'hasta adam' | " /> 'hasta adam' | "/>

En Sıcak Konular

Borç batağına saplanan Avrupa yeni 'hasta adam'

7 Şubat 2010 10:20 tsi
Borç batağına saplanan Avrupa yeni 'hasta adam' Küresel krizin hafiflemeye başladığı dönemde Yunanistan, İspanya ve Portekiz'de meydana gelen darboğaz, Avrupa'nın karşı karşıya bulunduğu açmazı gözler önüne serdi.

Hükümetler batmakta olan ekonomiyi kurtarmak isterken, kamu borçlarının GSYH'ya oranı, yüzde 70'ten yüzde 100'e kadar çıktı. Buna bir de ortalama yüzde 4'ü bulan küçülme eklenince işsizlik yüzde 10'lara dayandı. 
 
Belki durumu ifade etmek için 'Avrupa azıcık hamile' demek gerekiyor. Ancak muhtemelen bu yazı için biraz fazla eleştiri alacağım. Yine birileri çıkıp "Kelin ilacı olsa başına sürer. Senin neyine kalmış AB veya ABD'yi eleştirmek?" diyecek. Varsın desinler, ABD, AB eleştirisi yapmak Türkiye'nin sorunu yok demek değildir.

Sapla samanı karıştırmamak lazım. Bir zamanlar Osmanlı'ya 'hasta adam' diyen yaşlı Avrupa'nın kalbini kemiren birçok hastalık var. Ve bütün bunların bileşkesi Batı medeniyetini geriletici yönde derinleşiyor. Şimdi inceleyeceğimiz ekonomi alanında da bu dinamikleri görmek mümkün. Acı patlıcanı kırağı çalmaz. Kuru ekmeğe fit olup mutlu olabilenlerin kriz-mıriz umurunda değil. Ancak sağlam bir şekilde hiç olmazsa 50 senedir refah içinde yüzen Avrupalı için, krizleri bağrında eritmek ve yakaladığı refah düzeyinden taviz vermek kolay değil. Avrupa rüzgârda kırılacak kuru ağaç gibi duruyor. Esneme payı yok gibi.

2008'in son çeyreğinde zıvanadan çıkan küresel kriz gelmeden çok önce, biz gazetede büyük bir kavgayı zaten vermiştik. Bütün Avrupa'da Türkiye'den borcu daha düşük, daha az riskli bir adet devlet yok dediğimizde kıyamet kopmuş; bizi partizanlıkla, AK Parti tarafgirliği ile suçlayanlar çok olmuştu. O sıralarda Ergenekon ekonomistleri her tarafa 'konmuştu'. Oysa Ankara Ticaret Odası (ATO) haftada bir adına 'rapor' dedikleri bir kâğıt parçası yayınlıyordu. Oysa 2008 sonu itibarıyla AB'nin kendi standartlarına göre ölçtüğü verilere göre Türkiye'nin kamu borçlarının GSYH'ya oranı yüzde 40'ın altına sarkmış iken, AB ortalaması çoktan Maastricht kriteri olan yüzde 60'ı aşmıştı. İçlerinde İtalya gibi yüzde 100'ü aşan, Yunanistan gibi sürekli gizlediği için gerçek borcu ancak şimdilerde fark edilenler de vardı (büyük tablo). Şimdi ise durum çok daha vahim.


Krizin arifesinde Avrupa ahalisi ABD'ninkine benzer bir şekilde tam bir borç batağı içinde yüzüyordu. (Şelik1 a ve b) Euro alanında hane halkının yükümlülüklerinin GSYH'ya oranı yüzde 60'ları aşmıştı. Türkiye'de bu oran yüzde 14'ler düzeyinde idi. Amerika'da ise yüzde 100'ü aşmıştı.


Şekil 1 a
 
İpotekli konut kredilerinin (mortgage) GSYH'ya oranı ise İngiltere'de yüzde 85, ABD'de yüzde 75, AB-25'te ise tam yüzde 47 kadardı. Türkiye'de ise böyle bir sektör yoktu. Türkler daha 'elin taşıyla elin kuşunu vurmaktan ibaret olan' kısır bankacılık pratiklerini keşfetmiş değillerdi.

Peki şimdi tam da 'krizde en kötü geride kaldı' dediğimiz bir aşamada geçen haftanın son iki gününde gelen deprem de nereden çıktı? Kaç haftadır bizim köşemizi takip edenler Türkiye'nin en büyük riskinin 2010 yılında AB olduğunu okumuşlardır.

Batmakta olan ekonomiyi kurtarmak için AB kesenin ağzını açmasına açtı da, zaten krizden önce de durum vahim olduğundan, iş kontrolden çıktı. Dünyada hükümetlerin borçlarının GSYH'ya oranında işin ucu kaçmış durumda (Şekil- 2a). Japonya (yakında seyredin gürültüyü) listenin açık ara başında.

Şekil 1 b
 


GSYH'ya oranı yüzde 200'ü aşmış ve aslında kartopunun büyümesi bir hayli hızlanmış durumda. Tarihte eşi emsali görülmemiş bir borç batağında. Seçimden önce bir hayli esip gürleyen yeni hükümetin başbakanı için "Hepsi seçim kampanyalarında bitti, manevra alanı yok." demiştik. Aynen öyle oluyor. Neredeyse tamamının iç borçlardan oluşması ise işin minik bir teselli payı.

Avrupa'nın kamu borçlarının GSYH'ya oranı ise yüzde 65-70 bandından kriz ortamında yüzde 100 bandına çıktı. Listede yok ancak İspanya ve Portekiz ise zincirin şu sıralarda en zayıf halkası. Bunun arkasında özel kesimin ve bilhassa bankacılık sektörünü kurtarmak için verilen büyük bütçe açıkları var. (Şekil-2b) Türkiye'nin bütçe açıklarının milli gelire oranı 2009 sonunda yüzde 6 civarına çıkarken, G-20, İtalya, İngiltere, Japonya, Amerika, Fransa çoktan Türkiye'nin üzerinde.

 

Şekil 2 a
 


Asıl IMF'ye muhtaç olan Avrupa

Avrupa'da asıl endişe edilmesi gereken birkaç durum şöyle: Birincisi büyük harcamalara rağmen, 2009 yılında Euro bölgesinin küçülmesi tahminen yüzde 4'e yakın çıkacak (küçük tablo). Bu oran Doğu Avrupa'da yüzde 6'yı bulacak. Euro bölgesi zaten 2008 yılının ikinci çeyreğinden beri beş çeyrektir artan oranlarda küçülüyor. Küçülme süreci yüzde 1,2 ile başladı, 2009'un ilk çeyreğinde yüzde 10'u buldu. 3. çeyrekte baz yılına nazaran nispi bir artıya geçtiği sırada ise şimdi mali disiplinin kaybolmasının getirdiği sıkışma. Devletlerin daha fazla yardımda bulunması mümkün değil.

Şekil 2 b
 


Avrupa'da sanayi üretimindeki kayıp 2008'in son ve 2009'un ilk çeyreğinde tam yüzde 30 civarında gerçekleşti. Türkiye'nin ideolojik cazgırları Avrupa Birilği'nde mali disiplin darmadağın olduğu halde işsizlik oranının yüzde 10 bandını aştığını, sanayinin yüzde 30 çöktüğünü ve ekonomilerin bu kadar fazla küçüldüğünü atladı. Avara kasnak gibi dönüp dolaşıp 'hani teğet geçmişti'de kaldı. Dahası Türkiye'nin başına bir IMF vasisi tutmakta, adeta bir kayyum arayışında inatla direnirken, asıl IMF'ye ve yoğun bakım odasına muhtaç olanın Avrupa olduğunu da gizledi. İşin daha kötüsü, IMF'nin 2010'da dünya büyüme oranını (bizim verdiğimiz tabloda yüzde 3) son açıkladığı tahminde yüzde 3,9'a çıkartmış olmasına rağmen bu büyümenin Asya ve Türkiye'nin de içinde bulunduğu diğer yükselen piyasa ekonomiler sayesinde gerçekleşecek olması, Avrupa'nın ise 1,5 civarında mütevazı bir oranda kalacak olmasıdır.

Avrupa'da asıl endişe edilmesi gereken birkaç durum şöyle: Birincisi büyük harcamalara rağmen, 2009 yılında Euro bölgesinin küçülmesi tahminen yüzde 4'e yakın çıkacak (küçük tablo). Bu oran Doğu Avrupa'da yüzde 6'yı bulacak. Euro bölgesi zaten 2008 yılının ikinci çeyreğinden beri beş çeyrektir artan oranlarda küçülüyor. Küçülme süreci yüzde 1,2 ile başladı, 2009'un ilk çeyreğinde yüzde 10'u buldu. 3. çeyrekte baz yılına nazaran nispi bir artıya geçtiği sırada ise şimdi mali disiplinin kaybolmasının getirdiği sıkışma. Devletlerin daha fazla yardımda bulunması mümkün değil.

Avrupa'da sanayi üretimindeki kayıp 2008'in son ve 2009'un ilk çeyreğinde tam yüzde 30 civarında gerçekleşti. Türkiye'nin ideolojik cazgırları Avrupa Birilği'nde mali disiplin darmadağın olduğu halde işsizlik oranının yüzde 10 bandını aştığını, sanayinin yüzde 30 çöktüğünü ve ekonomilerin bu kadar fazla küçüldüğünü atladı. Avara kasnak gibi dönüp dolaşıp 'hani teğet geçmişti'de kaldı. Dahası Türkiye'nin başına bir IMF vasisi tutmakta, adeta bir kayyum arayışında inatla direnirken, asıl IMF'ye ve yoğun bakım odasına muhtaç olanın Avrupa olduğunu da gizledi. İşin daha kötüsü, IMF'nin 2010'da dünya büyüme oranını (bizim verdiğimiz tabloda yüzde 3) son açıkladığı tahminde yüzde 3,9'a çıkartmış olmasına rağmen bu büyümenin Asya ve Türkiye'nin de içinde bulunduğu diğer yükselen piyasa ekonomiler sayesinde gerçekleşecek olması, Avrupa'nın ise 1,5 civarında mütevazı bir oranda kalacak olmasıdır.

 

Amerika kendi derdine düşünce AB başsız kaldı

Avrupa'da her kafadan bir ses çıkıyor. Birlik ve ortak payda oluşamıyor. Avrupa başsız kalan bir beden gibi kararsız ve güven vermiyor. Sanki beynini emanet ettikleri birileri varmış da o da ortalıktan kaybolmuş gibi. Sanki o 'birileri' Soğuk Savaş döneminden beridir ABD'dir de şimdi Soğuk Savaş bitince bir de Amerika kendi derdine düşünce Avrupa sendeliyor gibi. Bu meyanda Avrupa, tıpkı Asya'nın 1997 Asya krizinde yapamadığı gibi, bir bölgesel yangına müdahale edemiyor. Seyrediyor.

 

Nüfus yaşlandı, şirketleri devralacak nesil yetişmiyor

Avrupa'nın yüzde 10'a çıkan işsizliğine işaret ederken vahim bir demografik gerçeği de ihmal etmeyelim. Avrupa yaşlı bir nüfus. Çalışma çağındaki nüfus çok azalmış durumda. İşsizlik buna rağmen yüksek. Var olan gençler yabancıların. Latin Amerika, Ortadoğu-Kuzey Afrika, Asyalı gençlerden oluşuyor. Avrupa ileride "Müslüman nüfus buraları ele geçirir mi?" endişesi içinde.

Avrupa'da nesil kuruyor. Bizde işletmeler bölünme ve kavga yüzünden daha birinci nesilde biter ya. Ortalama şirket ömrü beş yıldır ya. Avrupa'da bunların hemen hemen hiçbiri yok. Daha başka? Avrupa'da artık şirketin sahibi ölünce, arkada şirketi devralacak kimseler kalmıyor. Bu 'yeni bir trend'. Devamı gelecek. Materyalizm ebeveyni evladını acımasız yaptı. Bencil bir ömür için çocuk yapmayı reddetti. Şimdi adeta 'kelle başı' ödül kondu. Ancak insan artık evine dönmüyor. Çölleşen, tuzlanan toprak gibi artık aile hızla çölleşiyor, angaryaya dönüyor.

Bu yapıda Avrupa'nın verimlilik devrimine devam etmesi imkânsız. Ar-Ge, inovasyon ve tasarım genç ve dinamik bir nüfusla yapılır. Dahası bunu tüketecek dinamik ve iştahlı bir nesil de gerekir. Şimdilerde Avrupa'da, Japonya'da inovasyon teşvikleri 'kimsesiz yaşlıların bakımını yapacak robot insan' alanına kaydı. Konuyu İbni Haldun ile mi yoksa Hegel ile mi bitirsek acaba? Hegel insanlığın sürekli ileri doğru giden doğrusal bir diyalektik üzerinden akıp gittiğine inanır. Kölelikle başlamışız, burjuvazi ile devam etmişiz, sınıf çatışması ve sömürü sonunda emekçi devrimle süreç sona ermiş ve artık insanlığın kadim arayışı sınıfsız ve iltimassız bir toplumun kurulması ile nihayete ermiştir.

14. yüzyılda yazan büyük İslam filozofu İbni Haldun ise çok daha önceleri "Medeniyetler doğar, büyür ve geriler. Kimi ölür, kimi de küllerinden dirilir." der. 1.000-1.500 yıllık büyük devreler halinde dolaşan büyük rızık haritası Avrupa'dan göçe çıktı. Kendilerinden öğreneceğimiz hâlâ birçok şey olan Avrupa zaten bu kervana katılmak zorunda. Goldman Sachs'ın son bir raporuna göre 2050'de Türkiye, Almanya, Fransa ve Japonya'nın önüne geçmiş olacak. Demografi ve coğrafya temel faktör olarak karşımıza çıkıyor. Yaparsak geçeriz, yapmazsak geçemeyiz tabii ki; ancak bu objektif gerçekler potansiyel olarak mevcuttur.

Şimdi güneş batıda batıyor, doğuda yükseliyor. Bir mazi ölmemeye çalışıyor. Medeniyet, küllerinden ehramlar yapılmak üzere ayağa kalkıyor. Bir istikbal hayata doğmaya çalışıyor. Bu coğrafyada mazi ile istikbal yeniden izdivaca hazırlanıyor. Yaşadıklarımız ise doğusuyla batısıyla bu büyük doğumun sancıları. Kader bir oyunu yazmış, tiyatroyu Anadolu topraklarına kurmuş, figüranlar alanda. Seyrine doyum olmuyor.

İbrahim Öztürk - Zaman



Bu haber 735 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,324 µs