En Sıcak Konular

İsrail ile ‘boşanma davası’

6 Eylül 2011 10:24 tsi
İsrail ile ‘boşanma davası’ "Mavi Marmara, siyasi-stratejik mesajıyla İsrail'in Doğu Akdeniz'in jandarması' olduğunun deklarasyonudur."

Karşımdaki televizyon ekranında, Tayyip Erdoğan'ın o meşhur 'One minute'ını işittiğim anda, bilgisayarın başına geçip, ertesi günkü yazımı yazmaya girişmiştim. 'Arap dünyasının yetimleri Nasır'ın ölümünden bu yana ilk kez Tayyip Erdoğan'da seslerini buldular' mealinde bir cümleyle girişmiştim yazıya.

Davos'ta Türkiye Başbakanı'nın, İsrail siyasi elitinin Türkiye'ye en müzahir ismi, Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile giriştiği polemik, anlık bir öfkeyle açıklanamazdı; sonuçları da İsviçre dağlarındaki o panel ile sınırlı kalamazdı.

Nitekim, Davos atışmasını Mavi Marmara baskını izledi ve nihayet, BM Palmer Raporu ile birlikte, Türkiye-İsrail ilişkilerinde diplomatik ilişki düzeyinde 1980'e geri döndük.

Varılan noktanın anlamı, 1980'in çok ötesinde. Türkiye-İsrail ilişkileri, tamiri son derece zor bir noktada. Çünkü 2011 yılındayız. 1990'ların ikinci yarısıyla birlikte ve iki ülkenin istihbarat ve özellikle askeri işbirliğiyle süslenen, ilişkilerindeki 'balayı', 2000'lerin ikinci on yılında 'boşanma davası'na ulaştı.

Türkiye, şimdilerde Ortadoğu'da, 1960'ların Mısır'ını, Tayyip Erdoğan da Nasır'ı andırıyor.

Türkiye ile İsrail'in kucaklaştığı 1990'larda, önce Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin'in, daha sonra Başbakan Tansu Çiller'in ve nihayetinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in İsrail gezilerinin tümünde vardım ve İsrail yöneticilerinin Türkiye'ye yaptığı ziyaretlerin neredeyse tümünü de çok yakından izledim.

Ta o zaman, İsrail televizyonuna çıkıp, Türkiye-İsrail ilişkilerindeki manzaranın 'aldatıcı', çünkü 'konjonktürel' olduğunu söylemiştim ve İsrail'in Türkiye'deki 'askeri otorite'nin siyaset üzerindeki ağırlığını esas alarak ilişkileri geliştirmeyi düşünmesinin 'yanlış' olduğunu, İsraillilerin bu gözlemden rahatsız olduğunu göre göre söylemiştim.

Yakınlaşma 'konjonktürel' idi

Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzelmesini, Filistinlilerle (FKÖ) girilen Oslo süreci mümkün kılmıştı. FKÖ, İsrail ile yüz yüze anlaşma imzalar, Arap ülkeleri İsrail'i tanımak için kuyruğa girerken, Türkiye'nin ilişkiyi 1980'deki düzeyinde tutmasının hiçbir rasyoneli kalmamıştı. Yakınlaşma, eğer Oslo hedefine yürüyebilse, sürdürülebilir olacak; aksi halde 'konjonktürel' kalacaktı.

Ancak bir yandan da Türkiye, demokratikleştikçe ve AB yoluna oturdukça, ekonomik gelişmeyle birlikte 'sivilleşecek' ve 'sivilleştiği' oranda İsrail ile yakınlaşma sürdürülebilir olamayacaktı.

Zira, Türkiye halkı, Ankara'daki 'vesayet rejimi'ni temsil eden 'siyasi-bürokratik elit'in yaklaşımının aksine, İsrail'den ve İsrail ile yakın ilişkilerden hazzetmiyordu ve Filistin halkı ile çok güçlü dayanışma duygularına sahipti.

Filistin sorunu çözümsüz durdukça, İsrail politikalarında radikal bir değişime gitmedikçe Türkiye'nin İsrail ile yakın ilişkileri, Türkiye'yi bölgede İsrail'in 'yedek gücü' gibi tutmanın ötesinde bir anlam taşımayacaktı ve bu da Türk bilinçaltında rahatsızlık biriktirecekti.

'Bölgesel güç'e İsrail meydan okuması

Türkiye'nin G-20 üyesi olabilecek bir ekonomik performans ile 'bölgesel güç' olarak yükselmesinin üreteceği dinamiklerin, bir vesilede, Türkiye ile İsrail'i karşı karşıya getirmesi kaçınılmazdı.

Türkiye, Ortadoğu'da 'bölgesel güç' olarak yükselirken, adı konmadan ve ilan edilmeden, İran ile rekabet etmek durumundaydı ve rekabetin ölçüleri ve sınırlarını İsrail ile ilişkiler belirliyordu.

İsrail'in, kendisiyle Suriye arasında Türkiye arabuluculuğunun sonuç vermesine ramak kala, 2009'da giriştiği Gazze saldırısı, Türkiye'ye 'bölgesel güç' konumuna ve işlevine İsrail'in koyacağı sınırları gösterdi.

Davos'taki 'One minute', Türkiye-İsrail ilişkilerindeki bozulmanın başlangıcı değil, İsrail'in Gazze saldırısı ve Türkiye'nin arabuluculuk rolünün boşa çıkarılmasıyla, Türkiye'nin 'bölgesel güç' konumuna meydan okumasının sonucudur.

Mavi Marmara, siyasi-stratejik mesajıyla İsrail'in Doğu Akdeniz'in jandarması' olduğunun deklarasyonudur.

Bu nedenle, Türkiye'nin 'özür'de ısrar etmesi, hukuki ve ahlaki meşruiyeti bir yana, bir bakıma, İsrail'in Türkiye önünde siyasi olarak eğilmesini ifade edecekti.

Netanyahu hükümetinin güçlü İsrailli eleştirmenlerinin, bu arada, Haaretz gazetesinin, İsrail'in stratejik kazancı için Türkiye'den özür dilenmesini' savunmaları ya da taktik zafer için stratejik işbirliğini feda ettiğini' öne sürmeleri bana pek isabetli görünmüyor. İsrail'in 'özür'e direnmesinin ardında, tersine, 'stratejik hesaplar' yatıyor. Türkiye'yi 'stratejik dostu' görmemek yatıyor ki bunda yanılmıyor.

Türkiye, mevcut Ortadoğu denkleminde, İsrail'in stratejik dostu' değildir ve olamaz.
İsrail gibi Amerika'nın başını çektiği uluslararası sistemin kutsal ineğine Türkiye'nin, Doğu Akdeniz'de askeri çatışma tehdidi içeren sertlikte bir tavır alabilmesi için ya çok çılgınca ve maceraperest bir politikaya sapmış olması veya bunu yapabilecek sağlam kartları elinde toplamış olması gerekiyor.

Ahmedinejad'ı, Sudan lideri Ömer el-Beşir'i kucaklamasıyla, Kaddafi'den ödül almakla, Başşar Esad'la kanka' olmakla Batı'da kaşları havaya kaldırtan Tayyip Erdoğan, bugün sadece Arap sokağı'nı değil, Arap ayaklanmalarına kol-kanat gerdiği için Arap demokratlarını da heyecanlandıran, İran'a karşı bölgede 'moral üstünlük' elde etmiş olan ve füze kalkanı radarı'nın Türkiye'ye yerleştirilmesiyle ve Libya'da oynadığı rol ile NATO'nun desteğini almış etkili bir ülkenin başbakanı konumunda.

Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de İsrail'in yüksek teknolojili deniz gücü ve hava kuvvetlerine karşı çatışmaya girebilecek bir askeri gücünün olmadığına ilişkin Washington'da teknik analizler yapılmaktaysa da, konu bu değil.

Eli kulağında bir silahlı çatışma beklenmesi mantıksız. Önemli olan, Türkiye'nin İsrail'e karşı tüm Ortadoğu'nun siyasi liderliği'ni ele geçirme doğrultusu ve bunu yaparken ABD ve Batı'yı kendisine karşı silahsızlandırmaya' nasıl, hangi diplomatik adımlar atarak baktığı.

Türkiye'nin Aşil Topuğu'

Gelinen noktada Türkiye'nin Aşil Topuğu, İsrail ile tamiri eğer o da olabilirse- çok uzun bir süre sonuna ertelenmiş kötü ve gerginleşen ilişkileri değil. Kendi Kürt sorununu, İsrail'e meydan okuyacak kadar kendisini güçlü ve özgüven sahibi hissederek, bildik, denenmiş yöntemlerle artık şimdi çözebileceğini düşünmeye başlaması.

Cengiz Çandar / Radikal



Bu haber 1,472 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,303 µs