Kyoto Protokolü'nün "havayı metalaştıma aracı"" />   Kyoto Protokolü'nün "havayı metalaştıma aracı""/>

En Sıcak Konular

Küreyi ısıtıp, havayı satıyorlar!

0 0 0000 00:00 tsi
Küreyi ısıtıp, havayı satıyorlar! Küresel ısınmanın sürekli gündemde tutulmasının ardında politik gelişmelerin olduğunu vurgulayan Fevzi Özlüer, Türkiye'ye imzalaması için baskı yapılan  Kyoto Protokolü'nün "havayı metalaştıma aracı"

Küresel ısınma konusu son dönemde bir anda gündemin baş köşesine oturdu. Bu ani 'ısınma'nın sebebini siz neye bağlıyorsunuz?

Biliyorsunuz şubat ayında Birleşmiş Milletler örgütü bir rapor açıkladı, Rapor artık iklim değişikliği konusundaki inkâr politikalarının sorunu çözmediğini bir kez daha gösteriyordu. Belki de bu raporun en can yakıcı kısmı, iklim değişikliğinin geri dönülmez bir noktaya vardığımızın sinyallerini yakıyordu. Bu rapordan bir hafta önce Davos zirvesinde toplanan zenginler, sürdürülebilir kalkınma ve kapitalizmin geleceği için iklim değişikliği konusunun gündeme alınmasını gerektiğinin altını çizdi. Bu konuda yazılı ve görsel basında sıkça yer aldı. Yaklaşık iki hafta önce de Türkiye hükümet nezdinde iklim değişikliği eylem planını açıkladı. İşte iklim değişikliği gündeminin son dönemde ısınmasının arkasında bu politik gelişmeler var.

Genel olarak kapitalistlerin ekolojik krizi, özelde de iklim değişikliğini gündeme taşıyışı nasıl oldu? İklim değişikliği Sözleşmesi, Kyoto Protokolü ve Davos toplantılarında ele alınan küresel ısınmaya karşı tedbirlere nasıl bakıyorsunuz?

Kyoto Protokolü’ne giden yol aslında Kapitalistlerin iklim değişikliği politikalarını değiştirmek istememelerinden ya da değiştirememelerinden kaynaklı başarısızlık üzerine yükselir.  Kapitalizmin yok oluş projesi, kalkınmacılık, 1972 yılında Birleşmiş Milletler İnsan ve Çevre Konferansı’nın Stockholm toplantısında uluslar arası toplumun gündemine sokulmaya çalışılırken, daha o günlerden ekolojik krizin ya da onun dolayımında iklim değişikliğine karşı politikanın ekseni çizilmeye başlanmıştı. Politika “sürdürülebilir kalkınmaydı”. Sürdürülebilir Kalkınma üzerinden yükselen bir sözleşmenin ruhu elbette, sözleşmenin eki olan Kyoto Protokolüne de tezahür edecekti; etti de.

"Kyoto, sera gazı salınımını arttırdı!"

Kyoto Protokolü, 1997 yılı Aralık ayında Japonya’nın Kyoto kentinde, İklim Değişikliği Sözleşmesine taraf olan ülkeler tarafından yapılan toplantıda, 3. Taraflar Konferansı’nda (COP3) kabul edildi. Protokol temel kuralları veriyor, ancak bunların pratikte uygulanmasına ilişkin ayrıntılara girmiyor. Protokol ayrıca, yürürlük öncesinde ulusal hükümetlerin belgeyi imzalayıp onaylayacakları ayrı ve resmi bir işlemler süreci de öngörüyordu. Ancak, Protokol’ün yürürlüğe girebilmesi için Sözleşme Taraflarından en az 55’inin bu belgeye taraf olması (ya da onaylaması, kabul etmesi ya da katılması), Ayrıca, bunların arasındaki Ek-I Taraflarının, bu grubun 1990 yılı toplam karbondioksit salımının yüzde 55’ini temsil edebilecek sayıda olması gerekmekteydi. Neyse uzatmayalım, Rusya’nın 2004 tarihinde protokole taraf olmasıyla,  Kyoto Protokolü 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girdi. Girdi de ne oldu peki sera gazı salınımlarında bir azalma oldu mu, ülkeler bazında değerlendirildiğinde evet. Yani Kanada, kyotonun öngördüğü esneklik mekanizmaları içinde, karbon borsasında, Brezilya’dan “kirletme hakkı” satın aldı. Böylece temel üretim tarzında ve tüketiminde bir değişiklik yapmadan, Kyoto Protokol’üne uygun davranmış oldu. Aslında bu açıdan protokol, sera gazı salınımlarını azaltmak şöyle dursun, havayı da alınıp satılabilir kıldı.

Ya peki Davos Zirvesi?

Davos üzerine söylenecek bir söz ya da bizim için ciddiye alınacak bir yan yok. Burjuvazi kendini kurarken ortaya attığı liberal eşitlik, özgürlük ve adalet anlayışı bile şu anda kendisi için bir ayak bağı olmuş durumdayken, Davos zenginleri ekolojik kriz ve iklim değişikliği konusunda ne söyleyebilir !! Söyleyecekleri, Rio Konferansında söylediklerinden daha ilerde değildir. Onlar için mesele piyasa ekonomisinin sürdürülebilir kılınması yolunda, ekolojik sınırların nasıl alt edileceğiyle ilgilidir. Bir yandan sürekli büyüme politikaları dünyanın tüm değerlerini bir mal haline getirip yağmalarken diğer yandan nasıl olacak da ekolojik krizin önüne geçecekler. Bu kapitalizmin içsel çelişkisidir. Buna verilen tek bir yanıtları var: bireysel sorumluluklarımızı gözden geçirmek ve alternatif teknolojilere yönelmek. Peki kendi suretinden bir dünya ve toplum yaratan kapitalizm ve onun bireyi iklim değişikliği konusunda bireysel olarak ne yapabilir ki.. Onlara göre toplu taşıma araçları kullanmak, düdüklü tencere kullanmak, florasan lamba kullanmakla bu işler çözülür. Elbette bu tür bireysel olarak yapmamız gereken şeyleri inkar etmiyorum yapılmalıdır.

Suçu bireylere atıyorlar, bireysel çözümler sunuyorlar

Ancak, insanlığın sonunun tartışıldığı bir ortamda, çözüm  bu kadar mı, insan kaynaklı olduğu söylenen iklim değişikliğinde, kapitalist üretim tarzını bu yordamlar görünmez kılmaz mı!!  Şu yarattıkları ve kan gölüne çevirdikleri petrol uygarlığına ne yapacağız. Uluslar arası taşımacılığa, ticarete, ülkeleri bir gecede yoksullaştıran finans kapitale, hayvan, toprak ve orman katliamına, aşırı artık üretimine dayanan kapitalist üretim tarzına ne olacak? Bunlar değil mi dünyadaki karbon emisyon miktarını arttıran.  

Küresel Isınmayı, kapitalist sistemle ilişkisini kurmaya başlarsak, bireysel kar ve rekabet sistemi, tüketim çılgınlığı vb... Bunu odağa koymadan iklim değişikliği konusunda üretilen “alternatif” politikaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Duruşumuz, “kyotoyu imzala” kampanyasına karşı bir anti propaganda değil, bu tür kampanyalardaki odak kaymasına işaret etmek ve mücadelemize doğru zemini hazırlamak için yapılmaktadır.

Küresel ısınmaya karşı gelinen noktadan sonrası için atılabilecek doğru adımlar neler? Bu saatten sonra felaketi geciktirmeyi mi tartışmalıyız yoksa çözüm mümkün mü? Bu bağlamda çevreci kredi kartları yada küresel ısınmaya karşı az su kullanan çamaşır makineleri gibi çözüm önerisi gibi sunulan yeni buluşlara(!) nasıl bakıyorsunuz?

Eğer ki önümüzdeki on beş yıl içinde kapitalizmden vazgeçmeyeceksek hepimiz için geçmiş olsun derim. En azından güzel günler için. Ancak bu durum, bir tür kaderciliğe ya da hazcılığa savurmamalı, radikal politikanın nasıl bir zorunluluk haline geldiğini göstermektedir. Neydi özgürlük “zorunluluklarımızın” bilincine varmak değil mi!! O halde Dünya emek mücadelesinin ekolojik ekseninde geliştirilmesi ve sanayileşme ve teknikçilikten kurtulmak gerekiyor. Demokrat Parti danışmanı Al Gore’un aklından daha kıymetli şeyler var: Toplumsal ve siyasal devrim. İnsanlığın yeni bir alternatifi yok. Elbette gündelik hayatımızı gözden geçirmeliyiz. Ancak barbarlıktan kurtuluş içinde ekolojik bir dünya fikrini ve mücadelesini yükseltmeliyiz.

yarınlar dergisi



Bu haber 1,455 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,218 µs