"Türk kanı" ve Kangal
0 0 0000 00:00 tsi
Hüzünlü, acılı bir tarihimiz var. Korkularımızı, endişelerimizi, zaman zaman paranoyaya varan saplantılarımızı bu tarih biçimlendirdi. Bilinen rakamlar fikir vermeye yeterli: Yunan ayaklanmasında 400.000 Müslüman katledildi.
Balkan muhaceretinde 4-5 milyon Osmanlı Müslümanı, Balkan çeteleri marifetiyle soykırıma tabi tutuldu... I. Cihan Harbi'nde insan kaybı öyle bir noktaya vardı ki, Harbiye Nezareti, savaş bütün hızıyla sürerken askerleri memleket iznine gönderiyordu. Nüfusun tükenmekte olduğu korkusu ile, savaşan askerler memleketlerine nüfusu çoğaltmak üzere gönderilmekteydi.
Elde kalanları korumak için girişilen abartılı çabaları, geride kalan kâbusun ışığında, insaf ölçüleri içinde yargılamak ve belki de unutmak gerekir. Koca imparatorluğu çökerten milliyetçilik mikrobuna karşı, Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak için inşa edilen mukabil milliyetçiliğin akıl ve izan sınırları dışına çıkması da, ancak iliklere işlemiş korku haliyle açıklanabilir. O günün abartılı, yer yer çılgınlığa varan figürlerinin bugün gerçek zannedilmesinin, maksadın aksine derinlerde korkulan şeye gerçeklik kazandırmasını fark etmemiz gerekir. Korktuğumuz şey, sadece korktuğumuz için başımıza geliyor. Öyleyse bu efsanelerle bizi gerçeklikten uzaklaştıran sahteliklerle hesaplaşmak zorundayız.
Kana, ırka, kafatası ölçülerine dayalı bir Türk milleti bu topraklarda hiçbir zaman mevcut olmamıştır. 30'lu yıllarda moda olan kafatasçılık bir sapma halidir; neticede bilimsel olarak bir ırkın mevcudiyeti kanıtlanamadığı için vazgeçilmiştir. Bu topraklarda yaşayan toplumu bir arada tutan bağ aynı tasa ve kıvancı birlikte yaşamış olmak; geleceği de birlikte yaşama azim ve iradesidir. Bu azmi kıran, herkesi etnik köklerine rücûya zorlayan ırkçılık saçmalığı, bu ülkeyi bölecek ve parçalayacak en ciddî tehlikelerden biridir.
Türk kanı diye tek tip bir kan cinsi mevcut değildir. Yüzlerce yıl, kimsenin ırkına-diline bakılmadan sadece dinine göre sosyal statü kazanılan bir toplumun tarihinden saf ırk çıkartmak da mümkün değildir. Ayrıca, kimse damarlarındaki asil kan ile dünyaya gelmez. Sizi adam eden şey kanınız değil, birlikte yaşamak, farklılıklara hoşgörü ile bakmak beceriniz ve yeteneğinizdir. Osmanlı, kendi tarihimizde bir milleti büyük kılan bu yeteneklerin neler olduğunu bihakkın göstermiştir. Aileniz, soyunuz-sopunuz için aradığınız kan bağını bir millete uyarlamaya kalktığınız zaman ortaya millet değil, küçük uzlaşmazlıkları bile kan davasına dönüştürmeye aday ilkel kabileler çıkar. Aklıselim bize, parçalayan olmamayı; derleyip toparlayan en geniş ortak paydaları bir milletin varlık esası olarak benimsemeyi emreder. Kan esasına dayanan ırkçılık, ülkeyi bölecek en ciddî tehlikelerden biridir. Bu yüzden ırkçılık ya kökü dışarıda bir ihanet, ya da su katılmamış bir ahmaklıktır.
Atabeyler ve Ergenekon çeteleri üzerine yazdığım yazıda, sahte tarihlerin ve efsanelerin bu milletin ve devletin başına bela olan çetelerin ürediği fikir iklimini oluşturduğunu söylemiştim. Türk milleti ile kurdu bütünleştiren efsanelerin tamamı safsatadır. Hiçbirinin bilimsel değeri yoktur. Çok tekrarlanması ve önemsenmesi bu safsataları gerçeğe dönüştürmez. Ruslar ayıyı, Fransızlar horozu, İngilizler aslanı, İranlılar kaplanı, Romalılar kurdu sembol olarak benimsemiştir. Tarih içinde Türk boyları koyunu, keçiyi, hatta kartalı (Selçukluların çift başlı kartalı) sembol olarak benimsemiştir; ama kurda dair kanıtlanmış bir iz yoktur. Kurt figürü, Ergenekon Destanı'nda olduğu gibi bir tek kişiyi, kurtarıcı bir lideri meşrulaştırmak için devreye sokulmaktadır. Hava puslu olduğu zaman ortalığı kaplayan kurtlar, yani çeteler bu efsanelerde kendilerini bulmaktadır. Kolay mı, sürülerin düşmanı hain kurt, yani öldüren, parçalayan vahşi ve kural tanımayan yaratık, halka yol gösteren bir kurtarıcıya dönüşmektedir. Doğrudur, kurdun karakteri özgürlüktür; öyleyse başımıza geldiği gibi, koyun sürüsü içinde özgür kurtları hâyâl edelim. Bu figürün bu kadar sık tekrarlanmasına rağmen, hâlâ halka yabancı olması, halk kültüründe en küçük bir izinin bulunmaması sahteliğine delildir.
Bu topraklarda saf kan bir ırk ararsanız, ancak Türk çoban köpeği olan Kangal'ı bulabilirsiniz. Cesaretin, asaletin, fedakârlığın, kanaatkârlığın ve sadakâtin sembolü olan bu olağanüstü yetenekli canlı türü, bu topraklarda yaşanmış tarihin hülasası gibidir. Bu toplumun, demokratik bir kültürün sınırları içinde liderlerinden, koruyucula-rından beklediklerini de ancak Kangal karşılayabilir.
Bu haber 226 defa okundu.
Yorumlar
+ Yorum Ekle