğukta üşüyenlere sahip olduğu tek şeyi, kâğıt bir koliyi gönderen çocukların önyargılardan, ideolojiden arınmış bakışına her şeyden çok ihtiyaç var şu an.

Deprem gibi yaşanan zemini tamamen değiştiren bir felaketin vereceği ders de budur kanımca; dondurulmuş duyguların, içine hapsolunmuş kimliklerin buluşmasını sağlaması. İhtiyacın konuşmayı zorunlu kılması. Çünkü konuştukça insan oluruz. 


Bu haber 712 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    9,984 µs