Aklın bulunmadığı yer
0 0 0000 00:00 tsi
Hep aynı örgüttür, zaman içinde adını değiştirmiş: Önce, feshedilmiş 'Templier' tarikatının yani şu ünlü tapınak şövalyelerinin bir kısım malını mülkünü devralan 'Hospitalier' tarikatı, sonra Rodos merkezli Saint-Jean, biz sürüp çıkarınca da Malta'ya yerleşip oranın adını alan örgüt...
Rodos'un yanısıra iki üsleri daha vardı: Halikarnassos ve Kos. Üç ada arasında üçgen kurmuşlar, gelene gidene efeleniyorlar, üçünden de kovaladık.
Elbette en büyük kaleleri Rodos, ortancası şimdi bizimki (Bodrum), küçüğü de artık bizden çıkmış İstanköy...
Bodrum kalesi sabah dokuzda açılır, akşam beşte kapanır. 'Mesai saatleri' geçerlidir.
İstanköy kalesi öğle yemeği vaktine doğru açılır ve geceyarısı kapanır. Daha doğrusu, meyhaneler açılır kapanırlar, kalenin kapısı yoktur.
Ona bakarsanız, İstanköy limanında gümrük ve polis girişi de yoktur, tekne yanaşınca iner, caddeyi geçer, yüz metre kadar ileride bulunan polis karakoluna kendiniz gidersiniz, eğer ille de göstermek istiyorsanız pasaportunuzu... (Benim çattığım polis memuru Pavlos, 'yürü git kardeşim, ne bekliyorsun sırada, siz Türkler amma da kırtasiye seviyorsunuz ha...' demişti. Sonra arkadaş olduk.)
Bodrum kalesine biletle girilir. İstanköy kalesine elini kolunu sallaya sallaya.
Bodrum kalesinde yiyecek yoktur, içecek de yoktur artık, çünkü kafeterya ihalesindeki aksaklıklar bir türlü giderilemediğinden bir bardak su içmek için bile dışarı çıkıp yeniden girmek gerekmektedir.
Bir zamanlar koftiden bir 'zından meyhanesi' yapmıştık Bodrum kalesinin içine, papaz kılığına girmiş müsamere gençleri turistlere Köpeköldüren şarabı satıyorlardı. İstanköy kalesi baştanbaşa silme Rum meyhanesidir ve reçineli şarap, sığır etinden lezzetsiz suvlakya, aşırı tuzlu cacık ve tavada kazık kesmiş barbunya satarlar.
Bizim mezeler onlara beş basar.
Aslına bakarsanız bizim tesisler de onlara beş basar.
Fakat biz hava kazanırız, onlar para kazanırlar.
Bizim kaleye Türk Kültür Bakanlığı bakar, onlarınkine Yunan Turizm Bakanlığı.
Bizimki müzedir, onlarınki ticarethane.
İstanköy'de huzur ve yasemin kokusu vardır, bizim kasaba irisi de bir uyuşturucu ve eşcinsel cennetidir.
Orası dinlenme yeridir, bizimki azma yeri.
Orada buzuki vardır, bizde rock.
Oranın delikanlıları yabancı kadınlarla zevk için yatarlar, bizimkiler 'memleketine aldırsın, oturma ve çalışma izini çıkarsın, uçak biletini de göndersin' diye.
Orada geceyarısını geçtikten sonra çıt çıkarmak belediye emriyle yasaktır, bizde 'hayat daha yeni başlar'.
Orada özel bir 'turizm polisi' vardır, bizde bildiğiniz kahraman Türk polisi.
Onlar turizm yaparlar, biz yara kaşırız.
Bir de 'Tanrı'nın olmadığı yer' yazısını kaldırıp atarız tabii, 'Inde Deus Abest'... Yakında sıra 'putperest heykellerini kırmaya' ve 'gavur eserlerini de göndermeye' gelecektir ve adamlar kızacaklar mıdır, zil takıp oynayacaklar mıdır, belli değildir.
Eh, Mısır'ı üç yüz yıldan fazla elinde bulundurup da bir gün bile 'şu piramitleri, şu gövdesi aslan, kafası insan garip yaratığın heykelini kim yapmış, ne zaman yapmış, neden yapmış acaba' diye merak etmemiş insanların torunlarının yapacakları turizm de bu kadardır işte...
Yok, bir de Turgut Özal'a küfür etmek vardır tabii, kıyılarımızı turizme açtı diye.
Türkiye'nin toplam yatak kapasitesi, hani o kovaladığımız şövalyelerin Rodos adasının yatak kapasitesi kadardı, yalnızca bir tek ada kadar...
Ve biz Bodrum'u, anlı şanlı cumhuriyet yönetiminde 'sürgün yeri' olarak kullandık!
Bu haber 249 defa okundu.
Yorumlar
+ Yorum Ekle