En Sıcak Konular

Egemenlik kayıtsız şartsız rektörlerindir!

0 0 0000 00:00 tsi
Egemenlik kayıtsız şartsız rektörlerindir! "YÖK" Türkiye'nin sırtındaki "YÜK" diyen Gazi Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu, "kurumun içindeki faşizan yapının dışında kalan öğretim görevlileri adına" bakın neler anlatıyor...

Yükseköğretim Kurulu, kısa adıyla YÖK, Türkiye'nin başına yük olmaya devam ediyor. 1980 darbecilerinin istemiyle 1981'de Doğramacı mimarlığında oluşturulan bu Kurul, 26 yıldır gündemden düşmemiştir.

"YÖK" aslında bir "sistem"in sembol ismi haline gelmiştir. Bu sembol ismin açılmış halini bilen yok gibidir. Sembol haliyle de çok sevimsizdir. Bu sevimsizliğin başlıca nedeni, 25 yıldır insanları usandıran tavrı ve üniversiteleri kötü yönetmesidir... YÖK, askerler tarafından, askerî bir düzenin ve otoritenin üniversitelere uyarlanması şeklinde kurulmuştur. En üstte bir başkomutan, Türkiye'nin her yanına yayılmış kolordu komutanları ve "emir demiri keser" anlayışı üniversitelerin ruhu olmuştur. Çeyrek asırdır bu düzen değişmeksizin devam etmektedir. Başkomutan rolündeki YÖK Başkanı, küçük MGK rolündeki YÖK'ün başkanıdır. Kurul'un işi kurulduğu günden bu yana öğretim üye ve yardımcılarının beyinlerini okuduğu için "Beyin Okuma Kurulu", kolordu komutanı rolündeki rektörleri koruduğu için "Rektörleri Koruma Kurulu" gibi çalışmaktadır. Bu rolleri bugün kamuoyunda bilmeyen yoktur. Öyle olduğu için de, üniversite gibi saygınlıkta ilk sırada olması gereken kurum, neredeyse saygınlığı sıfırlanmış kurumlar olarak algılanmaktadır. Şimdiki Başkan Erdoğan Teziç, göreve atandığının ertesinde, "Türkiye'de bir siyasal iktidar bir de devlet iktidarı vardır" gibi tuhaf bir söz söylemişti. Aslında bu söz tuhaf değil gerçekti. Türkiye'nin yönetimi öteden beri böyledir; ancak, böyle bir sözü söyleyen olmamıştı. Teziç ise gerçeği ifade ederek kamuoyunda bilmeyenlerin bilmesini sağlamıştır.

YÖK, askerî kurum mu?

Türkiye'de üniversiteler kamunun değil devletindir. O yüzden bunlara kamu üniversitesi değil devlet üniversitesi demek gerekir. Gerçek odur ki, üniversiteler, demokratik ülkelerde devlet tarafından kurulurlar, kamu yararı gereği kamuya bırakılırlar. Nitekim bizde, 1946-1981 arasında üniversite, kamunun olmuştur; kamu adına özerktir ve özgürdür. Kamu yararı açısından buna gerek vardır. 1981 öncesindeki bütün üniversite yasaları bu mantıkla çıkmıştır. YÖK üniversiteleri tam anlamıyla devletin gözetim ve denetiminde ve devlet iktidarının elindedir. YÖK yasasının 4. ve 5. maddeleri incelendiğinde bunları görürüz. Bu bağlamda Teziç'in söylediği doğrudur. Üniversite ne zaman ki devletin kontrolünden çıkar, kamunun olur, o zaman "üniversite" olur.
  
Devlet iktidarının bir kuruluşu olarak kurulan ve korunan YÖK ve üniversiteler, devlet iktidarının diğer organları tarafından gerektiğinde kullanılmak istenmektedir. 28 Şubat öncesinde ve sonrasında olanlara bakıldığında bunu net şekilde görebiliriz. Özellikle, siyasal iktidar ile devlet iktidarının uyumsuzluklar yaşadığı 2002 seçimlerinden sonra, devlet iktidarı üniversite için biçilen rolü sık hatırlar olmuştur. Üniversite sanki bir güvenlik kurumudur. Ne yazıktır ki üniversite, büyük bir aymazlık içinde, bilimi ve üniversiteyi kurtaracağına, kendisini bu hale getirenlere borcunu ödemek için olsa gerek, devleti kurtarma rolünü üstlenmiştir. Bugün hiçbir rektör üniversitenin esas sorunlarıyla ilgili tek söz söylemiyor. Üniversitelerde özerklik ve akademik özgürlük yok, üniversiteye giriş büyük sorun, öğretimde kalite düşük, öğretim üyesi dağılımı dengesiz; bunlarla ilgili en ufak çözüm üretmeyen yöneticiler, Atatürkçülük, laiklik, irtica gibi daha çok paşaların dile getirdikleri sözleri yineleyip duruyorlar. Bilim kurumu askersi kurum tavrı sergilemektedir.
 
Gazetelere yansıyan günlüklerden de gördüğümüz gibi, demokrasiye son vermek isteyen darbeciler, öncelikle üniversite öğrencilerini sokağa dökmeyi amaçlamışlardır. Bir başkası sokağa dökerse ya da dökmek isterse suç oluyor, darbeciler sokağa dökmek isterlerse suç değil, üstelik destek buluyor. 2003-2004 yıllarında bu yol birkaç kez denenmiştir. İstenen başarı sağlanmamıştır. Üniversite öğrencisi, öğretim elemanı ve yurttaş sokağa çıkmaz mı? Elbette çıkar. Bu, yasalar ve hukuk çerçevesinde temel haktır. Bu hak, bu grupların kendi örgütleri ve bireyin kendi öz iradesiyle olması durumunda doğrudur, demokratiktir. Üniversite sistemini bilmeyenler için şunu söyleyebiliriz: Üniversitelerde tek kişinin egemen olduğu faşizan bir yönetim anlayışı vardır. Bu tek kişinin öylesine korkunç yetkileri var ki, öğretim elemanlarının akademik kadrolara atanmaları bile o tek kişinin iki dudağı arasındadır. Böyle bir sistemde o kişi bir gösteride taraf oluyor ve bunu hissettiriyorsa, bunun Türkçe'si baskıdır, rektörünüzün yaptığını yapınız demektir. Şu anda Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından düzenlenen gösteriye rektörler açıktan olmasa bile dolaylı yollardan katılacaklarını ifade ediyorlar ve öğretim üyelerine 'katılın' çağrısında bulunuyorlar. Öteden beri üniversite özerkliğine inanmayan ve en hakiki Atatürkçü olma yarışında ipi göğüslemeye çalışan İnönü Üniversitesi Rektörü ise, işi çığırından çıkarıp sınavları ertelemiştir. Kanım o ki, bu faşizan yapıya ve çabaya rağmen, öğretim elemanları, bu tür güdümlü ve darbecilerin öncülük ettiği gösterilere katılmayacaklardır.

Rektörler kahramanlığa soyunursa...

Türkiye'de rektörler akıllarını başlarına almalıdırlar. Bunu 25 yıldır söylüyoruz; iyiye gideceklerine kötüye gidiyorlar. Devleti kurtarmak için başka odakların ağızlarına bakacaklarına, temsil ettikleri öğretim üyelerinin dertlerini ve isteklerini dinlemeliler ve bilimden yana tavır koymalıdırlar. Öğretim elemanları açlık sınırının altında aylık alıyorlar. Öğretim üyeliği mesleği çekiciliğini yitirmiş. Eğitim ve öğretimde kalitesizlik almış başını gidiyor. Eğitimde fırsat eşitsizliğinin kurbanı olan yoksul aile çocuklarının okudukları yükseköğretim kurumlarında niteliksiz, hacısız hocasız öğretim yapılmaktadır. Öğretim üyelerinin yurt düzeyinde dağılımında acayip dengesizlikler vardır. Bu çarpık yapılanmaya karşın köylere bile yeni üniversite açılması çabaları vardır. Üniversitelerde kontenjanlar azdır; yüz binlerce çocuk açıkta kalmaktadır. Çok basit ayarlamalarla kontenjan artışları sağlanabilir. Vakıf üniversiteleri ayrı bir konumdadır. Bunların ücretleri düşürülerek kontenjan artışı sağlanabilir. Şimdi, bu kadar dev gibi sorunlar ortada iken, rektörler kendi geleceklerini sağlama almak için bazı odakların hoşuna gidecek sözler söyleyerek vakit öldürüyorlar. Bu tavra ihanet demesek bile aymazlık diyebiliriz. Bu sorunların çözümü için yapılacak herhangi bir eyleme şapka çıkarılır, üniversiteli katılımı sağlanır. Bunlar yapılmadığı için bugün üniversite denen kurumda barış yoktur. YÖK Başkanı ve rektörler, dekanlar bir tarafta, öğretim elemanları bir taraftadır. Aralarında gizli ve adı söylenmeyen bir savaş vardır. Barış ve huzur olmayan bir kurumdan ne çıkar? Artık bu gerçekleri gizlemenin anlamı yoktur.
 

Yükseköğretim Kurulu bugün (dün) yaptığı toplantıda, tepkileri düşünerek olmalı ki, 14 Nisan gösterisiyle ilgili tavrını eylem düzeyinde dile getirmiyor. Bildiride, "Cumhurbaşkanı tarafsız olmalıdır" deniyor. Elbette tarafsız olacaktır. Tarafsızlık sınavı ancak seçimden sonra değerlendirilebilir. YÖK, hangi kişinin tarafsız olacağını peşinen biliyorsa, o kişinin adını söylemelidir. Örneğin ben, seçilirsem tam tarafsız olacağımı açıktan söylüyorum, öyleyse YÖK beni tarif ediyor olabilir diye düşünürüm. Bilim kuruluşlarının en üst kuruluşu olan, 21 profesörden oluşan bu Kurul, "3 Kasım seçimlerinin yarattığı temsil zafiyeti bu seçime yansımamalı." diyor. İnsana sormazlar mı; "Ey yüksek kurul sen bugüne kadar neredeydin? Hangi gün TBMM seçimleri temsilde adaleti gözeterek yapılsın dedin, bu konuda bir açıklaman oldu?" türünden bir söz etmiş midir? YÖK Atatürkçülük, cumhuriyet, irtica sözcüklerinden başka sözcük telaffuz etmiş midir? Hayır. Demokrasi, temsilde adalet, insan hakları, eşitlik vb. genel değerleri ifade eden sözcükleri bırakın, YÖK ve üniversiteler, kendilerinin varlık nedeni olan özerklik ve akademik özgürlük sözcüklerini bile dile getirmemişlerdir. Aradan yıllar geçmiş, sıra cumhurbaşkanı seçimine gelmiş, "temsil zafiyeti" olduğunu anımsıyor. İnsana gülerler.

 YÖK kurulalı beri üç kez cumhurbaşkanı seçimi yapılmıştır. Seçilenlerden ikisi siyasi parti başkanıdır. Bunlar için temsili zafiyet sözünü etmeyen YÖK'ün, şimdiki seçimde "temsili zafiyet" demesini anlamak güçtür. Durumdan vazife çıkaran ODTÜ Senatosu da yaptığı açıklamada "dini siyasete alet eden, laiklik karşıtı, kadın erkek eşitliğine inanmayan..." birisi cumhurbaşkanı olmamalıdır gibisinden bir açıklama yapmıştır. İnsanlar bu sözlerle ne denmek istendiğini çok güzel anlıyor. Üniversitenin soyut ve yeri gelmeden sözler söylemesine bir anlam veremiyoruz. Üniversitelerimiz artık "ağır ol da molla desinler" tavrını göstermeliler. Türkiye'de görülen rektör manzaraları da gülünçtür. Üniversitenin itibar yitirmesinde bu manzaralar pay sahibidir. Üniversiteler bilim ve eğitim kurumları değil, savaş ve güvenlik kurumları haline gelmişlerdir. Bir rektör çıkıyor Kıbrıs'ı ve Yunanistan'ı almaya kalkıyor, biri Kubilay olmaya kalkıyor, bir başkası Cumhuriyet'i korumak için 50 rektör ölebiliriz diyor, bir başkası Lozan'a gidip kendisini Türk ulusunun temsilcisi ve Lozan kahramanı sayıyor, Üniversitelerarası Kurul Kıbrıs'ta, Hatay'da, Kocatepe'de, Van'da toplanarak dış düşmanlara meydan okuyor. Bu manzaralardan toplumumuz bıkmıştır. Üniversiteyi "üniversite" gibi, üniversite adamını "adam" gibi görmek istiyor. Üniversiteyi küçük düşürmeye hakkımız yoktur. Yükseköğretim Kurulu kontrol ve gözetim görevi yapmak istiyorsa, üniversite rektörlerini hizaya sokucu önlemler almalı ve arkasından, üniversitelerin özerk ve özgür olmaları için çaba sarf etmelidir. Son söz olarak şunu söyleyebiliriz. YÖK ve üniversiteler kendilerine çeki düzen vermelidirler. Devlet iktidarının organı olarak görülmelerini sağlayan tavırlardan sakınmalıdırlar. Üniversiteler devlet dışı kamu organıdırlar. Devlet organı içinde düşünülmeleri bugünkü sonucu doğurmuştur. YÖK ülkemize gerçek üniversite kazandıracaksa, demokratik yapıyı esas alan özerk ve akademik özgürlüğü savunucu çabalar göstermelidir. Hükümete karşı cephe tavrı yanlıştır. Devlet içi ve dışı organlar birbirleriyle uyum içinde dengeli çalışmak zorundadırlar. Bugün öğretim elemanlarının ücretleri düşükse bunun başlıca nedeni hükümetle YÖK arasındaki kavgadır. Yine aynı şekilde hesapsız kitapsız yeni üniversiteler açılıyorsa, bunun da bir nedeni hükümetle YÖK arasındaki cepheleşmedir.

YÖK ve üniversiteler toplum içinde bir taraf rolü oynayamaz. Bunlar kamuyu aydınlatıcı, aydınlatma işini yaparken güven verici olmak zorundadır. Başka türlü kamu yararı gözeten kurum olamazlar. Son on yıldaki YÖK ve rektör tavırları güvenilirlik ortamını yok etmiştir.
   
Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu



Bu haber 382 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    2,837 µs