Karikatürleri Müslümanları eşit gördüğü için yayımlamış
0 0 0000 00:00 tsi
Hz. Muhammed karikatürlerini ilk yayımlayan Danimarka gazetesi Jyllands-Posten'in kültür editörü Flemming Rose, karikatürleri Müslümanları eşit yurttaşlar olarak gördüğü için yayınlamış. Karikatürler İslam dünyasında protesto edilmiş, onlarca kişi ölmüştü
Eylülde, çalıştığım Danimarka gazetesi Jyllands-Posten'de yayımladığım Muhammed karikatürlerinin dünyada yol açtığı öfke, hem bir sürpriz, hem de öfkeye hedef olanlar için bir trajediydi. Ölenler oldu, binalar yakıldı, insanlar saklanmaya zorlandı.
Tepkiler bize karşı ölüm tehditlerine kadar varırken konsolosluklara saldıranlara neredeyse çıt çıkmıyordu. O kadar da kışkırtıcı olmayan karikatürlere verilen bu tepkilerdeki dengesizlik, Avrupa'nın çokkültürlülükte sınıfta kaldığını gösterdi. Yaşlıkıta, göç, entegrasyon ve Müslüman nüfustaki artışa bakışında köklü değişikliklere gitmeli. Verilen tavizlerin, 'politik doğruluk' siyasetinin ve küçük bir radikal grubun şiddete başvurmasından duyulan korkuların ardından, Avrupa'nın gerçekle yüzleşmesinin vakti geldi.
Bugün Avrupa, liberal değerlerini baltalayan ahlaki göreceliliğe hapsoldu. Ortadoğulu diktatörler, Avrupa'da yaşayan köktendinci imamlar ve geleneksel Avrupa solundan oluşan meşum bir ittifak, 'kurbanlaştırma' siyasetinin önünü açıyor. Bu siyasetin güç verdiği kültür, entegrasyona direniyor, farklılıkları sürdürüyor, göçmenler arasındaki yüksek suç oranları ve işsizlik gibi sosyal hastalıkları derinleştiriyor.
Kurbanlaştırma çıkmaz yaratıyor
Bir zamanlar çokkültürlülüğü savunan biri olarak neden bahsettiğimi biliyorum. Soğuk Savaş'ın ortasında, 1960 idealleriyle büyüdüm. Hayata hem hippilerin duruşunu, hem neslimin siyasi üstünlük kompleksini benimseyerek bakardım. Batı'nın emperyalist ve ırkçı olduğuna inanırdık, çökmekte olan Batı uygarlığını Marx ve Engels üzerinden inceler, John Lennon'un özel mülkiyete yer olmayan ideal dünyasının hoş ve boş şarkısı 'Imagine'ı söylerdik.
Öğrenciyken Sovyetler Birliği'nde geçirdiğim 10 ay özel mülkiyetsizliğin neye benzediğini anlamama yetti, Marksist dogmanın tüm etkilerini idrak etmemse yıllar sürdü. Entelektüel yolculuğum, şimdi Muhammed karikatürlerine verilen tepkilere odaklandı.
Ben, siyasi anlamda Sovyetler Birliği'nde büyüdüm. 1990 sonrası 11 yılımı burada gazeteci olarak geçirdim. Batı demokrasisine inançları nedeniyle hapse girmeyi göze alanlarla temaslarım sonrasında, idealist kolektivizme dair hayallerimden sıyrıldım. Bizim daha lisedeyken elimizde olan ama farkına varamadığımız ifade, din ve toplanma özgürlükleri için ödenen yüksek bedelleri gördüm. Adalet ve eşitliğin, sadece sonuç değil, fırsat eşitliği de sağladığını öğrendim.
Avrupa'nın değişen demografik tablosunu gerçekçi biçimde kavrayamamasında da, Soğuk Savaş dönemiyle paralellik görüyorum. Avrupa solu şu anda göç, entegrasyon ve İslami radikalizm konusunda, hippilerin Marksizm alanında yaptığı gibi kendini kandırıyor. Batı'nın İslam dünyasını sömürerek marjinalleştirdiğini savunanlar, çatışmaya dayalı bir söyleme başvuruyor. Solcu entelektüeller, Danimarkalıların göçmenleri baskıyla marjinalleştirdiğini vurguladı. Bu görüş Edward Said'in oryantalizm modelini benimsiyor. Buna göre, Doğu ve İslam, zıddımız olan korkutucu bir 'öteki' olarak anlatılıyor. Reddedilmesi gereken bu söyleme göre Batı demokratik, Doğu despotik.
Bu düşünce tarzı Avrupa'da göçe yaklaşımın çarpıtılmasına neden oldu. Solcular, Danimarka'nın İslamofobik olduğuna kanaat getirdi. Onlara göre entegrasyonun önündeki asıl engel göçmenlerin yeni ülkelerine kültürel uyum sağlamadaki isteksizliği değil, ülkenin kendi ırkçılığı ve Müslüman karşıtlığıydı.
Bir kurbanlaştırma kültü doğdu ve bazı köktendinci liderler bunu sömürdü. Ensar el İslam'ın kurucularından Molla Krekar, karikatürleri yayınlamamıza şu tepkiyi verdi: 'Bu, dinimize karşı savaş ilanı. Bizim düşünce tarzımız topluma işlemeye başladı. Bu da Batı'da nefreti ortaya çıkardı; Batılılar, kaybeden taraf olduklarından şiddete başvuruyor..."
Avrupa'nın hatası kültüre sarılması
Kurban konumu işlerine geliyor, zira kendinizi kurban ilan ettiğinizde sorumluluktan kurtulup ahlaki üstünlük kazanıyorsunuz. Dahası, bazı göçmenlerin entegrasyonundaki gecikmeleri açıklayabilecek, yüksek suç oranları gibi gerçeklerin üzerini örtebiliyorsunuz.
Ortadoğu'daki diktatörler ve radikal imamlar Avrupa solunun jargonunu benimseyerek, karikatürleri ırkçı ve İslamofobik olarak niteledi. Tüm bu olaylar, Avrupa'da radikalleşen Müslümanlardan oluşan ortamda gerçekleşiyor. Nitekim 11 Eylül'ün tertipçisi Muhammed Atta, Madrid ve Londra saldırılarını düzenleyenler ve Amsterdam'da Theo van Gogh'u katleden genç, Avrupa'ya taşındıktan sonra Müslümanlığını yeniden keşfedenlerden. İslamcı terörün beslendiği yer artık Ortadoğu değil, Avrupa.
Avrupa nerede yanlış yapıyor? Avrupa'nın göç ve entegrasyona yaklaşımı, homojen kültürlerle tecrübesine dayanıyor. Milliyet, ABD'de temelde siyasiyken, Avrupa'da kültürle tanımlanıyor. Peki evde Arapça, sokakta kötü bir Danca konuşan kara ve sakallı Danimarkalılar? Avrupalılar, onların da Danimarkalı olabileceğini idrak etmek için derin bir kültürel ayar yapmalı.
Entegrasyonun önündeki büyük bir engel de Avrupa'nın refah devleti gerçeği. Avrupa gitgide pahalı bir yere dönüştüğünden, sosyal güvenlik sistemleri de yüksek işsizlik oranlarıyla düşük istihdama yol açtığından, göçmenlerin birçoğu doğrudan işsizlik sigortasına başvuruyor.
Avrupa'daki 20 milyon Müslüman göçmenle ABD'nin aynı sayıdaki Hispanik göçmenleri arasındaki fark insanı afallatıyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün 1999'da yaptığı bir çalışma, ABD'deki göçmenlerin vergi ödeme ve ülke refahına katkıda bulunmada neredeyse ABD doğumlulara eşit olduğunu, Danimarka'daysa yerlilerle göçmenlerin katkıları arasında yüzde 41'lik fark bulunduğunu ortaya koymuştu. ABD'de işten çıkarılan bir işçi yüzde 32 işsizlik sigortası alırken, Danimarka'da bu oran yüzde 81. Bizdeki göçmenler refah sistemine dayanan kültüre alışmış.
Kimlik politikaları bir yere varmıyor
Ne yapmalıyız? Tekkültürlülüğün rahatlığına dönemeyeceğimiz ortada. Kitlesel göç ve internet çağında yaşıyoruz, kültürel çoğulculuk artık geri döndürülemeyecek bir gerçek. Ve, kültürel saflığa nostaljik bir özlem duymak bile etnik temizliğe indirgeniyor. Ancak, Avrupa'nın Aydınlanma geleneklerine verdiğimiz önemi, İslam'ın özgürlük karşıtı değerlerine de verirsek, Avrupa'yı gözde bir göç istikameti yapan özellikler kaybolacak. Avrupa, yasa, gelenek ve değerlerini ihlal eden azınlıklarını eleştirmesini engelleyen politik doğruluk ilkesini bırakmalı.
Politik doğruluğa dair inancım iki olayla değişti. 2002'de Moskova'da Çeçen teröristlerin 130 kişinin ölümüyle sonuçlanan tiyatro işgalinden sonra muhalif arkadaşlarımdan Sergey Kovalev'le buluştum. SSCB'deki insan hakları hareketinin kahramanlarından Kovalev, Rusların Çeçenya saldırılarını eleştirirdi. Ancak bu katliamdan sonra, Çeçenlerin ayrılık yönünde verdiği kavga konusunda, sırf siyaseten doğru davranmış olmak için saçma bir yaklaşım benimsemedi. Teröristleri kınadı ve bir ulusun kaderini tayin hakkının, başkalarını öldürme ve haklarını ihlal demek olmadığını belirtti. Bu, kimlik politikalarının ikiyüzlülüğü ve bir dava uğruna masumların öldürülmesinin haklı çıkarılması gibi konularda gözümü açmıştı.
İkinci tecrübemse 1990'larda Brighton Beach'e yaptığım bir gezi oldu. Burada filizlenen Rus göçmen cemaati hakkında bir yazı yazdım. Ruslar, kültürel kimliklerini kısmen korurken, ABD kapitalizminden yararlanmaya, ekonomik güç kazanmaya başlamıştı. ABD'nin yeni gelenleri içine alma becerisine hayran kalmıştım. Bu da gözlerimi açan başka bir olaydı.
Karikatürler 'Bizdensiniz' diyordu.
Yeni gelenlerin duvarlarını aşmanın demokratik yolu, eşit muameleden geçiyor. Bana göre bunun anlamı, göçmenlere diğer Danimarkalılara davrandığım gibi davranmak. Nitekim Muhammed karikatürlerini yayımlarken hissettiğim buydu. O karikatürler ister kraliçe, ister en üst düzey dini lider olsun, bir başka Danimarkalıyı tabi tutacağım espri ve hiciv sınırını aşmıyordu. Müslüman peygambere tam da bir Hıristiyan veya Yahudi ikonuna davranacağım gibi davranmakla, önemli bir mesaj gönderiyordum: 'Yabancı değilsiniz, burada kalacaksınız ve sizi hayatımızın parçası olarak kabul ediyoruz. Bu durumda sizi de hicvedeceğiz'. Bu bir dışlama değil, içine almaydı; saygı duyma ve kabul etme anlamını taşıyordu.
Gelgelelim, bazı Müslümanlar mesajı böyle almadı. Gerçi, uluslararası bir tepki doğurabilmek için örgütlü bir kampanya düzenlenmesi birkaç ayı buldu. Avrupa, ABD'nin tecrübesinden ders almalı, çokkültürlü yeni Avrupa'nın tek varlık olarak ortaya çıkmasi için hem göçmenler hem Avrupalılar çaba harcamalı.
Göçmenlerden geldikleri ülkenin sadece dilini öğrenmekle kalmayıp, siyasi ve kültürel geleneklerine saygı göstermelerini de beklemek abartılı olmaz, nitekim bunu sağlayacak bazı sıkı yasalar düzenlenmekte. Avrupalılar da eski kavramlarını bırakmalı, gelen insanları oldukları gibi, yani yeni Avrupalılar olarak kabul etmeli.
Bu haber 278 defa okundu.
Yorumlar
+ Yorum Ekle