En Sıcak Konular

28 Şubat: Türk usulü Hitler faşizmi

0 0 0000 00:00 tsi
28 Şubat: Türk usulü Hitler faşizmi Mümtaz’er Türköne 28 Şubat’ın ideolojisini nasyonel sosyalizme benzetiyor ve o döneme damgasını vuran şu cümleyi hatırlatıyor: "Türk milletinin dinine, örf ve âdetlerine bağlılığından kaynaklanan tehdit."

Mümtaz'er Türköne’nin yazısı:

28 Şubatın İdeolojisi: Türk usulü nasyonal sosyalizm

28 Şubat'ın zirve yaptığı günlerde, Genelkurmay İkinci Başkanı hâlâ hizaya girmeyen köşe yazarlarından şikâyetini, ünlü gazete patronuna iletmiştir. Gazete patronu, biraz da çalışanlarını koruma kaygısıyla olsa gerek yazarlarla 28 Şubat'ta adı çok sık duyulan bu generali bir toplantıda yan yana getirir.

Taha Akyol, şu soruyu sorar: "Niye Türk toplumunun geleneklerine bu kadar karşı çıkıyorsunuz? Bunun için Türkiye'de çok değerli sosyologlar var. Niye onlara danışmıyorsunuz?" Cevap, 28 Şubat'ın düşünce dünyasını özetlemektedir: "Eğer sosyologlara danışırsak bu konudaki kararlılığımız dağılır." Aynı generalin imzasını taşıyan "Batı Harekât Konsepti" başlıklı metinde, aslında gazeteci Akyol'un sorduğu sorunun cevabı bulunmaktadır. Belgenin "İrticaî faaliyetlerin yakın gelecekteki durumuna dair değerlendirme" ana başlığının altında, ilk iki sırada yer alan "Gelir dağılımı dengesizliğinden kaynaklanan tehdit", "İşsizlikten kaynaklanan tehdit" alt başlıklarından sonra üçüncü sıradaki başlık aynen şöyledir: "Türk milletinin dinine, örf ve âdetlerine bağlılığından kaynaklanan tehdit."

"Türk milletinin dinine, örf ve âdetlerine bağlılığı"nın bir tehdit olarak tanımlanmasını, "din karşıtlığı" veya "millî-manevî değerlere düşmanlık" olarak kabul etmek, oldukça iyimser bir değerlendirme olacaktır. Bu ifade, Anayasa'nın başlangıç hükümlerine, 24. maddesine ve Millî Eğitim Kanunu'nun amaç hükümlerine açıkça aykırı ve suç niteliğindedir. Ama burada daha vahim bir durum bulunmaktadır. Bu ifade Türk milletine ve onun tarihine yabancılık ve buram buram cehalet kokmaktadır. Cehaletin gerekçesi ise "kararlılığın dağılması" endişesidir. "Bir fikri olmayanın kararlılığından ne çıkar?" sorusunu soruyorsanız, düşünce tarihinde bunun da bir karşılığı olduğunu hatırlatmamız gerekir. Fikrin olmadığı kararlılıktan faşizm çıkar. 28 Şubatçıların biraz cehaletlerinden, biraz da mecburiyetlerinden dolayı benimsedikleri, belki de benimsemek zorunda kaldıkları ideolojinin adı faşizmdir.

İtalyanların Il Duce'si Benito Mussolini, yakın tarihimize yabancı değildir. Türkçede daha Latin harfleri kabul edilmeden önce çevrilmiş "Faşizm" isimli bir kitap bile bulunmaktadır. Tek parti döneminin seçkinleri, İtalya'daki faşist yönetimi kendi arzu ve isteklerine eldiven gibi uygun buldukları için, epeyce iktibas yapmışlardır. Atatürk'ün ölümünden sonra cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü'ye layık görülen "Millî Şef" unvânı, Mussolini'nin kullandığı "Duce"den aşırmadır. Aynı yılların başbakanı Recep Peker, faşist bir ülke inşa etmek için çok mesai harcamıştır.

Faşizm: Önce eylem, sonra fikir

"Duce şu anda ne düşünüyorsa faşizm odur." Bu söz, faşist ideolojinin özetidir. Faşizm düşünceye değil eyleme dayanır. Eylem ise, tabiî sıradan insanların değil, kararını uygulatabilecek kitlelere, asker gibi emre hazır bekleyen kıtalara sahip olanların, yani liderlerin veya siyasetle uğraşan komutanların ayrıcalığıdır. Lider veya komuta eden, özgürce durumu değerlendirecek ve eyleme geçecektir. Emir alanların karardan, sadece eylem için ayağa kaldırıldıkları zaman haberleri olacaktır. Sonra, bu eylemden bir düşünce çıkartılacaktır. Önce eylem, sonra düşünce gelecektir; düşünce sonradan sadece eylemi meşrûlaştırmak için devreye girmektedir. 28 Şubat'ın ideolojisi, cehaletin kutsandığı ve ilkelliğin egemen olduğu işte bu ideoloji, yani faşizmdir. Fazla bilgi, "kararlılığı engelleyen" gereksiz bir yükten ibarettir.

Faşizmin İkinci Dünya Savaşı'nın yıkıntıları arasında yok olan mottolarının, 28 Şubatçılar tarafından hatırlanarak yeniden gün yüzüne çıkartılması, biraz da cehaletin verdiği cesarettendir. Çevik Bir'in I. Ordu komutanı iken duvarlara yazdırdığı "Orduya sadakat şerefimizdir" sloganı gibi. Bu slogan Nazi flamalarında ve SS kasaturalarında yer alan "Unsere ehre heisst treue" sözünün tercümesidir ve sorgusuz sualsiz sadakat bekleyen faşist ideolojinin "sadakat şerefimizdir" ana fikrini anlatmaktadır. Faşistlerin millete veya vatana sadakati içine alan bu mottosu, bizimkiler tarafından bir adım daha ileri taşınmaktadır. "Orduya sadakat", ordunun da varlık sebebi olan vatana ve millete olan sadakati, faşizmin bile hayallerini zorlayacak bir alana, silahlı kuvvetlere hasretmektedir. Terslik şudur: Ordu, sadakat odağı değildir. Askerî hiyerarşi içinde üstlere sadakat gösterilmez; itaat edilir. İdeolojiler, sadakati parti gibi siyasî örgütlere yönlendirir. Ordu, kendisi için var olan bağımsız bir siyasî değer değildir. O zaman ilişki tersine döner; vatan ve millet için var olan ordunun yerini, ordu için var olan vatan ve millet alır. Eğer sadakat gösterilecekse, ordu da, ordu mensupları da, tek tek vatandaşlar da millete ve vatana sadakat göstermek zorundadır.

Bugün, marjinal bir akım olarak kendisinden söz ettiren "Yeni Ulusalcılık" da, 28 Şubat'ın başlattığı curcunadan beslenen ve faşizme uzanan bir ideolojik yozlaşma halidir. "Kararlılığı dağıtmamak" için sosyologlara danışmayan 28 Şubatçılar, sosyologların da içinde yer aldığı üniversiteleri, Batı Çalışma Grubu marifetiyle, irtica brifinglerinde aydınlatmıştır. Faşizm, bulaşıcı bir virüstür. Kolay ve kestirme yollar, sınırsız otorite ve tutarsızlık, üstelik sorumsuzluk birçok insana cazip gelmektedir. Özgür ve özerk üniversite, irtica brifinglerinin sığ ve mekanik analizlerini sindirebilmek için eylemi düşüncenin önüne koymak gibi faşizmin kalıpları içine giren sapmalara sahne olmuştur. Bu sapmalar boyunca, Atatürkçülüğün faşizan yorumları da üretilmektedir.

Uludağ Üniversitesi Rektörü'nün 18 Şubat 2004 tarihinde "Bilimin Işığında Aydınlanma Seminerleri"nde yaptığı konuşma böyle bir sapma halini temsil ediyor. Tıp Profesörü Yurtkuran, Atatürkçülüğün diğer ideolojilerden farkını "fikirden önce eylemin gelmesi" ile açıklıyor: "Atatürkçü düşünce sisteminde önce eylem gelir. Klasik ideolojilere göre teoriden hareketle uygulama gelmemiş, bizzat uygulama Kemalizm'in çehresini belirlemiştir." Anlatılan şeyin Atatürkçülüğe değil faşizme ait olduğunu, "eylemin düşünceden önce gelmesi"nin faşizmin doğrudan kendisi olduğunu bilmemenin suçu, bu tıp profesörüne değil, 28 Şubat'ın berbat iklimine aittir. "İrtica brifingleri" işte bu berbat iklimin "eylemden sonra gelen fikrî karşılıkları" olarak tarihin kayıtlarına geçmiş durumdadır.

28 Şubat sonrasında yargı, üniversite ve medya mensuplarına verilen brifinglerde savunulan tezler, tedavüle giren "28 Şubat İdeolojisi"nin dar çerçevesini yansıtmaktadır. Gerçi bu brifingler Refahyol Hükümeti'ne dehşet, bürokrasiye ve medyaya da korku salmak içindir. Ama sonuçta bu brifingler verilmiş ve katılanlara uzun uzun bir şeyler anlatılmıştır. Bu "bir şeyler" 28 Şubat'ın tedavüle soktuğu "fikir ve bilim"i temsil etmektedir.

Marksist sınıf analizleri

Bu brifinglerin birkaç ana tezi bulunmaktadır. Tezlerden ilki, Marksist araştırmacı Faik Bulut'un "Yeşil Sermaye Nereye?" başlıklı kitabının özetidir. Bu kitaptan iktibas edilerek sermaye arasında rengi "yeşil" olan bir kategori icat edilmekte ve istatistikî kesinlikle, yine bu kitaptan iktibasla keskin hatlarıyla hedef tahtasına konmaktadır. Bu tez, piyasa ekonomisinin kurallarını boydan boya yıkarak 2000 ve 2001 bankacılık krizine giden yolun ilk taşlarını döşemiştir. Pazar ekonomisi, ahbap-çavuş kapitalizminin hegemonyası altında ezilmiştir. Başından sonuna kadar bir yolsuzluklar süreci olan 28 Şubat'ın döşediği diğer taşlar bankacılık sektörünü yıkıma uğratacak olan usulsüzlükler ve suistimallerdir. Sebest piyasa düzeni, Marksizm'den ödünç alınan bu ilkel tezlerin saldırısı altında çökmüştür. "Siyasal İslâmın Yayılması" başlıklı küçük bir broşüre sığdırılan görüşler, geri kalan tezleri özetlemektedir. Bu broşür, bir gelecek projeksiyonu içermektedir. İki temel varsayımı vardır: Birincisi, "din eğitimi alan mürteci olur". İkincisi, "yoksulluk irticanın aslî kaynağıdır". Bu iki tez yan yana getirildiği zaman, Türkiye'nin geleceğini karartacak olan irticanın ulaşacağı tehlikeli boyutlar ortaya çıkmaktadır. Kur'an kursları ve imam hatipler, yoksullukla birleşerek mürteci yetiştirmektedir. Bu analizler Klasik Marksizm'in bile, Marksizm'i ekonomizme indirgediği için küçümseyeceği ilkel ve mekanik, altyapının belirleyiciliğine dayanan sınıf analizleridir.

Bu analizlerle kesin bir sonuca ulaşılmakta, Millî Görüş'ün yani o zamanın Refah Partisi'nin % 66 oyla iktidara geleceği ileri sürülmektedir. Ne kadar sağlam bir denklem değil mi? İmam hatipleri ve Kur'an kurslarını, yoksullukla birleştirdiğiniz zaman ortaya % 66 oy çıkıyor. Bu mekanik kesinlikten, rejimi kurtarmak için tek çözüm çıkmaktadır: "Din eğitimi yasaklanmalıdır." 1997'de yapılan bu öngörü, ironik ve farklı bir şekilde gerçekleşmiştir. Din eğitiminin önü önerildiği şekilde kesilmiş; ama 28 Şubat sürecinin banka yolsuzlukları yüzünden yoksullaşan halk 2002 yılında iktidarı, 28 Şubatçıların Millî Görüşçü olarak hapse attığı bir adamın liderliğindeki partiye teslim etmiştir. Oy oranı % 66 değildir; ama Meclis'teki temsili bu orana yaklaşmaktadır.

28 Şubat İdeolojisi: 'Yeni Ulusalcılık'

Türkiye'de 28 Şubat'ın da beslendiği darbe geleneği, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin geleneklerinin, Türk tarihinin özgün karakterinin eseri değildir. 27 Mayıs'la birlikte başlayan bu gelenek, ordu içinde elindeki silahı ve komuta ettiği askeri iktidara tahvil etmeye çalışan İttihatçı komitacılığın, yani çeteciliğin tezahürüdür. Elinizde silah ve komutanız altında askerler var. Bundan kişisel bir çıkar elde etmeye niyetlenirseniz önce bir çete kurarsınız. Bu çeteye, üzerinizde üniforma olduğu için "cunta" denir. Sonra darbe yaparsınız. Önce eylemi yapıp, akabinde eyleminize meşruiyet aradığınız zaman, düşüncede yaratıcı olamadığınız için tedavüldekilerden birine müracaat edersiniz.

Türk ordusu içindeki 27 Mayıs'la başlayan cuntacı damarın ilk müracaat ettiği düşünce Baasçılık, yani Arap sosyalizmidir. Bu düşüncenin özü, Marksist sınıf analizleri ve anti-emperyalist milliyetçiliktir. Bunun Türk versiyonu olan "27 Mayıs Ak Devrimi", askerî gelenekleri kuvvetli bir topluma yaslandığı için daha fazla hiyerarşik ve otoriter bir versiyon üretmiştir. Hem sosyalizmi, hem de milliyetçiliği güçlü bir sentezle, fazla da kafa yormadan bir araya getirmek istiyorsanız elinizin altında kuvvetli birikimiyle nasyonal sosyalizm yani Alman faşizmi durmaktadır. 27 Mayıs'tan sonra ikiye ayrılarak hem sağa hem de sola savrulan bu gelenek, ilk defa 28 Şubat Süreci'nde yeniden bir senteze tabi tutulmuştur. Bu sentezin adı sol milliyetçilik veya ulusalcılık değil nasyonal sosyalizm yani faşizmdir.

Bugün 28 Şubat ideolojisi olarak yükselen 'Yeni Ulusalcılık'ın nasıl bir ideoloji olduğunu anlamaya çalışanlar, sosyalizmle milliyetçiliğin sentezlendiği geleneği yeniden gözden geçirmelidir. Sorel'in sosyalist mi, yoksa faşist mi olduğuna bir türlü karar veremeyen düşünce tarihinin tartışmaları bizdeki bu ilkel senteze ışık tutacak ipuçlarını taşıyor. Hem solcu olmak, kapitalizmden ve liberalizmden nefret etmek, Kürt düşmanlığını ırkçılıkla temellendirmek; anti-emperyalist olmak bir yandan da otokratik askerî bir yönetimi demokrasiden ölesiye nefret ederek savunmak ve devleti ulu bir mabud gibi yükseklere yerleştirmek nasıl mümkün olabilir? Bunun bir tek yolu vardır: Faşizm.

Faşizmi, bir siyasî eğilimi nitelemek yerine bir hakaret olarak kullananların "Yeni Ulusalcılık"ı bu gözle yeniden değerlendirmesi gerekir. Brifing salonlarında vülger bir Marksizm'le kendini ele veren 28 Şubat'ın ideolojisinin elimizdeki zengin ideolojiler listesindeki karşılığını arayanların ise Alman nasyonal sosyalizmine ve İtalyan faşizmine müracaat etmesi gerekir. Dört askerî darbemizden ikisi cunta eseridir, ikisi ise emir- komuta zincirine riayet edilerek gerçekleştirilmiştir. Emir komutaya uyan darbeler, meşruiyetini kurumsal yapısına dayandırdığı için ideolojik arayışlara girmek yerine sınırları belirsiz yumuşak bir Atatürkçülükle iktifa etmiştir. 28 Şubat Süreci, tıpkı 27 Mayıs gibi bir cunta eseridir. Cuntanın yani çetenin adı, hepimizin bildiği Batı Çalışma Grubu'dur. Bütün cuntalar gibi ideolojik bir desteğe ihtiyaç duymuş ve el yordamı ile bulduğu nasyonal sosyalizme dört elle sarılmıştır.

28 Şubat'ın ideolojisi işte bu el yordamı ile bulunmuş, ama ısrarla savunulmuş Türk tipi bir nasyonal sosyalizmdir. Ve bu ideoloji günümüzün Yeni Ulusalcı akımı tarafından hakkıyla temsil edilmektedir.



Bu haber 306 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,505 µs