En Sıcak Konular

"Atatürk, modern bir Ali'dir"

0 0 0000 00:00 tsi
Aleviliğin saygın ismi Necdet Subaşı gündemdeki Alevilik tartışmalarını yorumluyor. Sünni veya Alevi mezhepçiliğinin artık toplumun geneli tarafından benimsenmediği görüşünü savunan Subaşı, "Aleviler, Sünnilerin ilgisinden çok memnun" diyor. 

Bundan birkaç yıl öncesine kadar Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurduğu Türkiye Diyanet Vakfı’nın Alevi – Bektaşi klasiklerinden “Besmele Tefsiri,” “Makalat,” “Kitab-ı Dar”ı yayımlayacağı söylense herhalde birçoğumuz inanmazdık. Son olarak 17 – 18 Mart’ta gerçekleşen 13. Abant toplantısının ana teması da “tarihi, kültürel, folklorik ve aktüel boyutları ile Alevilik” idi. Subaşı, Anadolu Alevilerinin çoğunluğunun Sünni kesimlerden kendilerine yönelen bu ilgiden memnun olduğu görüşünü savunuyor.

Türkiye’de Alevilik gibi konular tartışıldığında sık sık başvurulan bir argüman, Cumhuriyetin tepeden inme bir proje olduğudur. Ancak siz daha farklı düşünüyorsunuz sanırım…

Cumhuriyetin tepeden inme bir modernleşme projesi olarak kabul edilmesi aslında genel bir ezber. Cumhuriyet döneminde üretilen akademik literatür, toplumsal değişimin toplumdan beslenen damarlarını sürekli göz ardı ederek, cumhuriyet modernleşmesini sürekli tepeden inme, jakoben bir çerçevede tanımlamaya özen gösteriyor. Bunun üzerinde gerektiği gibi durulduğunu sanmıyorum. Devrimler modernleşme üzerinden gerçekleşti. Buna karşı yer yer toplumsal sayılabilecek bazı kalkışmalarda anti-modern bir kamplaşma gözlendiği için, bir anlamda devletin dili ile toplumun dili arasında sıkı bir uyum kurulamadığı için tepeden inme bir modernizm yapısı varmış gibi bir hava hep oldu. Devletin terk etmeyi, dışarıda bırakmayı göze aldığı, gelenek, din gibi kültürün diğer unsurları taşra dünyasının sermayesine dönüştü. Giderek belli düzeyde elitist dile de sahip olan din, kendi gücünü ancak taşranın merkezden uzak noktasında biçimlendirmeye başladı. Çünkü din merkezden politik anlamda kovulmuş gibidir. Politik anlamdakinden söz ediyorum, yoksa vicdani olarak değil…

Yani dinin bir bakıma köksüzleştiğini söyleyebilir miyiz?

Dinin mevcut iktidar talepleri içerisinde söz sahiplerinden biri olmasının önü tıkandı ve gayri meşru ilan edildi. Böylece din taşra dünyasında geleneksel olanla çok daha fazla buluşan bir dil kazandı.


Aleviler “köksüzleşmelerine” fırsat veren bu sisteme kendilerini neden bu derece ait hissettiler?

Her şeyden önce sıradan, tipik bir Alevi için, Atatürk modern bir Ali’dir. Ali’nin yeni bir görünümüdür. Yani Atatürk’e karşı çok inandırıcı bir sadakat geliştirdiklerini söyleyebiliriz. Bu konuda bir kuşku içinde değilim. Atatürk’e ilişkin böyle genel geçer bir sevgi ve sempati var.

Ben de bunu merak ediyorum. Mesela Alevilikte çok önemli bir yere sahip olan tekkelerin kapatılması, aynı şekilde Latin alfabesine geçilmesi ile birlikte yeni Alevi kuşakların eski Alevi metinlerine ulaşamaması veya dedelik otoritesinin ortadan kalkması gibi gelişmelere karşın Cumhuriyet ve Atatürk Aleviler tarafından ciddi biçimde sahipleniliyor.

Bu konuda Alevilerin çok sıkı bir tartışma geliştirdiklerini söylemek zor. Özellikle de Cumhuriyetin erken dönemindeki uygulamalarda, modernleşme politikalarının bazı pratikleri konusunda, yani Alevilere de dokunan bazı pratikleri konusunda Alevilerin bu konular üzerinde çok fazla durmadıklarını düşünüyorum. Çünkü benim senelerdir üzerinde durduğum Alevi modernleşmesinin Alevilerin hayrına mı şerrine mi olduğu konusunda kendi kişisel araştırmalarım çerçevesinde gördüğüm şey bu konuda Kemalizm’e sadakat konusunda genel geçer bir yargı üretiliyor ve bu yargı kabul ediliyor. Fakat bunun Alevi belleği, Alevi hafızası için kazanımlarının ya da kayıplarının ne olduğu konusunda pek fazla analiz yok. Daha doğrusu Sünnilere karşı Alevilerin Kemalizm’e daha yakın olduğu, Alevilikle Kemalizm’in aynı patikayı izlediğine dair bir hava doğal olarak Alevilerin hoşuna gidiyordu. Böyle bir yapıda bir yandan Sünnilik ötekileştirilebilir öte yandan da Alevilik Kemalizm üzerinden bir iktidar alanı üretiyormuş gibi değerlendirilebilir. Ama bu konunun somut bazı verilerini Aleviler henüz açıklığa kavuşturmuş değiller. Yani tekkelerin kapatılması, dedenin pozisyonunun zayıflatılması gibi konularda Alevilerin ne tarz bir sorgulama geliştirdikleri henüz açık değil.


 
Cumhuriyet ile birlikte Aleviler dedelerin otoritesinden çıktı ve kimliklerini onlarsız yaşatmaya ve geliştirmeye mahkûm oldular. Peki, geleneksel bir otorite figürü olan dedenin rolünü cumhuriyet ile birlikte hangi figür üstlendi? Ya da böyle bir figür ortaya çıktı mı?

Bu tarihsel olarak çok uzun süreye yayılan bir gelişme. Geçmişte çok sıkı bir Ortodoks tipi olmayan ama dedenin etrafında, dedenin karizmatik manevi önderliği etrafında oluşan nispeten dini diyebileceğimiz bir gelişme söz konusuydu. Dedelik kurumsal olarak kaldırıldı ama hem tarikatlar hem de Alevi geleneksel örgütlenmeleri gayri resmi de olsa bu ülkenin her tarafında bir şekilde var. Bunların kurumsal statülerini ortadan kaldırmakla hepsinin ortadan kaldırıldığını düşünmek mümkün değil. Bir yandan siyasi olarak meşruiyetini devlet nezdinde yitirdi bir yandan da yeni kuşak Aleviler özellikle kentteki eğitimli Alevilerin eleştirileri ile karşılaştılar. Bu eleştirilere de aynı dilden cevap veremediler. Çünkü bir dünya inanç üzerinden konuşurken diğer dünya bilgi üzerinden konuşuyordu. Modernleşme, özellikle Alevilerin okullaşma oranı ve Sünnilere göre eğitime verdikleri önem sonucunda modern bilgiden, rasyonaliteden, pozitivizmden etkilenmeleri, geriye döndükleri zaman özellikle geleneksel bir figür olarak dedeliği tartışma konusu yapmalarını gerektirdi. Bu iki kesimin herhangi bir tartışmayı bir sonuca bağlaması mümkün değildi ve bu uzun bir süre süren kamplaşmada maalesef dedeler kendi dillerini geçerli bir dil haline dönüştüremediler.


Bunun sonucunda dedelik nasıl bir konuma gerilemiş oldu?

Böylece dedelik bir şekilde inisiyatifini kaybetti ve ortalama Alevilik kendi kendini manevi açıdan zenginleştirecek önderlerinden mahrum kaldı. Bu mahrumiyet başka siyasi koşullarla başka siyasi hafızaların tazelenmesiyle de yeni bir takım aktörlere duyulan ihtiyacı ortaya çıkardı. Bu süreçte özellikle ideolojik yeni arayışlar, araştırmacı yazarları, Alevi sözcülerini, dedelik formasyonundan bağımsız olarak şekillenen yeni aktörleri öne çıkardı. Araştırmacı yazar kuşağı dediğimiz veya farklı devrimci ilgilerle kendini inşa eden bir takım aktörler, Aleviliğin geleneksel anlamda devletle sürekli sorunlu olan geçmişini muhalif sermayeye dönüştürmeyi başardı. Tümüyle muhalefete kodlanmış bir toplumsal yapı, halk hareketi yaratmaya çalıştı. Bir yandan da o kuşağın geleneksel renklerini besleyen dedeliği devletin yaptığından daha çok aşındırdı. Devlet en azından hukuki olarak dedeliğin meşruiyetini yok etti. Ancak yeni Aleviler, dedeliğin duygusal yönlerini de aşındırdı. Ama bunu Anadolu taşrasının her yeri için söyleyemeyiz. Bugün sahaya çıktığınız zaman dedelerin bazılarının yeniden rollerini hatırladıklarını, yeniden o ağı oluşturmaya çalıştıklarını görüyoruz. 40 yaşın üstündekiler için dedelik hâlâ mistik bir kültürdür, hâlâ toplumsal olarak bakidir. Ancak 1990’lara kadar akademik olarak yazı dilinden silinmiş, yok edilmiş karakterlerdi dedeler. 

Aleviler için kentleşmenin, şehirleşmenin “köksüzleşme” olduğuna vurgu yapmışsınız. Modernleşmenin sonucu olarak ortaya çıkan şehirleşmenin tüm dinleri ve inançları köksüzleştirdiğini söyleyebilir miyiz?

Köksüzleştirme ifadesi tüm dinler ya da bütün dini yapılar için uygulanması çok zor bir şey. Çünkü örgütlü dini yapılar için bu o kadar da sorunlu bir şey değil. Çünkü nihayet kente geldiğiniz zaman örgütlü ve devletle ilişkiye geçmiş meşru bir zemin içindeyseniz, bu durum sizin yeni yapılanmanıza olanak veriyor. Ancak Alevilik özünde, yapısal olarak daha çok taşra dünyasının renkleriyle şekillenmiş. Üstelik kentsel deneyimi yok. Ayrıca Alevilik hukuki ve duygusal olarak çökertilmiş durumda. Tüm bu süreçler içinde Alevilik şehre çok hazırlıklı şekilde taşındı diyemeyiz. Burada Aleviliğin zayıflığından söz etmiyorum, hazırlıksızlığından söz ediyorum. Kendini tamamen taşra dünyasının ilişkiler ağı içinde şekillendirmiş bir gelenek, kente geldiği zaman Aleviliği Alevilik yapan değerleri nasıl koruyacak? Burada hukuk herkes için bağlayıcı bir otorite iken nasıl Aleviliğin kendi içyapıları orada söz sahibi olacak? Mesela şehirde bir insan nasıl ‘düşkün’ ilan edilecek? Şehir nasıl Alevi kodlarını tolere edebilecektir? Kent hayatında Alevilik ciddi şekilde akademik bir sorundur.


Alevilerin şehre göç ile birlikte kendilerini dinsel kimliklerinden çok siyasi ya da etnik kimliğe dayandırmalarını nasıl yorumluyorsunuz?

Kimlik dönüşümü sadece Alevilere has bir şey değildir. Yani Sünni kökenli insanların içinde de özellikle Marksist bir kanat vardır. Sol siyasetin belli başlı argümanlarının Sünni toplum içinde de rağbet gördüğünü biliyoruz. Türkiye’de ideolojik olarak sosyalist söylem sadece Alevilik üzerinden kendini taşımadı. Karadeniz, Ege Sünniliğini incelerseniz oralarda da sosyalist kimi öğelere çok rahatlıkla rastlarsınız. Bunlar yerel koşullarla alakalı bir şey. Fakat Alevilikte başka bir şey daha var. Alevilik ideolojik olarak tekrar üretildiğinde geçmişteki o tarihsel birikim ve bakiye bir inanç geleneğinin canlandırılması olarak değil şu anki mevcut tutuma, hareketliliğe bir referans olarak kullanılmaya çalışılıyor. Hatta şöyle söylenebilir: Eğer sosyalist bir söylem için yerli bir damar aranacaksa nereye başvurmak gerekir? Bu damarı Osmanlı bileşenleri içinden, Sünnilik içinden yakalamak pek mümkün görünmüyor. Böyle bir tarihsel icat için Aleviliğe başvurmaktan başka çare yok. Zaten yeni dönem Marksistler için başka bir seçenek yoktu ve bunu başardılar. Alevilik birdenbire toplumsal talepkârlığı ifade eden ve kurgu açısından Hz. Ali’den bu yana gelen, mesela Kerbela hikâyesi ile açığa çıkan Şah İsmail’in öncülüğü ile bir şekilde somutlaşan, kurumsallaşan bir geleneği, bugün yeniden yaratarak ve inşa ederek bu sefer önümüze dinsel ve ideolojik muhalif bir yapı olarak ortaya çıktı.  

Kitabınızda Aleviliğin son dönemlerde radikalleştiğinden hatta militarizme kaydığından bahsetmişsiniz. Bunu sol gruplarla Aleviliğin yakınlaşması olarak mı yorumlamak gerekir?

Burada ben sadece söylem analizi açısından yaklaştım. Söylemlerin ve kavramların sertleşmesinden bahsettim. Mesajın dilinde sertlik, öfke, intikam unsurlarına rastlanıyor. Mesela Hizbullah’ın dini metinlerini ele aldığınız zaman bu metinlerde gördüğünüz öfkeyi bir şekilde Alevilik üzerinde güç kazanmayı isteyen popülist Alevi edebiyatında da görüyorsunuz. Bu metinlerde sıkı ayrışma içeren altı kalın çizilmiş öfkeli temalara rastlayabiliyorsunuz.

Bunda Aleviliğin Sünniler tarafından dışlanmasının da etkili olduğunu söyleyebilir miyiz?

Bu konuda da son derece genel geçer kabuller var. Bu konuda mesela hangi Alevilik sorusuna cevap vermeden büyük ölçekli genellemeler tehlikeli olur. Toplumun kendi kendine karşı diye tanımladığı, ötekileştirdiği gruplardan bağımsız olarak algılaması ve içe kapalı olarak bir tarih kurması son derece tehlikeli görünüyor. Karşılaşmalara, yüzleşmelere, müzakerelere ihtiyaç var. Buradaki Alevilerin Sünni toplumdan bağımsız olarak ürettikleri tarih algısı sadece kendi içinde anlamlı olabilen ve dışarıdakiler için çok da inandırıcı olmayan yerlere sürükleniyor. Aleviliğin bu ayrıştırılmış, dışlanmış, şimdi zaman zaman kendi kimliğini açığa vurmasını güçleştiren temalarının hepsinden haberdarız, bunları görüyoruz. Ama öyle bir algı giderek yoğunlaşıyor ki bu yoğunlaşan algı biraz tarih dışılığa, somut gerçeklerden uzaklaşmaya götürebiliyor. Mesela şimdi Türkiye Sünniliği dediğimiz, Türkiye Aleviliği dediğimiz şey ne Safevileri, ne Yavuz Sultan Selim’i, ne de Kızılbaşlığı hatırlatıyor. Yani bu tarihsel bağlamda uzlaşsak bile bugün bunların toplumsal miraslarından söz etmek son derece güç. Gerçi Aleviler bu tarihsel güncellemeyi bazı olaylarla tekrarlıyorlar. Mesela Madımak katliamını, Maraş olaylarını, Gazi olaylarını bu tarihin bir şekilde tekrar tekrar açığa çıkması gibi algılıyorlar ama bugün Türkiye’de hem Sünniler arasında hem Aleviler arasında artık klasik Alevilik ya da Sünnilik temelinde bir geriye dönüş özleminden söz etmek mümkün değil. Mezhep kavramı Sünni akademik tabanda bile hiçbir şekilde rağbet gören bir kavram değil. Kavramın çekiciliği kalmamış. Şimdi artık mezhepsel ayrışmaları, çatışmaları devre dışı bırakan İslam’ın özüne yönelik, Kuran temelinde söylemlerle temasa geçip uzlaşmaya dönük tavırlar özellikle Sünni toplumda giderek popülerleşiyor.   


Bugüne baktığımızda Sünni İslâmi kesimlerde Alevilere yönelik olarak ciddi bir ilgi var. Kimileri de bu ilginin temelinde onları asimile etme amacı olduğunu söylüyor…

Tam tersine başkasını, ötekini anlamaya dönük bir heyecan olarak görüyorum ben bunu. Türkiye ilahiyatçılarında ciddi anlamda Alevilik araştırması yapılıyor. Araştırdığım kaynakların istisnaileri dışında büyük kısmı Alevilerin nasıl ibadet ettiklerini, nasıl örgütlendiklerini anlamaya yöneliktir. Ama bazı gruplar içe kapandıkça kendileri dışındaki her çalışmada kendi özüne müdahale kaygısı duyabilir. Bu biraz diyalog eksikliğinden kaynaklanıyor. Belki de bu karşılaşma ve yüzleşme daha derin ve analitik çaba göstermeyi gerektiriyor.


Yani Sünnilerin dogmatik mezhep anlayışından uzaklaştıklarını söyleyebiliriz…

Bunu söyleyebiliriz. Ama aslında olay devletin Sünniliği nasıl tanımladığı ve aynı devletin Aleviliği nasıl tanımladığı… Siz devletle Sünniliği iç içe geçmiş yapı olarak tanımladığınız zaman Kemalizm vurgunuz da hasar görür. Bir yandan Kemalizm’i altın çağ mitosu ile tanımlıyoruz, bir yandan da aynı Kemalizm Diyanet İşleri Başkanlığı’nı tanımlamakta güçlük çekiyor. Bana kalırsa Sünniler de Aleviler de birbirlerini daha fazla anlamaya ve tanımaya dönük hareket etmeliler.  

Hacı Bektaş Veli şenliklerinin 1970’lerde sol siyasete ortam yaratması, 1980’lerde apolitik bir hal alması, 1990’lar sonrasında ise devletin ve hükümetlerin himayesi altına girmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Devletin Alevilikle ilgili attığı adımların hepsi tam anlamıyla güvenlik siyasetidir. Siyasilerin adımlarını ise politik transfer olarak algılıyorum. Yoksa orada toplumu anlamak, toplumun sorunlarına kulak vermekten çok güvenlik algısının yarattığı tehditleri aşmaya yönelik manipüle edici adımlar atılıyor. Kendini dışlanmış sayan zayıf bir topluluk devletin her el uzatışından memnuniyet duyacaktır. Buna dışlanmış her topluluğun ihtiyacı vardır.

Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?

Diyanet İşleri Başkanlığı cemevlerini kültürel birer merkez olarak algılamakta ısrarlı ve alışılmış bir dini mekân olarak kodlamıyor. Çünkü Aleviliği bir din olarak görmüyor. Yani bugün Aleviliğin farklı bir dini yönelim ya da inanış biçimi olduğuna dair özellikle Alevi diasporasından yükselen bir ses var ama henüz bu Türkiye’de çok güçlü bir desteğe sahip değil. Aleviliğin devlet karşısında bir taraf olarak nasıl kodlanacağı, nasıl açıklanacağı konusunun sembolik olarak cemevleri üzerinden yürütülmesi oldukça yeni bir durum. Açılımı da üstünde ciddi şekilde kafa yormayı, düşünmeyi gerektiriyor. Fakat genel geçer Alevi söylemi bu konuları fazla düşünmeyi sevmiyor.

Diyanet’in ve Alevi kesimlerin tutumu sizin belirttiğiniz gibi. Peki sizce nasıl olmalı? Cemevlerinin bir ibadethane olarak tanınması gerektiğini düşünüyor musunuz?

Alevilerin cemevlerinde kendi ritüellerini yapmaları gerekiyorsa onun yapılması gerektiğini düşünüyorum. Diyanet’in bu konuda dikkat çeken açıklaması şöyle: eğer Alevilere böyle bir hak tanınırsa bu haktan başkaları da (Kadirîler, Nakşibendîler, vb.) yararlanmak isteyecektir. Tarikat olarak hepsi aynı zeminde değerlendirildiğinde böyle bir yasa değişikliğinin Diyanet’in kontrolünü zorlayacağı kaygısı var. Cemevlerinin burada bir ibadethane, bir tekke statüsünün daha ilerisine giderek daha net bir kurumsal statüye kavuşturulması ideolojik bir talep midir yoksa gerçekten Aleviliğin özünü keşfetmeye yönelik bir çaba mıdır? Bu konuda akademik kamuoyunda çok net bir bilgi akışı olduğunu söyleyemem.


Sünniler Alevileri anlama gayreti içinde

Alevilik üstüne geçenlerde düzenlenen Abant toplantısı hakkındaki düşüncelerinizi ve yorumlarınızı alabilir miyim?

Bu toplantı Alevi toplumunda ciddi olarak sorgulanıyor. Öyle sanıyorum ki o toplantıya bir Alevi olarak katılanlarda niçin katıldıklarını açıklamak gibi bir yükümlülük içinde kalıyorlar. Çünkü Abant, belli bir grup ve cemaatle ilişkilendirilerek kodlandığı için bu cemaate, onların çağrısına kulak vermiş olmak müthiş bir tepki çekiyor. Alevi sözcüleri Abant toplantısının arkasındaki manevi rehber olan Fethullah Gülen üzerinden bir kaygı taşıyorlar. Ama bu toplantıyı Sünni bir platform olarak mı değerlendireceğiz? Eğer öyle değerlendireceksek Sünnilerin kendilerinden farklı olan bir toplumu anlamaya yönelik çaba sarf etmesi toplantının amaçlarına uygun düşüyor. Bu platformun önceden farklı dinler arası diyalog girişimlerini onaylamakla beraber neden bu toplum içindeki farklılıkları öncelikli olarak birbirine yakınlaştırmaya çalışmadıklarını düşünürdüm. Bu bana tutarsızlık olarak gelirdi. Ancak Abant’ta gerçekleştirilen toplantı ile bu gerçekleşti ve böylece Alevileri masaya çağırıp onları konuşturduğu için de siyasal anlamda bir kâr elde etmişlerdir. 


Ekin Karaca- Nokta



Bu haber 287 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,401 µs