En Sıcak Konular

"Demokratik rejim tehlikede"

0 0 0000 00:00 tsi
‘Türk Sağı ve AKP’ kitabındaki analizleriyle dikkatleri üzerine çeken siyaset bilimci Hasan Bülent Kahraman cumhurbaşkanı seçim sürecindeki sıcak gelişmeleri yorumluyor: Durum 28 Şubat’tan daha geride bir noktadadır

28 Şubat’ta ilk defa sivillerin sivillere yaptığı bir darbe vardı. ‘Çevre’den gelen Süleyman Demirel orduyla birlikte hareket etme esnekliğini gösteriyordu. Bugün Anayasa Mahkemesi öne sürülen 367 iddialarını geçersiz bulduğu takdirde cumhurbaşkanı seçilecek olan bir AKP adayı var. Bu, ordunun bürokrasi düzeyinde ciddi ölçüde yalnızlaştığını gösteriyor. Ayrıca 28 Şubat alternatifler üretebilecek bir parlamento ortamında gerçekleşti. Parlamentonun farklı kombinasyonlar çıkarma imkánı vardı. Bugün AKP’nin mutlak hakimiyetinde bir parlamento var.

Yani?

Dolayısıyla ordu bundan sonra kendi düşüncesi doğrultusunda yapmak istediğini sadece kendi kendine yapabileceği bir noktada. Ordunun böyle bir kararlılığı varsa, bunu asla ve hiçbir zaman doğru bulmadığımı hemen belirteyim, bunun gereğini tek başına getirecek. Ama şu da var: 28 Şubat sonrasındaki dönemde ordu artık toplumla bütünleşme kaygısını güdüyor. Yani bundan sonra olası bir ‘hareketin’ sadece içine kapalı bir ordu müdahalesi olmaktan çok toplumun desteklediği birtakım müdahaleler sürecine dönüşmesi gibi bir kararlılık da var.

Bu bir muhtıra mıydı?

Bence öyleydi. Bunu ‘muhtıra değil’ diyerek geçiştirmek siyasetin büyük hatası olur. Umarım bunun gereği de siyasetçiler tarafından yaratıcı biçimde yerine getirilir.

‘Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması AKP’nin devletle çatışması demektir’ demiştiniz. Görünen o ki Gül’ün adaylığı da bunu değiştirmiyor. O halde ne olacak?

Bu çok önemli bir soru. Temmuzdan beri Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmayacağını, Gül’ün cumhurbaşkanı yapılmak isteneceğini ciddi şekilde iddia ettim. Yalnız Gül’ün adaylığı analizimin dışında bir oluşumla meydana geldi. Burada şunun altını çizelim: AKP daha önceki siyasi İslam tonlaması taşıyan partilerden ılımlılaşma ihtiyacıyla doğdu. Kendilerine ‘yenilikçiler’ dediler. AKP’nin tabanındaki sistemle bütünleşmek isteyen ‘Anadolu kaplanları’ denen muhafazakar burjuvazi dünyayla bütünleşmek istiyordu. Bunun için devlete ihtiyaç duyan ve devletle çatışmayan kesimdi. Dolayısıyla AKP modernleşmenin dinden önce gelmesi ve dini kapsaması yönünde bir hareketti. Erdoğan ve Gül de bu ılımlı yaklaşımı ifade eden insanlardı. Partinin içindeki radikal kanat ise Bülent Arınç tarafından temsil ediliyor. Arınç’ın, cumhurbaşkanı adayı konusunda Erdoğan’a ‘Sen ya da Gül olmazsa ben aday olurum’ şeklindeki muhalefeti atmosferi değiştirdi. Bu nedenle Abdullah Gül, köşk adaylığını ılımlı kanadın temsilcisi olarak değil radikal kanadın temsilcisi olarak kabul etti.

Bu neyi değiştirdi?

AKP’nin içindeki güç dengesi şu anda ılımlılardan ‘şahin’lere geçmiş oluyor. Bu, ordunun daha da tedirgin olmasına ve bu süreçte kendisini tümüyle yalnız hissetmesine yol açtı. Seçimin ilk turunun hemen ardından yapılan açıklamayı bu bağlamda değerlendirmekte de yarar var. AKP bundan sonra kendi içinde radikaller ve ılımlılar arasında ciddi bir çatışma yaşayacak. ‘Erdoğan yukarı çıkarsa AKP bölünür’ demiştim. Aday Gül oldu. Ama gerilim devam edecek. Hem partinin içindeki çatışma hem de partiyle devlet arasındaki çatışma bugün en yüksek doza ulaşmış gözüküyor.

ERKEN SEÇİM OLMALI

Bu resmin ‘galibi’ Arınç mı?

Aynen öyle.

Aynı resimde Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk kez mahkemelik olduğu, Genelkurmay’ın ‘laiklik uyarısı’ yaptığı kareler de var. Kim, ne kazandı?

Ortada herkesin zarar gördüğü bir ‘Pirus zaferi’ var. Umarım bu durum daha fazla derinleştirilmeden bir adım atılır. Bunların başında erken seçim var. Yalnız bu tür bir hamleden sonraki seçimde AKP büyük oy kaybetmez.

Seçim kampanyasında olası bir ‘mağduriyet’ faktörü mü?

Tabii büyük ölçüde öyle bir ihtimal de var. Evet, AKP bu süreçten yıpranarak çıkıyor. Ama 2002’den 2007’ye geçen dönemde AKP dışında hiçbir parti kendi durumunu bu denli iyileştirmemiştir. Önümüzde sürpriz bir seçim yok. AKP’de her ne kadar yıpranma olsa da bence bu seçim yine AKP ve CHP arasında geçer. Belki bir ya da birleşik bir parti daha parlamentoya girebilir. Ama bunu bile bugünkü şartlarda çok zor görüyorum. Nitekim bu krizi aşmaya seçim de yetmez.

Buradan nasıl çıkılır o halde?

Bakın Türkiye’de çok büyük bir yanlış yapılıyor. Bütün meseleyi orduyla AKP arasındaki çatışma üstünden değerlendiriyoruz. Oysa bence mesele Türkiye’de demokrasinin sınır ve imkánlarıyla ilgilidir. Laikliği tartışıyoruz. Laikliğin orduyla AKP’yi karşı karşıya getirdiğini söylüyoruz. Türkiye’nin bunun dışında bir demokrasi problemi yok mu?

Bu sorunun cevabı herkesin durduğu yere göre değişiyor!

Ancak yüzde 10 barajı nedeniyle 2002 seçimlerinde toplumun yüzde 46’sının parlamentoda temsil edilemediği ‘herkes’in gözünden nedense kaçıyor. Bu parlamentodaki kadın vekil oranı bizi yüz kızartıcı bir noktaya taşıdı. Parlamentodaki 352 kişilik AKP grubunda bir Alevi milletvekili yok. Bu parlamento toplumdaki azınlıkların hakları konusunda hiçbir şey yapmıyor. Bu kadar yaygın demokrasi probleminin olduğu bir toplumda siyasetin krizi sonunda devletin krizi halini alıyor. Biz de sadece devletin krizini konuşuyoruz. Halbuki bugünkü sorun siyasetin krizidir.

‘Krizden çıkmanın yolu da siyasettedir’ diyorsunuz.

Ben ordunun müdahale ettiği bir demokratik rejim içinde yaşamaktan rahatsızım. Ordunun yaptığı kuşkusuz yanlıştır. Ama demokrasiye dönük müdahaleyi yaratan aradaki büyük süreçlerin nasıl tahrif edildiğine bakalım. Türkiye gibi toplumlarda demokrasi de, parlamenter yapı da daima çoğulcu olmak zorundadır. Böyle bir toplumda ‘İdeolojiler öldü. İki parti bize yeter’ derseniz, toplum ve siyaset arasında önemli bir kopukluk meydana gelir. 2002’den sonra siyaset adeta ‘ak-kara’ ilişkisine indirgendi. Siyasetin bu kadar radikal, keskin kavramlarla tarif ve icra edilmesi demokrasinin adeta katlini hazırlayan bir şeydir. Bu kopukluklar bugün yaşadığımız siyaset krizini doğurur. Toplum eğer daha geniş oranda parlamentoda temsil edilirse bunlar ortadan kalkar. Aksi halde siyaset bir ‘devlet-iktidar çatışması’ halinde sürecektir. Bu yanlışı önlemenin asli yolu siyasal alanın genişletilmesi ve siyasal aklın araç haline getirilmesidir.

HUKUKSAL MEŞRUİYET

Anayasa Mahkemesi’nden ‘367 şart değil’ kararı çıkarsa kriz ne yöne gider?

Bugün krizin kaynağındaki ana mesele siyasi meşruiyet ve AKP’nin cumhurbaşkanlığı seçim sürecini kötü yönetmesi vardır. Örneğin Ankara’daki mitingin yanlış yorumlanması, ‘bindirilmiş kıtalar’ denerek küçümsenmesi gibi durumlar ister istemez AKP ve toplum arasındaki diyalog bağını koparan, AKP’nin meşruiyetini tartışmalı hale getiren unsurlardır. Eğer Anayasa Mahkemesi ‘Bir sorun yoktur’ derse cumhurbaşkanlığı seçiminin hukuksal meşruiyeti doğrulanmış olur. Ama hukuksal meşruiyet, siyasal meşruiyetle aynı şey değildir. Gül veya Erdoğan’ın sorunu yasal meşruiyetlerini siyasi bir meşruiyetle bütünleştirememeleridir. Krizin bu meşruiyet sorunundan kaynaklandığı ortada. Çünkü demokrasilerde belli bir kuvvet, total bir kuvvet olmaya doğru giderse meşruiyetini kaybeder.

Somutlaştırır mısınız?

Eğer bugün parlamentoda AKP’nin 500 milletvekili, CHP’nin de 50 milletvekili olsaydı AKP bugünkünden daha mı meşru olurdu? Tam tersi. AKP’nin ürettiği korku çok daha büyük olurdu. Buradaki mesele AKP ve onun ideolojisi meselesi değil.

Ya nedir?

Demokrasinin total bir kuvvet etrafında tanımlanmasından doğan korkudur. AKP değil de XYZ partisi bu kadar büyük bir kuvvete sahip olsa demokratik merkezkaç güçler bundan yine ürküntü duyar. Benimsensin benimsenmesin AKP’nin en önemli meşruiyet unsurlarından biri Çankaya’da AKP’li olmayan birinin oturmasıydı. Çankaya’daki kişinin AKP’ye yaptığı muhalefet aslında AKP’yi meşrulaştıran bir unsurdu. Şimdi Çankaya’ya AKP’li birinin çıkması, meclis başkanının AKP’li olması, hükümetinin başının AKP’li olması sonunda ortaya total bir rejim çıkarır. Bu total rejim parlamenter demokrasinin özüne aykırıdır. Demokrasi çoğunluğun azınlığı yok sayması değildir. Demokrasi, çoğunluğun azınlık haklarını gözeterek yönetimde bulunmasıdır.

TÜRKiYE KESKiN UÇLU SiYASETTEN UZAKLAŞMALI

‘Demokrasi çoğunluğun azınlık haklarını gözetmesidir’ dediniz. Bugün çoğunluk kim?

Toplumun yüzde 46’sının parlamentoda temsil edilmediği bir ortamda çoğunluğun kim olduğuna cevap veremem. Şunu vurguluyorum; çoğunluğun hakimiyetinin öngörüldüğü her yerde demokratik rejime dönük bir tehlike vardır.

Ya laikliğin tehlike altında olması?

Ben ‘Şeriat gelecek. Türkiye İran olacak’ gibi bir şeyin olabileceğine inanmıyorum. Çünkü her şeyden önce Türkiye’de halkın bunun olmasına olanak sağlayacağını düşünmüyorum. Ama Türkiye’deki demokratik rejim bana göre tehlike içindedir. Demokrasinin bu sorunları aşmasının iki yolu vardır. Bir, ideolojik platformda insanların kendilerini temsil etmelerine izin vermek. İki, parlamenter yapıda büyük hakimiyetlerin yapısı yerine koalisyon kurmaya yani uzlaşmaya dönük daha küçük temsil güçlerine sahip olmayı sağlamak. Kanaatimce bu ikisi yapıldığı takdirde ne ordu müdahalesi olur ne de başka bir şey. Ve şunu da belirtmekte fayda var. Mesele AKP’nin demokratik olarak eleştirilebilmesidir. Halbuki bugün Türkiye’de şöyle bir ortam var: AKP’yi eleştirdiğinizde de ‘asker ve darbe yanlısı’ bir pozisyona düşüyorsunuz. Belki öyle bir kesim olabilir. Ama bunu da kendi içinde ayrıştırmak gerek. Bu kadar keskin uçlarla sürdürülen bir siyasetten Türkiye’nin derhal uzaklaşması lazım.

Selin Ongun



Bu haber 262 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,027 µs