Osmanlı Rönesansı nasıl bastırıldı?
0 0 0000 00:00 tsi
Rönesansın sadece Batıda yaşandığı, dolayısıyla bir Osmanlı Rönesansından sözedilemeyeceğine ilişkin Oryantalist görüşlerin geçerliliği nedir? Bu yaklaşım, bir gerçekliği mi işaret ediyor, yoksa bir Osmanlı Rönesansı vardır da bu, bastırılmış bir R
Klasik şiirimiz üzerine yaptığı çok değerli çalışmalarıyla tanıdığımız Prof. Dr. Walter G. Andrews, bu soruyu Osmanlı Araştırmalarının XXV. sayısında yayımlanan Bastırılmış Rönesans başlıklı makalesinde yanıtlıyor. Geçen haftaki yazımda, Oryantalist metinlerden (özellikle de Gibb ve Hodgsonın metinlerinden) yolaçıkarak Osmanlı Rönesansının nasıl bastırıldığını ortaya koymaya çalışmıştım;- elbette Prof. Andrewsün makalesinden yararlanarak!
Prof. Andrews ve öğrencisi Dr. Mehmet Kalpaklının geçen yıl Amerikada Duke University Press tarafından yayımlanan The Age of Beloveds (Sevgililer Çağı) adlı kitaplarında, Osmanlı ve Avrupa Rönesanslarının paralel gelişiminin bazı özelliklerinin ayrıntılı bir değerlendirmesinin yapıldığını hatırlattıktan sonra, yeniden Bastırılmış Rönesans makalesine dönelim. Prof. Andrews, Gibbin ve Hodgsonın (ve başka birçoklarının) görüşlerinin tersine, Osmanlı Rönesansı yoğun ve yaratıcı bir kültür ve sanat faaliyeti dönemiydi, dedikten sonra, İmparatorluğun dört bir yanında mimari açıdan büyük değer taşıyan anıtlar[ın] yapıl[dığını]; gerçek anlamda II. Bayezid devrinde başlayan Osmanlı tarih yazıcılığının, Kemalpaşazadenin Tevarih-i Al-i Osman, Hoca Sadeddin Efendinin Tacüt-Tevarih, Gelibolulu Mustafa Alinin Künhül-Ahbarı gibi anıtsal tarih eserleri ile 16. yüzyılda zirve noktasına ulaştığını belirtiyor. Edebiyat alanındaki gelişmeler de göz alıcıdır Prof. Andrewse göre: Ayrıca bu dönemde Osmanlı padişahları, zaferlerini Şehname tarzında ve Farsça yazmaları için şehnamecilere görev vermeye başlamıştı. 16. yüzyılda birdenbire ortaya çıkan tezkire-i şuaralarda yüzlerce şair tanıtılıyor, canlı ve üretken bir kültür hayatı tasvir ediliyordu. Osmanlı edebiyatçıları, Arap ve İran geleneklerinin klasik eserlerini çeviriyor ve kültürlerine mal ediyor, İslam geleneğinin bütün dillerinde şiir söyleyebilme becerileriyle övünüyorlardı: Osmanlı Türkçesi, Arapça, Farsça ve Çağatayca. İranın usta şairleri (örneğin Hafız, Sadi, Cami), hâlâ Osmanlı şairleri için esin kaynağıydı- tıpkı Dante ile Petrarcanın, Avrupa şairleri için esin kaynağı olması gibi.
Prof. Andrews, Osmanlı Rönesansına ilişkin olarak önemli bir paralelliğe de işaret ediyor: Osmanlı şairleri İran şairlerinden yararlanmakta, ama İran modellerinin körükörüne taklid edilmesine de itiraz etmekteydiler. Prof. Andrews, bu itirazların Batıda Pico della Mirandola ile Rahip Bembo arasındaki farkları çağrıştıran tartışmalara yolaçtığını da belirtiyor.
Prof. Andrews, Rönesansın İtalyaya özgü bir kültürel fenomen olmasına rağmen, nasıl zamanla, İtalyanın sınırlarını aşarak bir Avrupa fenomeni olarak görüldüyse, anlamlı özgüllüğünü pek yitirmeden küresel bir fenomen sayılmasının da mümkün olduğunu önesürüyor ve yazısını şöyle tamamlıyor:
Küreselleşmiş bir Rönesans nosyonu bağlamında, Osmanlı Rönesansından bahsetmek gayet mümkün, hatta öğretici hale bile gelir. Bu, Doğuyu Batıdan, Osmanlıları Avrupalılardan ayıran yapay bariyerleri kıracaktır: Zaten bu bariyerler, Rönesans dönemindeki gerçek koşulların değil, günümüzün akademik kurumlarının yapısının bir ürünüdür.
Bu haber 339 defa okundu.
Yorumlar
+ Yorum Ekle