En Sıcak Konular

Kapanmayan yara: Dersim...Dersim....

30 Kasım 2010 11:29 tsi
Kapanmayan yara: Dersim...Dersim.... “Yüzleşmezsek Hiçbir Şey Geçmiş Olmuyor”

Geçtiğimiz yıl CHP’li Onur Öymen’in ‘malum’ konuşması vesilesiyle gündeme gelen Dersim 38, araştırmacı-yazar ve Yüzleşme Derneği Başkanı Cafer Solgun’un TİMAŞ yayınlarından çıkan  ‘Dersim… Dersim…’ adlı kitabıyla yeniden gündemde. Kitap, Dersim gerçeğini bütün boyutlarıyla gözler önüne seren ciddi bir kaynak olmakla kalmıyor, konuyla ilgili bilinmeyenleri ve yanlış bilinenleri de açık ve dosdoğru bir dille günışığına çıkarıyor… Cafer Solgun ile bütün yönleriyle Dersim 38 olayını ve bir bütün olarak Alevi meselesiyle ilgili mevcut durumu konuştuk… 


-Neden “Dersim… Dersim…” ve “yüzleşmezsek hiçbir şey geçmiş olmuyor”?

-Dersim, Türkiye’nin anlayış ve uygulamaları, yol açtığı acılar ve diğer sonuçlar itibarıyla devlet ve toplum olarak yüzleşmesi gereken bir döneminin en kanlı sayfalarından biri… Diğer bir deyişle Cumhuriyet tarihinin, Kemalist modernleşme projesinin en kanlı sayfalarından biri. Bugüne değin Dersim 38 üzerine çokça yazıldı çizildi, son yıllarda bazı belgesel filmler yapıldı, sözlü tarih çalışmaları da yapıldı. Ama bunlar daha çok Dersimlilerin kendi bünyesinde kalan, Türkiye’nin gündemine bir türlü giremeyen çalışmalar oldu. Biliyorsunuz, geçtiğimiz yıl “demokratik açılım” sürecinin görüşüldüğü bir meclis oturumunda CHP’li Onur Öymen “Dersim 38’de ‘analar ağlamasın’ denildi mi?” şeklinde konuştu. Bu konuşma Dersimliler ve bir bütün olarak Alevi toplumu üzerinde sarsıcı bir etki yarattı ve bu arada konunun da gündeme gelmesine neden oldu. Ben o zaman bir kez daha fark ettim ki, toplum Dersim meselesini, 1937-38 yılları arasında Dersim’de neler olduğunu, Dersim’in neden “Tunceli” olduğunu ya bilmiyor, ya da çok eksik ve yanlış biliyor… Bunun üzerine zaten var olan konuyla ilgili çalışmamı hızlandırdım ve Eylül sonlarında da ilk baskısı yapıldı.


Kitabın adına “Dersim… Dersim…” dedim; çünkü Dersim meselesi acı dolu bir feryattır ve 73 yıldır bu acıyla yetişen insanlarımızın yüreklerinde çınlamaya devam etmektedir… “Yüzleşmezsek Hiçbir Şey Geçmiş Olmuyor”, çünkü, bu tip etki ve sonuçları sürekli olan acıların onarılmasının başka türlü daha kabul edilebilir, toplumsal barış ve normalleşmeye hizmet eden bir yolu yoktur…


-Nasıl? Sonuçta 73 yıl öncesinde kalan bir olaydan bahsediyoruz…

-Evet. Ama Dersim katliamına neden olan bir zihniyettir, bir toplum mühendisliği projesidir, bu coğrafyada, ülkemizde yaşayan halkların etnik, kültürel ve dini değerlerine karşı bir dayatmadır. Bu yönüyle bakıldığı zaman Dersim katliamı “olmuş bitmiş, geride, geçmişte kalmış” bir mesele değildir. Maalesef meseleye “geçmiş, gitmiş” gözüyle bakanlar Dersimliler içerisinde de var. Fakat bu bir yanılgı ve aldatmaca. Dolayısıyla meseleyi yüzleşerek onarmaktan ziyade zamana yaymaktan, acıyı katmerleştirmekten başka bir sonuç üretmiyor ve üretemez de. Yurtdışında yaşayan bir Dersimli dede şöyle demişti: “38’i unutmak istiyorum tabii; ama Dersim’e geliyorum, yürüdüğüm caddenin adı Cumhuriyet Caddesi, dolaştığım mahallenin adı General Alpdoğan Mahallesi, veya İnönü Caddesi veya Fevzi Çakmak… Her şey Dersim 38’i hatırlatırken bana, nasıl unutayım?” Biliyorsunuz General Alpdoğan Dersim Tedip ve Tenkil Harekatı’nı yürüten 4. Umum Müffettişi bir paşadır. İsmet İnönü dönemin başbakanlarındandır. İsimlerin değiştirilmesi, simgesel bir adım olabilir; ama asıl mesele daha derindir. Resmi ideoloji mantığının aşılmasıdır. Çünkü Türkiye’nin başka türlü “normalleşmesi” mümkün değildir.


-Peki, Türkiye normalleşiyor mu?

-Elbette. Türkiye sancılı da olsa bir normalleşme süreci yaşıyor. Kürt sorunu ilk defa adı dosdoğru konularak tartışılıyor. Herkes kendi barış ve çözüm projesini savunabiliyor. Dersim meselesi ilk defa bu denli yaygın ve konuşulan bir gündem haline geldi. İlk defa bir başbakan Dersim’de bir katliam yaşandığını ifade etti, “Tek Parti” dönemi ve uygulamalarıyla yüzleşilmesi gereğinden bahsetti. Aynı şekilde ilk defa Alevi meselesinin nasıl çözüme kavuşturulacağı üzerine ciddi bir siyasi ve toplumsal duyarlılık oluşuyor. Bütün bunlar normalleşmenin ciddi emareleridir. Bunun yanında askeri vesayetin aşılması konusunda tarihi önemde ilerlemeler kaydedildi. Ergenekon soruşturmasını bu noktada özellikle vurgulamak gerekir. Ancak kat edilmesi gereken daha çok yol bulunduğunun da altını çizilmeli. Kolay olmadığı besbelli, ama hükümet gündeme getirdiği hiçbir açılımı somut bir sonuca ulaştırabilmiş değil örneğin…


-Bunun nedenlerini neye bağlıyorsunuz?

-Statükocu bir direnç var. Sürmekte olan Ergenekon davası, bu direnci kıran önemli faktörlerden biri oldu. CHP de, bu statükocu, demokratik değişim ve normalleşmeye direnen gücün siyasi plandaki temsilcisiydi; CHP bünyesinde de ciddiye almak gerektiğine inandığım, inanmak istediğim bir değişim çabası var. Ama bu süreç, referandum sürecinde de görüldü ki, henüz devam eden bir süreçtir. Normalleşme ve resmi ideoloji mantığının aşılmasının en önemli nişanesi, kuşkusuz, yeni, demokratik, özgürlükçü bir anayasa olacaktır. Bu noktada hükümetin de gündeme getirdiği açılımların gerek içini doldurma, gerekse de sonuca ulaştırmada güçlü bir irade gösteremediği ortaya çıktı. Bu da ciddi bir eleştiri konusudur. Engeller, zorluklar olması, attığınız bir adımın devamını getirmemenin gerekçesi olmamalı. 12 Eylül referandumunun ardından, açılım ve reformların hayata geçirilmesinde daha avantajlı bir duruma gelindi. Bunun tarihi bir şans olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama görünen, yeni anayasa başta olmak üzere bazı temel adımların 2011 seçimlerinin sonrasına ertelendiğidir…


-Dersim 38, Alevi meselesinin neresindedir?

-Tam da merkezinde… Ama bugüne değin çarpıtılmış bir konudur bu, insanlarımızın bilinci dumura uğratılmıştır adeta… Olay, bir resmi ideoloji ezberi olarak “isyan oldu, bastırıldı” şeklinde öğretilmiştir. Bakın Dersimliler içerisinde dahi “bizimkiler rahat durmamış” yaklaşımında olanlar vardır. Halbuki Dersim 37-38 bir “isyan” ya da “ayaklanmanın” bastırılması olayı değil; planlı bir katliamdır; Genelkurmay belgelerinde de “isyan” veya “ayaklanma” olarak değil, “tedip ve tenkil harekatı” olarak adlandırılmaktadır. Resmi ideoloji Kürt ve Alevi varlığını inkar etti. “Yok” saydı. Yok etmek istedi. Şeyh Said ayaklanması başta olmak üzere diğer Kürt hareketleri bastırıldıktan sonra, hem Kürt, hem de Alevi olan Dersim, Tek Parti Rejiminin gündeminde bir “çıbanbaşı” olarak görüldü. Hazırlıklar yapıldı ve bizzat Mustafa Kemal’in talimatıyla da Dersim vuruldu…


-Ama “Atatürk hastaydı, olup bitenlerden haberi yoktu” diyenler de var…

-Evet, var. Ama “Bütün sorumluluk bana ait, Dersim’i vurun” sözleri de M. Kemal’e aittir! “Atatürk’ün haberi yoktu”, Dersimliler ve Aleviler içerisinde belirli çevrelerin yaydıkları bir şayiadır ve yalandır. Bu kadar açık ve net söylüyorum. Kitabımda belgeleriyle ortaya koydum. Dersim, başından beri M. Kemal’in dikkat ve ilgi alanı içindeydi. Yürütülen katliam harekatının bütün safhalarından haberdardır. 4 Mayıs 1937 tarihinde resmen başlatılması için emri verilen harekatın “çok gizli” ibareli kararnamesinin hazırlandığı Bakanlar Kurulu’na da dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ile birlikte katılmıştır.


-Bu tip görüşler Aleviler içerisinde neden etkili olabiliyor?

-Bunun kestirme bir cevabı yok. Temelinde yatan korkudur. Kendini yaşatabilmek için güçlü ve egemen olandan yana görünmek çabası, yani takiyyedir… Ama asıl sorun bu tip şayialara bir “takiyye” olarak başladığı halde zamanla gerçekten inanılır hale gelinmesidir. Kitap ve yazılarımda üzerinde durduğum konulardan biridir bu. Yayına hazırladığım yeni kitabımda bu konuların üzerinde daha etraflıca duracağım…


-Son olarak, Dersim 38’le somut olarak yüzleşebilmek için ne yapmak gerektiğini düşünüyorsunuz?

-Öncelikle Genelkurmay arşivlerinin açılması, açıklanması lazım. Kaç kişinin öldürüldüğü, kaç kişinin, nerelere sürüldüğü, kaç çocuğun “evlatlık” ve “besleme” olarak kimlere verildiği bu şekilde net bir şekilde ortaya çıkacaktır. Olayın vahametinin anlaşılması böylece mümkün olabilecektir. 15 Kasım 1937’de Elazığ’da asılan Seyit Rıza ve arkadaşlarının cenazelerine “ne” yapıldığı da resmen açıklanması gereken bir konudur. Seyit Rıza’nın asılacağını bilmediği için “oğluma verin” diye vasiyet ettiği 40 lira ve köstekli saatine “ne” olduğu da açıklanmalı ve ölülerimizin vasiyeti yerine getirilmelidir. “Dersim” adı ve köylerimizin, ilçelerimizin adları geri iade edilmelidir. Bunlar yerine getirilmesi son derece mümkün taleplerdir ve Dersim meselesiyle yüzleşmenin de kaçınılmaz gerekleridir… Bu arada tekrar belirtmek gerekir ki, Dersim 38 ile yüzleşmek, aslında bir bütün olarak “Tek Parti” dönemi ve onun uygulamalarıyla yüzleşmek demektir. Bu açıdan meselenin aslında bütün toplumun hassasiyet göstermesi gereken bir önemi olduğuna inanıyorum.

-Teşekkür ederiz.

-Ben teşekkür ederim.

Dersim… Dersim… Yüzleşmezsek Hiçbir Şey Geçmiş Olmuyor

Cafer Solgun

TİMAŞ, 2010.



Bu haber 1,099 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,390 µs