En Sıcak Konular

Memlekette güzel şeyler de oluyor

0 0 0000 00:00 tsi


Türkiye’de aristokrat olmadığı için şato da yoktur. Amerika’da da yoktur ona bakarsanız, İsviçre’de de yoktur.

Güneydoğuda feodalite, yani aristokrasi benzeri bir ağa sınıfı olduğu için, şato benzeri “kasırlar” vardır. Kasr-ı Kanco falan gibi... Bunlar da taş yapılardır ve surlarında başı poşulu, eli tüfekli birtakım yanaşmalar beklerler. Di...

Bizde, batıda, “kale” bulunur. Hisar yani... Bunlar oturulacak yerler değil, askeri kışlalardır.

Anadolu’da kalmış birkaç yıkıntıyı ve de şehir surlarını saymazsak, ortaçağdan iki kalemiz var elimizde: Anadolu Hisarı ve Rumeli Hisarı.

İkisini de katlettik. Onlara verdiğimiz zararı, elinde gücü olsaydı bile, Bizans ordusu veremezdi.

Rumeli Hisarı, yüzyıllarca yıkık dökük, metruk kaldıktan sonra (burçlarından incir ağaçları fışkırmıştı), ancak 1958 yılında restore edilebildi... Burada daha önce ahşap ve “mail-i inhidam” yani yıkılmaya yüz tutmuş evlerden oluşan bir “kaleiçi mahallesi” vardı, tıpkı Ankara gibi, tıpkı Antalya gibi... Eski Osmanlı garnizonunun camisi de mahallenin camisine dönüşmüştü.

Hisarı restore ederken mahalleyi de restore edip bir lokantalar, kahveler, minik oteller, hediyelik eşya dükkânları bütününe dönüştüreceğimiz yerde (tıpkı merhum Çelik Gülersoy’un daha sonra Soğukçeşme Sokağı’na yapacağı gibi) onu hepten yoketmeyi tercih ettik. Caminin kırık minaresini tuttuk, orta yerini de tiyatro sahnesi yaptık (o zamanlar “açıkhavacılık” pek modaydı.)

İstanbul’un eski halkı, orada yıllarca Shakespeare seyretti. Bunlar Muhsin Ertuğrul’un Şehir Tiyatrosu’na dönüşmüş Darülbedayi’sinin kötü yapımlarıydı ama ne de olsa Shakespeare oyunlarıydı...

Sonra, İstanbul değişip her bir İstanbullu’ya on köylü düşünce, orada da varoş konserleri düzenlenir oldu. Merhum Kerim Afşar yerini Petek Dinçöz’e bırakmıştı. Artık sahneye Ayla Algan değil, Yeşim Salkım çıkıyordu.

Aynı ilgiyi hemen karşısında durup duran Anadolu Hisarı’na gösteren hiç çıkmadı. O daha da eski olmakla birlikte (aralarında elli sene vardır), “ağabeyinin” ağırlığı altında ezilen bir küçük kardeş gibi kaldı. Gidilmeyen, gezilmeyen, yalnızca yanından geçilen ya da karşı kıyıdan bakılan “ikinci sınıf” bir hisar... Yanına yöresine görkemli yalılar kondurulmuş ama varlığı yalnızca bir “arka plan süsü” olarak algılanmıştı.

İhmal ettiğimiz yetmiyormuş gibi, utanmadan bir de bir kısmını yıktık!

Ortasından yol geçirdik... Birçok burcu da elden gitti.

Şimdi çok şükür yolun bu kesimini yeraltına alacaklar, tünel yapacaklarmış. Hisarın yıkılmış bölümü yeniden yapılacak, “orijinal” şekline kavuşturulacakmış. Hisar bir müze olacak, kitapçısı, hediyelik incik boncukçusu falan da bulunacakmış.

Biz de, keferenin şatolarını gezerken aldığımız hazzı, çok şükür kendi vatanımızda, kendi kalemizde, kendi şatomuzda yaşayacağız.

Ne zamandır kafama taktım sayıklıyorum, Blois, Chambord, Chaumont, Cheverny, Chenoncaux diye... İlk fırsatta ipimi kırıp gideceğim, özellikle Loire vadisindeki o birbirinden güzel mücevherleri yeniden gezeceğim... Usse’yi bilir misiniz, “uyuyan güzelin” masal şatosudur... Chinon’u, Loches’u bilir misiniz?... Jeanne d’Arc’ın köyünden gelip kralın huzuruna çıktığı büyük yemek salonunun yıkıntılarında dolaşmak, onun bastığı taşlara basmak ne keyiftir, tasavvur edebilir misiniz? Kral Yedinci Charles tahtına bir başkasını oturtmuştu da kendisi kalabalığın arasına karışmıştı, bakalım bu kız bir büyücü mü yoksa gerçekten Tanrı tarafından mı gönderildi diye... Derler ki Jeanne d’Arc tahtta oturan adama bir bakmış, “sen kral değilsin” demiş, dönmüş şıp diye gerçek kralı teşhis etmiş.. Ossaat kızın “mübarek” olduğuna kanaat getirmişler...

Artık çok şükür keferenin anılarıyla mutlu olmaya çalışmaktan kurtulup, kendi hükümdarımın, Yıldırım Bayezid Han’ın atından indiği yerde kahve içeceğim!

İstanbul’da çok güzel şeyler oluyor. Çevresiyle, hasbahçesiyle ve yokolup gitmiş, yeniden yaratılacak kıyı köşkleriyle birlikte Büyük Topkapı Sarayı projesi de bunlardan biri, Anadolu Hisarı’nın “rehabilitasyon” çalışması da... Kültür Bakanlığı’yla İstanbul Belediyesi elele vermiş, uğraşıyorlar.

Umarım her iki hisarın burçlarına da “şapkalarını” koymayı, yani tepelerine o sivri ve kurşuni külahlarını yerleştirmeyi de bu kez akıl ederler değerli mimarlarımız! 1958 yılında Rumeli restorasyonunu yapan ablalarım, o zamanın cici hanım kızları düşünememişlerdi...

Ama, özellikle basında, “bunlar Osmanlı’yı canlandırmak istiyorlar” diyecek birtakım eşşoğlueşşekler çıkacaktır. Onlara aldırmayacaksınız

Akşam



Bu haber 243 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,990 µs