En Sıcak Konular

Amiral Gemisi'nin dümeni kimdeydi?

19 Ocak 2010 11:04 tsi
Amiral Gemisi'nin dümeni kimdeydi? Arzuhan hanım söz veriyor : "Kimse baskı yapmayacak"

Devrim Sevimay / Milliyet

Doğan  Holding Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ röportajının ikinci kısmı:

- Babanız Aydın Doğan’ın görevden ayrılması ne anlama geliyor? Yapısal bir değişiklik mi; yoruldu mu; hükümetle olan sorunlarla mı alakalı?

Bu yeni yapılanma birkaç senedir üzerinde düşünüp çalıştığımız bir konuydu. Birinci neslin görevi ikinci nesle bırakması projesi. Aslında babamın ne kadar vizyoner bir insan olduğunu gösteriyor. Çünkü o olmadığı zaman bu gemiyi yürütüp yürütemeyeceğimizi henüz kendisi dinç ve sağlıklı iken görüp test etmek istiyor.  Biz şimdiye kadar  kendi sorumlu olduğumuz şirketlerde sadece o şirkete odaklanarak ve oldukça detayda çalıştık. Ama artık hep birlikte resmin bütününü görerek, yani şimdiye kadar babamın yaptığı gibi çalışmanın zamanıydı.

- Vergi cezası sürecinin hiç etkisi olmadı mı?

Aslında oldu. Bu yapıya geçmek için biz dört kız kardeş biraz nazlanıyorduk. Fakat bu dönemde babamın arzuladığı bir şeyi yapmak isteğiyle yeni yapıyı yaşama geçirdik.

- Neden; o kadar da istekli olmadığınız bir iş mi bu?

Bu süreç bir değişim gerektiriyor ve her değişim de sancılıdır. Daha  önce her birimiz ayrı ayrı icra görevi üstlendiğimiz şirketleri yönetiyorduk. Ama artık hep birlikte bütünü yöneteceğiz. Dolayısı ile bu yeni bir süreç ve daha fazla uzlaşma, ikna ve paylaşmayı gerektiriyor.

- Siz kardeşlerin en büyüğü olduğunuz için mi başkan oldunuz?

Evet haklısınız. Kardeşlerimin hepsi bu görevi üstlenebilecek donanıma sahip. Ama sonuçta biri olacaktı. Belki de sırayla olur.

- Yapı nasıl olacak; siz baştasınız?

Yapı şöyle olacak: Hepimiz, biraz önce de dediğim gibi, yıllardır CEO olarak şirketlerde çalıştık. İcraatta ve detayda. Artık bu birikimlerimizle birlikte, hep beraber resme daha yukardan bakacağız. Şimdi onu yapıyoruz. Herkes sadece kendi penceresinden, kendi çalıştığı şirketin perspektifinden bakmıyor. Artık hepimiz aynı masa etrafında resmin bütününü görerek, hep beraber karar vereceğiz. En önemli değişim bu.
 
- Şirketleri kim yönetecek?

Şirketleri CEO’lar yönetecek. Şu anda CEO olan bizler de, bize bağlı olan şirketlerde - tabii genel kurullarda yapılacak değişikliklerden sonra-  yönetim kurulu başkanlığı seviyesine geliyoruz.  Bunca yıldır detayda çalışmış olmanın avantajlarını kullanmaya devam edeceğiz. Biz kardeşler için artık işlere daha stratejik bir seviyeden, dediğim gibi hep beraber bakmanın da zamanı geldi.

- Avrupa’da, ABD’de böyle bir yayın grubu modeli var mı?

Yayın grubu örnekleri çok az, hatta yok. Murdoch var, ama bence Murdoch kurumsallaşmış bir yapı değil. New York Times var. Onlar da gazeteci ve sadece medyada hatta sadece yazılı medyadalar. New York Times gazeteleri var, ona odaklanmış bir şekilde yönetiyorlar.

Öte yandan birinci nesilden ikinci nesle devam eden aile şirketi sayısı da çok az. Aile şirketlerinin sadece yüzde 25’i ikinci nesle başarıyla geçebiliyor. Üçüncü nesle geçenler daha da az. Dolayısıyla bu önemli bir misyon. Bizim burada aldığımız karar da bu anlamda alınmış bir karar.

- Türkiye’de bunu en iyi yapan Koçlar denebilir mi?

Koçlar iyi yaptı bence de.

- Birinci nesil ile ikinci neslin yönetimi arasında nasıl bir fark öngörüyorsunuz?

Ciddi bir fark olduğunu düşünüyorum. Kurucular tek ve mutlak patron. Bu da son derece doğal. Çünkü kuran, büyüten, yöneten onlar. Eser onların eseri. İkinci nesil ise devraldığı emaneti daha fazla konsensüs içinde paylaşımcı bir yöntem ile yönetmek durumunda.

- İkinci nesilde anlaşmazlık olma olasılığı var mı?

Tabii ki var. Onun için zaten dünyada aile şirketlerinin sadece yüzde 25’i ikinci nesle devam edebiliyor.

- Siz edebilecek misiniz?

Biz babamın büyük bir başarıyla bugüne getirdiklerini ileriye taşıyabilmek, bizden sonraki nesle bırakabilmek için bir irade ortaya koyduk. Bunu başarabilmek için gayret sarf ediyoruz, uğraşıyoruz. Yüzde 25’in içinde olmak istiyoruz. Bu hem ülkemize, hem anne-babamıza, hem de çocuklarımıza karşı sorumluluğumuz.

- Bu işler öyle abla-kardeş ilişkisi gibi olmuyor, değil mi?

Olmamak durumunda. Profesyonellik gerektiriyor. Peki, olabiliyor mu derseniz, çok kolay değil doğrusu. Çünkü duygusal konular da işin içine giriyor. Ama ben, bizim bu geçişi başarabileceğimizi düşünüyorum. Kaldı ki birinci nesilden ikinci nesle başarı ile geçebilmek şirketleri, kurumları parçalamadan yıllarca devam ettirebilmek ülkemiz açısından da çok önemli. Türkiye’de sermaye birikimi sınırlı.

Özellikle Anadolu’da ölçek ekonomisini yakalayabilmek, dolayısıyla rekabet gücünü koruyabilmek birçok firma için hâlâ büyük sorun. Hal böyleyken şirketlerin aile içi anlaşmazlıktan, doğru yapıyı kurup profesyonelleşmemekten dolayı parçalanması, sermaye birikimi, ölçek ekonomisi ve dolayısıyla özel sektörün rekabet gücü açısından büyük dezavantaj. Kısacası, bence ilk 10, ilk 50 şirket gibi büyük kuruluşların Türk özel sektörüne örnek olmak, öncü olmak gibi bir sorumluluğu da var.

- Sizce babanız gerçekten karışmadı mı yayınlara?

Gerçekten karışmadı. Yemek yerken, sohbet ederken genel yayın yönetmenleri babamın görüşlerinden etkilenmiş olabilirler. Sonuçta babam da görüşleri olan ve o görüşlerini paylaşan bir insan. Ayrıca tek ve mutlak patron ve otorite, büyük bir manevi güç ve şahsiyet. Dolayısıyla ondan etkilenmek de çok doğal. Ayrıca,  genel müdürleri, çalışanlar, babama bir patrondan öteye saygı duyarlar. Ama bugün itibariyle güç ve otorite paylaşılıyor. Ne yönetim kurulu başkanı olarak ben, ne de diğer kardeşlerim böyle bir güce tek başına sahibiz. 

- Birbirinizin denetleyicisi olacak mısınız?

Mecburuz. Çünkü dediğim gibi biz gücü bölüşüyoruz, dolayısıyla birbirimizin denetçisiyiz. Erkler ayrımı var artık. Ama denetçisi derken aslında aynı zamanda birbirimizin en büyük destekçisi olacağız.

- Yapabilir misiniz, birbirinize karşı bunu gerçekten becerebilir misiniz?

Eğer bu bütünü birlikte yönetecekseniz mecbursunuz, başka seçeneğiniz var mı? Ticari işler daha somuttur. Bilanço gelir önünüze, kâr mı ediyor zarar mı noktasında fikir ayrılıkları çok az olur. Ama yayın gibi konular çok sübjektiftir. Atılan bir manşeti siz beğenirsiniz, bir başkası beğenmez. Biz dördümüz de farklı görüşlere sahibiz. Dolayısıyla yayın konusunda ortak bir pozisyon almamız zaten mümkün değil. Ancak orta ve uzun vadeli iş stratejilerini saptayabiliriz, yayın ilkeleri ve ana çizgileri ortaya koyar ve çekiliriz. Yayınla ilgili kararların gazeteciler tarafından verilmesi en akılcı ve bizim durumumuzda kaçınılmaz bir yapı. Kaldı ki doğru olan da bu değil mi? 

- Bu yeni dönemde yayıncılık kriteriniz ne olacak?

Yayına karışmamak. Siz genel ilkeleri koyarsınız, gazeteciler gazeteyi yapar.

- Yani kimse yazı işleri kadrosunun “ensesinde boza pişirmeyecek” mi?

Genel yayın yönetmenlerinin “ensesinde boza pişirecek” tek şey yayın ilkeleri ve bir de bağımsız bir yayın kurulu olmalı diye düşünüyorum.

Hayır, kimse baskı yapmayacak. Ancak genel yayın müdürleri tabii yayın ilkelerine özen gösterecek, bu ilkeler zaten evrensel... Bu amaçla bağımsız bir yayın kurulu da olmalı diye düşünüyorum.

- Bu yeni mi oluşturulacak bir şey?

Aslında uzun süre önce yanılmıyorsam 10 yıl önce böyle bir yapı kurmuştuk. Doğan Yayın Holding Medya Yayın Konseyi. Ama zaman içinde içeriden ve dışarıdan bu yapı hırpalandı ve işlevini yitirdi. Ombudsmanlık geleneği de ilk kez Doğan Yayın Holding tarafından uygulanmıştı. Kurumsal yönetişim ilkeleri ile beraber. Ümit ediyorum ki biz tüm bunları yeniden tartışıp bugünün şartlarına göre düzenleyip uygulamaya koyacağız.

- Ya yine sulandırılırsa?

Hiç sanmıyorum. Çünkü artık bu tecrübeyle süreci yöneteceğiz.

- Yayın kurulu akil adamlar kurulu gibi bir şey mi?

Evet. Zaten bizim yazılı yayın ilkelerimiz mevcut. Onları yeniden derlememiz gerekecek.

- Acaba bu yeni dönemde daha mı zor olacak genel yayın yönetmenlerinin işi?

Olabilir. Çünkü yayın ilkelerinin daha disiplinli uygulanacağını düşünüyorum.

- Genel yayın yönetmenlerini kim belirleyecek?

Aile meclisi belirleyecek.  Bahsettiğim aile meclisi, sonuçta her biri yayın konusunda babamın önderliğinde gerekli hassasiyeti kazanmış ve bizzat çalışarak gerekli bilgi ve deneyimi elde etmiş kimselerden oluşuyor.

Bu süreçten belki küçülerek ama güçlenerek çıkacağız
- Doğan grubunu nerede görüyorsunuz; bu gemi nereye gidecek sizce?

Önümüzdeki bir iki yılı grup dikkatli hatta biraz tutucu bir tavır içinde geçirecektir. Bu süreçten belki küçülerek ama güçlenerek çıkacağımıza inanıyorum.

- Biz gazeteci değil, iş insanlarıyız

Habercilikle medya sektöründe patron olmak arasında siz nasıl bir çizgi çiziyorsunuz?
Habercilik gençken insana tabii  heyecan veriyor. Biz aile olarak girişimci iş insanlarıyız. Gazetecilik çok değer verdiğimiz, saygı  duyduğumuz bir meslek, ama biz gazeteci değiliz. Sadece ben değil, ailede hiçbirimiz gazeteci değiliz. İçimizden biri genel yayın yönetmeni veya fikirlerini yazan bir köşe yazarı olmak isteyebilirdi. Hiçbirimizin bugüne kadar böyle bir arzusu veya talebi olmadı. Dediğim gibi bizler iş insanlarıyız. Öte yandan kuşkusuz iş olarak gazete, televizyon, medya sahibi olmak diğer işlere göre çok daha fazla özen ve dikkat isteyen bir iştir. Bizlerin de bu bilinçle yetiştiğini düşünüyorum.

- Peki ya Aydın Doğan da gazeteci değil işadamı mı?

Babam kendini bize göre daha gazeteci hissetmiştir ve bunu da söylemiştir. Ama bana göre babam da bir işadamı, genlerinde girişimcilik var. Vizyoner, müthiş başarılı bir insan. Ama  tabii babamla bizim aramızda bir fark olduğu da muhakkak. Sonuçta bir iş-adamı olarak basın sektörüne cesaret ile girme kararını alan babam. Biz ise 2. nesil olarak bu sektörün içindeyiz. Dolayısıyla ciddi bir fark olması çok doğal.

Ülkeme inanıyorum potansiyel müthiş
- Türkiye’yle ilgili iki ayrı başlık açsak, bir tarafa endişeler bir tarafa umutları koysak, altlarına neleri sıralarsınız?

Benim en büyük endişem, Avrupa’nın da katkısıyla Türkiye’nin AB’den giderek uzaklaşıyor olması.

- Eksen kayması mı?

Hayır, bence dış politikada eksen kaymasından söz etmek çok doğru değil. Öyle görünse de bence yapılanların hepsi doğru açılımlar. Türkiye’nin faydasına olan açılımlar. Ama bir yorgunluk var, bir reform yorgunluğu var. Bir türlü eski motivasyonu sağlayamıyoruz.

- Kopenhag kriterleri, yoksa Ankara kriterleri olur mu?

Hayır bana göre olmaz. Kaldı ki böyle bir şeye gerek de yok. Bize bir road map lazım o da önümüzde duruyor. Biz de ona dört elle sarılmalıyız.

- İkinci endişeniz?

Şu endişem var; Türkiye siyasetin sivilleşmesinde çok yol kat etti. Bunu pozitif haneye yazabilirsiniz, ama liberal demokrasi de çok önemli. Onu  içimize sindirebilmek, hücrelerimizde hissedebilmek, birey olarak demokrasiyi içselleştirmek, sisteme bunu oturtabilmek gerekiyor. Bana göre bunun öncelikli şartı da parti içi demokrasi.

Bülent Tanör’ün TÜSİAD için hazırladığı o ünlü raporunda yazdıklarının çoğu gerçekleşti. Gerçekleşmeyenler ise siyasi partiler yasası ve seçim yasasındaki değişiklikler. Nasıl oluyorsa yıllardır tüm iktidar ve muhalefet partilerinin üzerinde hemfikir oldukları tek konu bu kanunları çıkarmamak.

- Üçüncü bir endişeniz var mı?

Kutuplaşma var.  Birçok şeyde artık daha fazla mutabakata varmış olmamız, toplumsal reflekslerimizin hiç değilse ana birkaç konuda aynı olması lazım diye düşünüyorum. Ama  değil mutabakat, aradaki makasın gittikçe açıldığını görmek beni üzüyor, kaygılandırıyor. Peki ümitsiz miyim? Hiç değilim. Bunu aşacak mıyız? Tabii ki aşacağız. Ama asıl olan zaman kaybetmemek. Daha zor aşılabilir hale getirmemek.

- Umut başlığının altına ilk birinci maddeniz ne olabilir?

Önümüzdeki yirmi yılda kişi başı gelir düzeyi 30 bin dolara gelmiş, kadınlarımız daha fazla iş hayatının ve sosyal hayatın içinde, çocuklarımız daha iyi bir eğitime sahip, sağlık konusunda, sosyal güvence konusunda Türk vatandaşları da AB vatandaşları standartlarında. Daha özgür, daha demokratik, daha müreffeh bir Türkiye.

- Bu dedikleriniz olabilecek şeyler mi sizce?

Niye olmasın? Türk halkına inanıyorum ben. Müthiş bir potansiyel var Türkiye’de. Bu kadar pozitif, müteşebbis ve dinamik toplumu bir Amerika’da görüyorum, bir de Türkiye’de. Tabii onların muazzam bir eğitim sistemi var, biz o konularda daha alfabenin başındayız, ama işadamları hep pozitif bakıp, ümitli olmak zorunda. Ümit olmasa yatırım  yapar mıyız; hiçbir şey yapmamamız lazım. Dolayısıyla ben de umutluyum, Türkiye’de güzel şeyler olacak. Ülkeme inanıyorum.



Bu haber 827 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,874 µs