En Sıcak Konular

İki cinayet arasındaki fark

12 Şubat 2010 15:02 tsi
İki cinayet arasındaki fark "Danıştay saldırısını daha ilk günden “şeriatçılar”a yıkanların şimdi “niye bu kadar gecikti bu beraberlik” diye hayıflanmaya hakları var mı?"

Markar Esayan’ın 8 ocak tarihli yazısı şu cümleyle bitiyordu:

“Hatırlatayım yeniden: Dink’in katillerinin bulunması, Türkiye’deki rejimi değiştirir. Hodri meydan!”

Çok iddialı, fakat o nispette de doğru bir tesbit... Aynı şey Uğur Mumcu cinayeti için de geçerliydi. Fakat bulunamadı ve rejim bu defa katiller bulunamadığı için değişti: 28 Şubat’a bu cinayet üzerinden varıldı.

Peki, Hrant Dink’in katillerinin bulunamaması durumunda Türkiye’deki rejim değişir mi? Hayır, değişmez.

Bu, bir yönüyle, iki büyük cinayet arasında geçen 15 yılda Türkiye’nin aldığı mesafeyi gösteriyor. Aradaki farkı, iki cinayet sonrasında karşımıza çıkan sembolik göstergeleri karşılaştırarak da anlayabiliriz: Birinci cinayetin ardından “Türkiye İran olmayacak” ve “Kahrolsun şeriat” sloganlarıyla yüründü... Yani tam Mumcu’nun gerçek katillerinin (tetikçilerinin değil) amaçladıkları gibi gitti her şey... Oysa Hrant Dink’in gerçek katillerinin, cenazeye katılan on binlerce insanı, “bu defa başaramadık” duygusuyla izlediklerine şüphe yok. 8 şubattaki duruşma öncesinde biraraya gelen “Babalarını kaybetmiş çocukların büyük ailesi” ise gerçek katiller üzerinde ürpertici bir etki yapmış olmalıdır, özellikle de ortak bildirideki şu cümleler:

“Hangi kurum, hangi kurumun içindeki saygın kişi incinecekse incinsin, zedelenecekse zedelensin, itibar kaybına uğrayacaksa uğrasın. Bunun asla bir canın kaybı kadar ağır olmayacağını anlamak, anlatmak zorundayız.”

Neden şimdi

Bu büyük ailenin biraraya gelebilmesi için, aile üyelerinin, gerçek katilleri cesaretle işaret eden işte bu netlikte bir bildiriye imza atabilir hale gelmeleri gerekiyordu. Bu gecikmenin baş müsebbiplerinin, sahte tehlikeleri canlı tutabilmek için gerçek katilleri aramaktan vazgeçen irade sahipleri olduğunu da söylemeliyim.

Mumcu ve Dink cinayetlerinin arasında, tıpkı Mumcu cinayetinde olduğu gibi “rejimi değiştirmeyi” amaçlayan Danıştay cinayeti vardı, orada işler planlandığı gibi yürüseydi ve cinayet “şeriatçılar”a yıkılabilseydi, bizi ne tür gelişmeler bekliyor olacaktı? Her şey planlandığı gibi gitseydi, 8 şubatta “büyük aile” biraraya gelebilir miydi?

Peki, bu durumda, Danıştay saldırısını daha ilk günden “şeiratçılar”a yıkanların şimdi “niye bu kadar gecikti bu beraberlik” diye hayıflanmaya hakları var mı?

Gelişmeden Cumhuriyet gazetesinin de hoşnut olduğu anlaşılıyor... İyi, iyi de, Mumcu cinayetinden sonraki, yıllar süren o yayınları ne yapacağız?

1999’da Aktüel’e “Cumhuriyet’te 24 Ocaklar” gibi bir inceleme yazısı yazmıştım. Adı üstünde, gazetenin Mumcu’nun ölüm yıldönümlerinde nasıl bir yayıncılık yaptığını anlamaya çalışan bir gazetecilikti. Netice şöyleydi: İlk yıllar her yıldönümü Cumhuriyet okurlarının “Tehlikenin farkına varmalarını” sağlamak uğrunda bir araç olarak kullanılmıştı. Sonra, Susurluk’ta (1996) ortaya çıkan hakikatlerle birlikte gazete adım adım bu çizgisinden uzaklaşmış, “devlet içindeki karanlık odaklar” gibi cümlelerin yardımına başvurulur olmuştu. Bu yeni çizginin zirvesini ise Güldal Mumcu ile yapılmış bir söyleşi oluşturuyordu, ki orada Mumcu, davaya bakan savcının kendisine “Hanımefendi, kocanızı devlet öldürtmüştür, ancak o isterse çözülebilir” dediğini açıklamıştı.

Tuhaflık şurada ki, bütün bunlara rağmen Cumhuriyet okurları 24 Ocakları hâlâ “Mumcu’nun katili ortaçağ karanlığı” duygusuyla yaşıyor... Ve tuhaflık şurada ki, Güldal Mumcu hâlâ Ümit Kıvanç’ın geçtiğimiz hafta yazdığı gibi davranıyor:

“Güldal Hanım, resmî katillerin avukatlığına soyunduğunu ilân eden bir liderin partisinde ne işiniz var? Eşinizi kimlerin öldürttüğünü düşünüyorsunuz? (...) Eşinizi bu dünyadan koparan eylem, bizi tek tek ya da topluca öldürmeyi meslek ve alışkanlık edinmiş birilerinin eseri değil mi sizce? Partiniz kendini bunların önüne kalkan ediyor. Sizi orada görmek, emin olun, cesur gazetecilerin bu ülkede öldürülme korkusu duymadan yaşamasını ve çalışmasını isteyen insanları çok üzüyor.”

Fakat unutmayalım, Uğur Mumcu’nun oğlu ve kızı geçen hafta çekilen “büyük aile” fotoğrafında yerlerini aldılar.

Hiç kuşkum yok, “resmî katilleri” en çok, 17 yıl önceki “devlet cenazesi”nin en ön safında yürüyen o iki çocuğun şimdi aklı başında iki genç insan olarak o fotoğrafta yer alma iradeleri rahatsız etmiştir.

Alper Görmüş / Taraf



Bu haber 521 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,527 µs