En Sıcak Konular

"Türkiye'de iktidar değişiyor!"

0 0 0000 00:00 tsi
"Siyasi ve ekonomik elit oluşlarını demokrasiye borçlu olduklarını biliyorlar. Türkiye'de iktidar el değiştiriyor. Tandoğan'da toplananlar daha önce iktidardaydılar. Şimdi kendilerini güçsüz hissediyorlar..." Neşe Düzel'in Prof. Dr. Naci Bostancı ile

  • Siyasi ve ekonomik elit oluşlarını demokrasiye borçlu olduklarını biliyorlar. Türkiye'de iktidar el değiştiriyor. Tandoğan'da toplananlar daha önce iktidardaydılar. Şimdi güçsüz hissediyorlar
  • Türkiye'de İslamcılık değişiyor. AKP'liler cemaatten cemiyete geçiyor. Başkalarıyla kurdukları ilişkiler sonucunda dışa kapalı hayat bitiyor. AKP'nin temsil ettiği kulvar modernleşiyor
  • AKP'nin kendisi ılımlı İslam. O, kendi sosyolojisini siyasete taşıyor. Ne yaşıyorlarsa siyasette de öyle görünüyorlar. Ilımlı İslam'ı bir proje değil, bir kendilik olarak siyasete taşıyorlar


NEDEN? Naci Bostancı

Türkiye haftayı sarsıcı bir olayla kapatıyor. Geçen hafta bir yandan tarihinin en büyük mitinglerinden birine şahit olarak toplumun muhalif kesimlerinin demokratik bir yöntemle kendisini ifade etmesinin memnuniyetini yaşadı. Diğer yandan yakın tarihinin en gaddarca katliamlarından birinin Malatya'da gerçekleşmesiyle sarsıldı. İkisi de yaklaşan Çankaya seçimiyle gerginleşen toplumun verdiği hem sevindirici hem ürkütücü işaretler olarak algılandı. İnsanların Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığına niye bu kadar karşı çıktığını, kalabalığın hangi mesajı verdiğini, cinayetlerin Çankaya seçimiyle nasıl bir ilişkisi olduğunu, AKP'nin bu gerginliklerdeki payını, AKP karşıtlarının endişelerini, Gazi Üniversitesi öğretim üyesi siyaset bilimci ve sosyolog Naci Bostancı'yla konuştuk. 80 öncesinde Ülkü Ocakları'nda yönetici olan ve hapis yatan Prof. Bostancı'nın 'modernleşme,milliyetçilik, İslamcılık' üzerine kitapları var.

Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça cinayetler ve ölü sayısı artıyor. Türk ve Müslüman olmayanlara karşı tahammülsüzlük büyüyor. Müslümanlığımız, Türklüğümüz elden gidiyor, ülkemizi bölmek istiyorlar iddialarıyla yabancı düşmanlığı tırmanıyor. Yaşanan bu cinayetlerin ve vahşetin toplumsal bir temeli var mı yoksa bu, cumhurbaşkanlığı seçimiyle mi ilgili?

İkisi de. Bu tür gerilim yaratan olaylar marifetiyle siyaseti kontrol etme tekniklerine Türkiye'nin yakın tarihi yabancı değil. 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül'le ilgili bu tür bağlantılar hep kuruldu. Ben 12 Eylül dönemini iyi biliyorum. 12 Eylül'e üç ay kala, cinayetler olağanüstü arttı. Radyoların gece 23.00 haberlerinde adeta trafik kazası istatistiği verilir gibi cinayet dökümleri veriliyordu ve o gün ülkenin çeşitli yerlerinde

20-25 kişi öldürülmüş oluyordu. Bunu sosyolojiyle açıklamak mümkün değil.

Bu nasıl açıklanabilir peki?

Her gün bir, iki kişinin öldürüldüğü Türkiye'den radikal bir dönüşümle her gün 20-25 kişinin öldürüldüğü bir Türkiye'ye geçilmesi üç ayda olacak bir şey değildi. İzah edilemeyen karanlık bir alan var burada. Zaten Türkiye'nin böyle bir tarafı vardır. Türkiye siyaseti bu tür alacakaranlık arka planlardan mahrum değildir. Bunu kim yapıyor, kışkırtıyor benim bilmem mümkün değil ama şu da var. Hiçbir provokasyon toplumsal karşılığı olmaksızın gerçekleşmez. Yani insanlar o provokasyona gelmek için çok gönüllü değillerse, bu işler olmaz. Dolayısıyla bugün yaşadıklarımızın mutlaka bir toplumsal temeli var.

Nedir bu toplumsal temel?

Bir yanda Avrupa Birliği'yle ilgili spekülasyonlar var. AB üyeliğini, yani küreselleşmeyi Türkiye'ye çok hasımca bir iş olarak gören çevreler var. Diğer yanda Kuzey Irak'taki oluşum var. Bu gelişme bazı insanları bir beka sendromuna götürdü. Bunlar, Kürt oluşumunu Türkiye'ye bir meydan okuma olarak görüyorlar ve bunu önlemek gerektiğini, bu oluşumun ileride Türkiye'den toprak kopartacağını düşünüyorlar. Bütün bunlar Türkiye'de ciddi bir gerginlik ve abartı atmosferi yaratıyor. Bizi bölecekler, Türklüğümüz, dinimiz elden gidiyor, misyonerler geliyor gibi abartılı, kışkırtılmış değerlendirmeler yapılıyor. Yabancı düşmanlığı da bu abartının sonucunda oluşuyor. Çünkü Türk toplumu henüz dünyaya yeni açıldı.

Neredeyse otuz yıl oldu. Hâlâ yeni mi sayılır?

Evet. Türk toplumu 1980'de dışarıyla ilişki kurdu ve kafası karıştı. Kimliğinin, imanının zedeleneceğini, Türklüğünü ve Müslümanlığını kaybedeceğini düşündü. Zaten her ilişkinin ilk evresinde çocuksu kaygılar ve korkular vardır. Osmanlı'nın çöküş döneminden beri bu toplumda var olan sosyal psikoloji, Türkiye'nin yeniden dışa açılması sürecinde yaşadığı AB, küreselleşme, Kürt meselesi gibi yeni karşılaşmalarla daha da beslendi .

14 Nisan'da tarihimizin en büyük mitinglerinden biri gerçekleşti Ankara'da. Bu insanların ciddi bir talepleri vardı ki orada toplandılar. Ama şu da var. Kürsüde yapılan konuşmalarda söylenenlere oraya giden birçok insanın katılmadığı da iddia edildi daha sonradan. O insanların talebi neydi?

İnsanların somut talebi, 'Erdoğan cumhurbaşkanı olmasın'dı. AKP, 2002 seçimlerinde Meclis'te elde ettiği yasal gücü, 'İrade bende, kararları ben alırım. Güç bende' diye değerlendiriyor. 'Ben kendi yetkili kurullarıma danışırım. Son sözü ben söylerim' siyasetini yürütüyor. 'Taç giyen baş akıllanır' diye bir laf vardır. İktidar gücünün, kendisine destek verenlerin ötesinde diğer kesimlerle de anlamlı bir ilişki kurması gerekliliğine işaret eder bu söz. Ama her taç giyen baş akıllanmıyor.

AKP iktidarda akıllanmadı mı?

Geniş bir toplumsal kesimde böyle olmadığı kanaati var. AKP kendisine oy verenlerin dışındaki kesimleri iktidar etme sürecine katamadı.

Peki insanlar, Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkmasını engellemek için mi Tandoğan'daki mitinge gittiler yoksa kürsüdeki konuşmaların doğrultusunda 'küreselleşmeye ve AB'ye' karşı çıktıkları için mi? Yoksa ikisi birlikte mi?

İnsanlar her şeyden önce 'Biz farklı düşünüyoruz. Biz bu ülkede varız. Bizim bir gücümüz var. Bizi de görün' diyorlar. Bunun arkasında küreselleşmeye, AB'ye karşı olan eğilimler tabii ki var ve önemli ama, insanlar bu tür soyut konular için böyle heyecanla sokağa dökülmezler. Çünkü bir mitingi çok kalabalık kılan en önemli unsur, somut bir şeye karşı olmaktır, somut bir şeye odaklanmak, kilitlenmektir. Bu da Tayyip Erdoğan'dı. Erdoğan'a karşı olmanın en baskın unsuru da türbandı. Zaten türban, Türkiye'de siyasi kültürün en sert noktası haline geldi. Türkiye'yi ikiye bölen bir vasıf kazandı. Türban, herkesin bir tür turnasol kâğıdı oldu. Batırıyorlar sen şusun diyorlar, batırıyorlar sen busun diyorlar. Kimse birbirini dinlemiyor ve türbana ilişkin tavrına bakarak herkes birbirini bir yere yerleştiriyor. Eğer eşiniz türbanlıysa siz belli bir insansınız. Sizin başka türlü olma şansınız yok. Ya da eşiniz türbanlı değilse, siz yine belli bir insansınız ve siz de başka türlü olamazsınız. Bunu tekzip eden sayısız örneğe rağmen türban böyle bir turnasol kâğıdı yapıldı işte.

Niye Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığına karşı olmakla AB'ye karşı olmak aynı mitingde bir arada ortaya çıktı? Bu iki görüşün ortak bir paydası var mı? Birini söyleyen öbürünü de söylemiş mi oluyor?

Önemli bir örtüşme alanı var. Bu insanlar için Erdoğan türban dışında bir tür sorgusuz sualsiz küreselleşmeyi ve AB'ye ilişkin kararlı bir iradeyi temsil ediyor. Dolayısıyla Erdoğan'a karşı çıkarken çok da türban üzerinden gitmemek, muhalefeti anlamlı ve akli bir zemine oturtmak için AB ve küreselleşme konuları öne çıkıyor.

Bir milyona yakın insan neden meydanlara toplanıp Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığına böyle canhıraş bir şekilde karşı çıkıyor?

Bu karşı çıkış, Erdoğan gelirse Türkiye'de çok ciddi değişiklikler olur, ülke karanlığa gider kaygısıyla çok ilişkili değil. Aslında bütün bu korkular iktidar kavgasının bir sonucu. Türkiye'de iktidar peyder pey el değiştiriyor. Tandoğan'da toplanan insanlar aslında Türkiye'nin bugünkü siyasal düzeninde kendilerini güçsüz hissediyorlar. Karar süreçlerinde yer alan önemli ve etkili kişiler olarak görmüyorlar kendilerini. Oysa bu kesimler daha önce iktidardaydılar ve bu iktidarlarını artık kaybettiler. Üstelik bu kesimlerin kendi fikirlerini iktidara taşıma imkânları, öngörülebilir bir gelecekte de görünmüyor.

Konuya sınıf, kesim ve zümre olarak bakarsak, Türkiye'de iktidarı kaybedenler kim, yeni iktidar sahipleri kim?

Sosyolojinin klasik 'merkez-çevre' ayırımında, çevreye oturan kesimler şu anda iktidarda bulunuyor. Bunlar, yeni şehirliler, köylü ve kasabalılar. Bunlar, ülkedeki siyaset oyununa katılarak bu siyasal yapının nema, rant dağıtma özelliğinden faydalanmak ve bu yolla büyümek istiyorlar. Aynı zamanda dünyaya da açılıyorlar. Açıldıkça da Türkiye'nin rasyonelleşmesi, belli standartların yerleşmesi ve akılcı ekonomik ilişkilerin gelişmesi gerektiğini görüyorlar. Bu yüzden de AB'yi destekliyorlar. Ama şu var. AKP'nin omurgasını özellikle 1980'lerden itibaren palazlananlar, yani esnaf ve tüccarlıktan sanayiciliğe, ihracatçılığa, işadamlığına geçenler, artık pazarları Türkiye'yle sınırlı olmayan kesimleri temsil ediyor. Bu zümre dünyayla sadece mal ve hizmet ticareti yapmıyor. Dünyayla insani, kültürel, siyasal ilişkiler de kuruyor. Hayatlarını yavaş yavaş dünyaya açıyorlar, dönüşüyorlar. Bunlar aslında Cumhuriyet'in alternatif elitleri. Çok iyi biliyorlar ki, siyasi ve ekonomik elit oluşlarını, entelektüel oluşlarını Türkiye'deki demokratik yapıya, Cumhuriyet'e borçlular.

Peki iktidarı kaybedenler kim?

Bunlar iki, üç kuşak öncesinden şehirlileşmiş olan, Cumhuriyet'i kuran elit kadronun omurgası etrafında yer alan ve devleti bugüne kadar yönetmiş olan okumuş yazmış laik kesimler. Siyasi yapının nema dağıtımından geçmişte faydalanmış ve devletin rantlarına alışmış olan bu kesim kendisini devletle özdeşleştiriyor. Kendisini devletin sahibi görüyor ve AKP iktidarından kaygı duyuyor.

Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığının, insanlarda "şeriat gelecek" korkusu yarattığı söyleniyor. Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkması halinde AKP'nin şeriatı getireceğine mi inanıyor insanlar?

1996 yılında 14 ilde kapsamlı bir saha araştırması yaptık biz. 28 Şubat'tan bir yıl önceydi. Laiklik odaklı tartışmalar canlanmaya başlamıştı. Aczmendiler piyasaya çıkmışlardı. Türkiye'de şeriat tehlikesi var mı diye sorduk. Şeriat tehlikesi olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 2 çıktı. Şeriat tehlikesinin bu ülkede gerçek bir toplumsal karşılığı yok. 1999 seçimlerinde CHP çok laiklik odaklı bir kampanya yürüttü, yüzde 8 oy aldı. Laiklik ana aksı üzerinden gidildiğinde CHP insanlara seslenemedi. Tabii ki şeriat gelecek kaygısını samimi olarak yaşayanlar var ama Tandoğan'da toplananların hepsinde bu kaygı yok bence. AKP de şeriat falan getirmek istemiyor. AKP'ye destek veren büyük çoğunluk da bunu istemez zaten.

Gerçekte insanlar 'şeriat geliyor' derken 'ılımlı İslam'ı da kastediyorlar. Şeriat korkusu denilen şey, aslında bu ülkede hayatın biraz İslamlaşması oluyor. AKP ılımlı İslam getirmek istiyor mu peki?

AKP'nin böyle bir iddiası yok ama şu var. AKP kendi sosyolojisine ilişkin gerçekliğini kaçınılmaz olarak siyasete taşıyor. Bunun kendisi zaten ılımlı İslam. Yani AKP bir proje olarak değil, bir 'kendilik' olarak ılımlı İslam'ı siyasete taşıyor. Türkiye'nin sosyolojisi siyasete taşınıyor. Hem AKP dediğimiz kurmaca bir varlık değil ki. Toplumun bir kesimi bunlar. Ne düşünüyorlarsa, nasıl yaşıyorlarsa bir bakıma siyasette de öyle görünüyorlar. İşte bu görünürlük bazı insanlarda kaygıları artırdı.

AKP derken nasıl bir kitleden söz ediyoruz?

Bu insanlar hem Müslüman kalmak, hem de dünyayla ilişki kurmak istiyorlar. Ama yaşadıkları İslam dünyayla kurulan sınai, ticari, siyasi ve entelektüel ilişkilerle değişiyor. Ayrıca şeriat tehlikesinden kaygı duyan kesimlerle kurdukları ilişkilerle de değişiyor bu insanlar. Mesela düne kadar kadınların elini sıkmayanlar şimdi kadınlara ellerini uzatıyorlar. Yalnız türban gibi konular, kimliğin kendisini var etme alanı olarak görüldüğünden, o konuda bir ısrar yaşanıyor.

Zina yasasının, içki içilen yerleri şehrin dışına çıkarmaya çalışan belediyelerin, bazı çocuk kitaplıklarındaki tuhaf yazıların bu korkularda hiç rolü olmadı mı?

Oldu. AKP bir yandan gömleğimi değiştirdim, ben dönüştüm diyor. Bir yandan da çekirdeğinde varolan cemaate seslenme ihtiyacını duyuyor. Bu tabanın İslami konularda gösterdiği kimi hassasiyetler, Türkiye'nin başka çevrelerinde kaygı konuları olarak görülüyor. Ve AKP'nin siyaset etme üslubunda bir çelişki doğuyor. Ama şu var. Zaman içinde karşılıklı ilişkilerle ve karşı çıkmalarla, AKP'nin temsil ettiği toplumsal ve siyasal kulvar daha modernleşecek, kendi durumuna daha eleştirel bakacak. Çünkü Türkiye'deki İslamcılık değişiyor, başkalarıyla kurduğu ilişkiler sonucunda içsel bir dönüşüm yaşıyor. Bu insanlar dışa kapalı hayat yaşamayı bırakıyorlar, cemiyet hayatına intikal ediyorlar. Yani cemaatten cemiyete geçiyorlar. Bugün toplumda yaşanan yarılmayı ise cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler tetikliyor.

Erdoğan, AB üyeliği için imza atarak tarihi bir olayın gerçekleşmesini sağlayan bir politikacı olmasına rağmen hangi davranışlarından dolayı hâlâ birçok insana şeriatçı biri olarak gözüküyor?

Eşinin ve kızlarının başörtüsü, kızlarının ve kendisinin imam-hatip menşeli olması dolayısıyla bir kere Erdoğan İslamcı niyetlerin somut bir sembolü olarak görülüyor. Çünkü türban gibi imam-hatip de sert konulardan biri. Aynı zamanda iktidar kadrolarını seçerken belli bir gelenekten gelenlere öncelik tanıması da kaygı yaratıyor. Bütün bakanların eşlerinin türbanlı oluşu, bir takım duygusu uyandırıyor ve iktidara gelmiş bu güç çok da Türkiye'nin sosyolojisini temsil etmiyor duygusu yaratıyor. Çünkü Türkiye'de herkes türbanlı değil. Ayrıca AKP sadece İslamcıların değil İslamcı olmayanların da desteğini alarak iktidar oldu. Bu heterojen yapı, partide de vardı ama, iş iktidar olarak bürokratik atamalar yapmaya, elitleri seçmeye geldiğinde AKP bu heterojen yapıya uygun davranmadı. Atamaları kendi dünyasından seçti. AKP merkeze oturamadı. Atamalarda Türkiye'yi temsil edici şekilde davranamadı.

AKP uzun zamandan beri AB hamlelerini yavaşlattı. Eğer 17 Aralık'taki istekle AB üyeliği için uğraşsaydı toplumda hâlâ böyle şeriat korkuları olur muydu?

Biraz azalmış olurdu ama bütünüyle yok olmazdı. AB bir tür modernleşme projesi olduğundan, AB yolunda ilerlemek, gizli hesapların, senaryoların siyaset yoluyla gerçekleşemeyeceği bir Türkiye algısını güçlendirirdi.

AKP'nin, AB'den uzaklaşmasında aslında bu partinin yapısının Avrupa'yla uyuşmamasının rolü var mı?

AKP'nin ikili bir karakteri, yapısı var. AKP'nin bir yüzü İslami kriterler konusunda hassas, milliyetçi ve AB'ye karşı. Diğer yüzü ise modern dünyayla iç içe, ekonomi ve piyasa açısından oradaki kurallarla barışık. Ama hayat bu şekilde parçalanamıyor tabii. Ekonomide AB'ci olduğunuzda, bu durum toplumsal ve kültürel hayata da kendi etkilerini taşıyor. Bakın... AKP'yi şöyle değerlendirirsek yanlış yaparız. 'Aslında AB'ye karşıydı, sadece geçici bir süre için onu kullanılacak bir araç olarak gördü, kendi meşruiyetini sağlamak ve askerin siyaset üzerindeki vesayetini azaltmak için AB'yi bir dönem destekledi. Sonra karşı oldu' diyemeyiz.AKP'nin AB'yle ilişkilerinin bir ekonomik, sınıfsal temeli var. AKP'nin bir yüzü inanılmaz bir biçimde Avrupa'yla bağdaşık. Çünkü AKP'yi iktidara taşıyan ekonomik omurga AB dünyasında yer alıyor. Bunların ekmekleri, gelecekleri Avrupa'da. Bu yüzden AB yolunda gitmeye devam edecek AKP.

Peki AKP Ankara mitinginden nasıl bir sonuç çıkarmalı sizce?

Bence çıkardı bile. AKP Çankaya seçimini baştan beri seçmen kitlesinden bağımsız düşündü, Meclis'e odaklı akıl yürüttü. Bu iş 'Meclis'te bitecek, oyunun kuralı böyle' dedi. Ancak Ankara'daki miting, cumhurbaşkanlığı seçiminin bir toplumsal tabanı olduğunu, Meclis'in seçiminden ibaret olmadığını gösterdi. AKP şimdi bunu hesaba kattı. Cumhurbaşkanlığı seçiminin genel seçimlere yansıyacağını gördü. Tayyip Erdoğan aday olmayabilir.

Neşe Düzel/Radikal



Bu haber 275 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,399 µs