En Sıcak Konular

Şairin dili, kimliğidir

0 0 0000 00:00 tsi
Şairin dili, kimliğidir Dağlarca 93 yaşında. 'İçindeki şiir hayvanı' konuştuğu her kelimeyi şiir olarak söylemesini sağlıyor. 138 kitap yazdı, bir 30 kitap daha yazabileceğini söylüyor. İşte Bejan Matur'un Dağlarca'yla söyleşisi!

93 yaşında 4 şiir kitabı birden çıkardı. Okurları için gerçek bir ziyafet olan bu şiir sağanağının verdiği heyecanla onu ziyarete gittim. Bundan 7 yıl önce onu ziyaret ettiğimde konuştuklarımızı büyük usta benden daha iyi hatırlıyordu. Daha selamlaşırken 'elleriniz sertleşmiş' diyerek başladı. 'Bir insanın ellerinin sertleşmesi ne anlama gelir?' diye sorduğumda 'Hayatla daha fazla ilişkidesiniz demek ki' diye devam etti. 138 kitap yazdığını, bir 30 kitap daha yazabileceğini söyledi sonra. Okurlarının karşısına bu kadar çok kitapla çıkmanın onu utandırdığını, aslında bundan hiç de haz etmediğini; ama şiirin onu bırakmadığını anlattı. Evet şiir Dağlarca'yı bedeninin onu terk ettiği yaşlarda terk etmiyordu. Şiir için doğmuş bir varlığın büyüsü vardı Dağlarca'nın görünüşünde. Kendi deyimiyle 'içindeki şiir hayvanı' konuştuğu her kelimeyi şiir olarak söylemesini sağlıyordu. Doğrusu sadece Dağlarca'nın varlığını duymak, hayatta olmasını ve bu yaşında yazabilmesinin mucizesine sessizce tanıklık etmek üzere gitmiştim ziyaretine; ama mucizesine devam ederek konuştu benimle. Üstelik fazlasıyla şaşırtan sorular sordu.

F. H. Dağlarca: Hâlâ seyahat ediyor musun?

B. Matur: Eskisi kadar sık değil; ama ediyorum. Ama artık Avrupa'ya ya da Batı'ya değil, Doğu'ya seyahat ediyorum. İran, Suriye, Lübnan'a gittim. Özellikle İran ve Suriye benim için çok önemliydi.

Dağlarca: Neden oralara gitmek istiyorsun?

Matur: Bilmiyorum, kök arayışı belki de. Avrupa'dan sıkıldım sanıyorum. İran'da, Suriye'de insanlar, sokaklar, yüzler bana köklerimi hatırlattığı için belki de. Oralarda, onlardan biri gibi olmak iyi hissettiriyor.

Dağlarca: Ama sen oralarda doğmadın ki, sen buralarda doğdun, köklerin buralarda...

Matur: Belki de bir coğrafi tercih söz konusu. Bozkırı seviyorum, siz biliyorsunuz, bozkır bana şiirdeki hüznü en fazla duyuran şey. Çölü seviyorum, bozkıra uzanan dağları seviyorum. Avrupa'da söz gelimi çok sevdiğim İrlanda'da bile bozkır bana aradığım bozkırı, İran'da, Suriye'deki kadar hatırlatmıyor, sevemiyorum.

Dağlarca: Ben de bozkırı çok severim. Bunları şunun için soruyorum. Bence bu sadece duygusal bir yön değiştirme değil, bir karar aynı zamanda. Sen bir karara varmış ve arayışa girmişsin. Peki, hâlâ kendini Kürt bir şair olarak görüyor musun?

Matur: Karmaşık bir durum aslında. İnsanın gerçek kimliği dildir aslında. Yani kökenimiz ne olursa olsun kimliğinizi, hele bir de şair olunca, dil belirliyor. Bu anlamda tabii ki ben bir Türk şairiyim.

Dağlarca: Tamamen doğru. İnsanı var eden, kimliğini oluşturan en önemli şey dil. İnsan bir dilin içinde kendini var eder. O dilin sözcükleriyle kendine bir dünya, bir kimlik yaratır.

Matur: Diğer yandan çocuklukta içine doğduğumuz dünyanın ve o dünyanın seslerinin önemi üzerine düşünüyorum. Ana dilimizin bir önemi yok mu sizce? O dilin sesleri, duygusu şiirde yer almıyor mu?

Dağlarca: Almaz olur mu, tabii ki çok önemli. Şiirde de tabii yer alıyor. Bir ses bir duygu olarak. Ama bizi çocukluk dilimiz var etmez. Aynı dil içinde bile sözcükler zamanla bir anlam ve derinlik kazanır. Sözcüklerin bizim çocukluğumuzdaki anlamlarıyla kırk yaşındaki anlamları aynı değil. Sanki sözcükler bile aynı değil.

Matur: Ben Kürtçeyle büyüdüm, Türkçeyi ilkokulda öğrendim. Kürtçe sözcük olarak olmasa bile bir ses ve duygu olarak şiirimde var.

Dağlarca: Evet, var, olmaması da mümkün değil ama sen şu an mesela benimle konuştuğun, anlaştığın kadar bir Kürt'le anlaşamazsın. Çünkü biz aynı sözcük evreninde yaşıyoruz. Sen Kürt'sün ama dil olarak kimliğin Türk. Yaşar Kemal'le yıllar önce konuştuk bunu. Biliyorsun Yaşar Kemal bir gün Kürt olmaya karar verdi. Ben de ona 'Sen her şeyi Türkçe yazıyorsun. Hatta eminim Kürtçe hiçbir şey yazamazsın' dedim. Yazamaz çünkü biliyorum. O zaman senin kimliğin Kürt değil, Türk demektir. O da bana 'ben Türkçenin sınırlarına vardım' dedi. Ben de şaka yollu 'ben senin Türkçe bir paragrafında 10 dil yanlışı bulurum' dedim. Sonra şahitler huzurunda gösterdim de ona.

Matur: Belki de tüm bunlar aidiyetlerimizle ilgili. Neye aitsek onunla ilgili işaretler ilgimizi çekiyor. Korkuyoruz sanırım. Aidiyet hissi korkumuzu azaltıyor. Bir kimliğin içinde rahat ediyoruz.

Dağlarca: Bilmiyorum, ben hayatım boyunca herhangi bir aidiyet hissetmedim. Benim tek aidiyetim dilimdir, çünkü o hepimizi var ediyor, bize bir kimlik kazandırıyor.

Matur: Sizin şu sıralar kelimelerle aranız nasıl? Size geliyorlar mı, siz mi onları buluyorsunuz?

Dağlarca: Geliyorlar bana, hem de her zaman. Hiç yakamı bırakmıyorlar. Uyurken bile gelip başucumda bekliyor, odanın içinde dolanıyor, dedikodumu yapıyor, 'baksana şu adama, nasıl da uyuyor' diyorlar. Beni hiç bırakmadılar, bırakmalarını da istemem. Sanki kafamın içinde bir makine var ve kelimeleri o yazıyor, ben değil.

Dağlarca: Sen yazıyor musun? Son kitabın çıkalı kaç yıl olmuştu?

Matur: Yaklaşık 5 yıl oldu. Bir şeyler yazıyorum ama henüz bir kitap olmadılar, şiire yakın düz yazı metinler daha çok.

Dağlarca: Düz yazı yazmak kolay sanılır; ama hiç değildir. Hatta iyi bir düz yazı yazmak çoğunlukla şiirden daha zordur. Çünkü şiirin kendi iç sesi vardır o ses yakalandığı zaman, mantık, anlam aranmaz. Şiirde bir ses şairine hep 'beni olduğum gibi bırakabilirsin' der. Düz yazıda bu sesin verdiği konfordan yoksundur yazar. Düz yazıda tutarlı, mantıklı bir akış yakalamak gerek. Düz yazı sanıldığı gibi kolay bir şey değil.

Matur: Siz günümüz şiirini izliyor musunuz?

Dağlarca: Türkiye'deki şiir ortamının mesela bir Fransa'dan geri olmadığını düşünüyorum. Binlerce şair Türk şiiri için çalışıyor, en az yüz tanesi her zaman olmasa da iyi şiirler yazıyor, birkaç tanesi çok iyi yazıyor. Çoğu şair akıllarına gelen neredeyse ilk sözcüklerle yazıyorlar şiirlerini. Oysa öyle olmamalı. Türkçe çok zengin bir dil, Türkçenin şiire çok elverişli kıvraklığı İngilizce ve Fransızcada yok bana göre.

Matur: Bir şiir hangi durumda iyi şiir olur?

Dağlarca: Yazdığımız bir dizedeki, bir tümcedeki 5 sözcük dilin geriye kalan sözcükleri tarafından izleniyor, hatta teftiş ediliyorsa o şiir iyidir. Masayı hem elinizle kavrayarak hem de masaya bakarak şiiri oluşturamazsınız. Gözlerinizi kapayıp elinizle kavramanız, dokunmanız iyi şiiri getirir size.

Matur: Ben hep sizin soyisminizi merak etmişimdir. Bir şairin soyadı işte bu. Kendi başına büyük bir şiir soyadınız. Dağ değil, dağlı değil, dağlar değil, dağlarca kendi başına büyük bir şiir.

Dağlarca: O ismi ben kendim buldum. Askerî okulda bir gün yüzbaşı, 'herkes öğlen saat on ikiye kadar kendine bir soyisim bulsun. Eğer isim bildirmezseniz nüfus müdürlüğü sizin adınıza bir isim uyduracak' dedi. 4 saat vakit vardı ben o dört saat boyunca dünyadan koptum ve isim bulmaya çalıştım. Dağ olmalıydı ama nasıl? 4 saatin sonuna yaklaşırken Dağlarca adı çıkageldi.

Matur: Dağlarla meseleniz o yaşlarda başladı demek ki? Şiirinizde dağlar, dağ imgesi hiç eksilmiyor.

Dağlarca: Benim çocukluğum, hayatım dağlara bakmakla geçti. Palandöken'i gördüm çocukluğumda yıllarca. Askerî okuldan çıktıktan bir yıl sonra Ağrı Dağı'na tırmandım. Daha 22 yaşımdaydım. İlk şiirlerimi o zamanlar yazdım, yanlış hatırlamıyorsam Çocuk ve Allah'ı yazdığım zamandı. Sonra tekrar tırmandım Ağrı Dağı'na. Hiçbir şey bana dağ kadar coşku vermedi. Çocukluğumdan itibaren.

Matur: 'Yazıları Seven Ayı' kitabınızı hatırladım bu sabah buraya gelirken. Henüz okuma yazma bilmeyen bir çocukken, harfleri öğrenmem için ablam benim için almıştı o kitabı. Türkçenin harflerini o kitaptan öğrenmiştim. Hayal meyal hatırlıyorum; ormandan inen ayının ormanın kıyısındaki ilkokulda tahtaya yazılı harflere nasıl tutulduğunu. Harflerin yazılı olduğu tahtayı nasıl çaldığını.

Dağlarca: Keşke ben de öyle bir kitapla öğrenseydim okumayı. O kitabım çok sevildi. Kitabın sonunda ayıyı öldürdüğüm için çok üzüldü çocuklar. Çocuklar üzülmesin diye hikayenin sonunu değiştirdim.

Matur: Sizin şiirinizde çocuk da hep var.

Dağlarca: Herhalde benim kadar çocuklarla ilgilenen, onları yazan az şair vardır. Şimdiye kadar 138 kitap yazdım, yarısından çoğunda çocuk var. Çocuk yazarken, onları düşünürken, ben başka bir insan oluyorum, hiç bilmediğim bir kuvvet geliyor bana, çok güçleniyorum. Biz doğadaki güzellikler karşısında büyüleniyoruz. Mucize gibi geliyor bir çiçeğin, bir karanfilin açışı. Halbuki doğumdur asıl mucize. Kadının kendisidir. Bir çocuğun kulağının kıvrımının uzak atalarından izler taşımasıdır asıl mucize. Biz mucizeyi başka yerde arıyoruz.

Matur: Yakınlarda bir belgesel yapıldı. Ceninin anne karnındaki oluşumu tüm aşamalarıyla gösteriliyordu. Ceninin annenin seslerini duyması, duygularını hissetmesi, rüya görmesi, gülmesi. Cenin ile anne arasındaki o ilişki bana büyük bir şiir olarak görünmüştü. Yaradılışın, kâinatın mikro bir resmiydi sanki. Ve bu kadının bedeninde gerçekleşiyordu.

Dağlarca: Kadın konusunu ihmal ettiğimizi düşünüyorum. Özellikle de dinsel kadınları. Onların hayatlarındaki tüm tutkuları, özlemleri çoğu zaman başka çareleri de olmadığı, onlara başka tercih de sunulmadığı dinsel tutkulara yönlendirmelerini hep çok ilginç buldum. Yaşadıkları toplumda kadın olarak öne çıkmalarının tek şartı dindar olmalarıydı. Onlar da büyük dindar kadınlar olarak ön plana çıktılar. Bak sana bir önerim var; Dünya tarihinden seçilmiş, 10 dinsel kadın bul, hayatlarını araştır ve onları yaz. Mesela Rabia Hatun onun hayatı gibi birkaç kadının hayatını daha bize bir kadının anlatması, senin anlatman çok önemli.

Matur: Ben Hz. Ali'nin kızı Zeynep'in hayatını merak etmişimdir hep. Onun mücadelesini, zulme karşı duruşunu çok asil buluyorum...

Dağlarca: O da olur; ama başkaları da olsun...

Matur: 'Dinsel kadınların' hikâyesi neden bu kadar önemli sizin için?

Dağlarca: Çünkü kadın ve erkeğin eşit olmasını istiyorum. Ve bu eşitlik mücadelesini o zor şartlarda vermiş kadınların hikayelerini insanlığın hikayesinde önemsiyorum. O kadınların hayatlarında büyük bir tutku görüyorum; insan olmak yolunda büyük bir tutku.

Matur: Kadından, çocuklardan söz ediyoruz. Ama sizin çocuğunuz olmadı. Pişman oldunuz mu daha sonra?

Dağlarca: Hem evet, hem de hayır. Pişman oldum, neye benzerdi, nasıl biri olurdu hâlâ çok merak ediyorum. Sözcükleri sever miydi sevmez miydi, nasıl bir insan olurdu? Bazen de belki de bir katil olurdu diye kendimi avutuyorum...
 
zaman



Bu haber 223 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,565 µs