En Sıcak Konular

Cellâdın örümceğe benzer kıllı elleri…

0 0 0000 00:00 tsi
Cellâdın örümceğe benzer kıllı elleri… Bu bir elin hikâyesi… Gencecik çocukları darağacına göndermek için kalkan, idam infazını onaylamak için oy veren bir elin… “Deniz”leri zaptedeceğini sanan ve bir köşe yazarına göre üzerinde kan izi olan bir elin, Demirel’in h

Saddam’ın idamı, büyük gazetelerin Türkiye tarihinde kara leke gibi duran yerli idamları hatırlamasına vesile oldu. Adnan Menderes’e idam öncesi yapılan psikolojik ve fiziki işkencenin ayrıntıları, “Türkiye’nin Kerbela’sı Yassıada’dır” açıklamaları, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamıyla ilgili acı detaylar… Yusuf’un pencereden Deniz’in son nefesini verişini izlemesi, Yusuf infaz edilirken de, Hüseyin’in odaya getirilişi ve onun da Yusuf’un infazını saniye saniye görmesi…

Yakın tarih idamlarıyla ilgili fikir beyan edenlerden biri de Süleyman Demirel’di. 31 Aralık 2006’da “bayram konuğu” olarak Hürriyet’e bir demeç veren Demirel, Adnan Menderes’in idam edildiği gece kendini çok kötü hissettiğini ve ağladığını belirtti. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamının infazı için bizzat Meclis’te oy veren Demirel, o idamlarla ilgili ise “O bizim elimizde değildi, bizim işimiz değil o” dedi.

İşte tam da bu noktada Sabah Gazetesi’nden Ergun Babahan devreye girdi ve sazı eline aldı.
iyibilgi tarihi bir belge niteliği taşıdığı için, Demirel’in Hürriyet röportajının “gerekli” bölümünü ve ardından Ergun Babahan’ın kaleme aldığı yazıları ve Demirel’in bu yazılara yanıtlarını kronolojik olarak vermeyi uygun görüyor.

Demirel’in Hürriyet röportajının ilgili bölümü (31 Aralık 2006)

Adnan Bey idam edildiği gece ne hissetiniz?

İdam edildiği gece çok kötü şey hissettim. Yani sana söyleyeyim ağladım. Çok nadiren ağlamışımdır bütün ömrümde. Şimdi bak kaç sene geçmiş aradan, 46 sene, hâlâ aklıma geldikçe gözlerim yaşarır. Böyle şey olur mu ya? Olur mu böyle şey? Ve yalnızca Adnan Bey değildi Türkiye’de idam edilen. Hangi başvekil gelecek de, cesaretle iş yapacaktı?

Peki bu kadar üzüldünüz, Deniz Gezmiş olayında idam kararı nasıl çıktı o Meclis’ten?

O bizim elimizde değildi, bizim işimiz değil o. O günkü hadise anarşinin başlangıcıydı. Anarşinin başlangıcında Meclis eğer o görevi yerine getirmese, askerler zaten yapacaklarını yapacaklar. Biz rejimle Meclis’i kurtarmaya çalışıyoruz. Bugün tamamen başka. Geldik yine icabı zaman...

Adnan Menderes’in intikamı Deniz Gezmiş’le mi alınacaktı?

Uyduruk bir şey o. Tamamen ayrı bir şey. O günkü şartlar, o günkü icapları gerektirmiştir. Bugün olsa başka şekilde olurdu. Bugün çünkü o meseleler başka istikamete kaymıştır. Biz hálá yani devletin yıkılıvereceğinden, ülkenin karışabileceğinden korku içindeydik.

Ve Ergun Babahan’ın yazıları... (2-10 Ocak 2007)

Elinizde kan izi var Süleyman Bey (2 Ocak 2007, Sabah)

Sözler suya yazılan yazı gibidir. Söylersiniz uçar gider. Oysa belgeler hep kalır.
Onun için tarih diye bir bilim dalı vardır. Tarih size hem geçmişi anlatır, hem de sizi yargılar.
Cumhurbaşkanlarının 9'uncusunun Hürriyet'e verdiği demeci okurken bunu düşündüm.
Ne diyordu Sayın Süleyman Demirel, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamıyla ilgili soru üzerine bir hatırlayalım:
"O bizim elimizde değildi, bizim işimiz değil o. O günkü hadise anarşinin başlangıcıydı. Anarşinin başlangıcında Meclis eğer o görevi yerine getirmese, askerler zaten yapacaklarını yapacaklar. Biz rejimle Meclis'i kurtarmaya çalışıyoruz. Bugün tamamen başka."
Kusura bakmayın ama yalan.
O dönemi hatırlamayan gençler için kısaca hatırlatayım. 12 Mart'ta muhtırayı yiyince memleketi değil ama kendinizi kurtarmak için iktidardan kaçtınız. Menderes'in akıbetine uğramaktan korktunuz.
Türkiye'nin üstüne açık faşist rejim geldi, çöktü.
Faşist yönetimin ilk işi, sizin meydanlarda "Bu anayasa Türkiye'ye lüks" diye bağırdığınız 1961 Anayasası'nı budamak oldu.
Demokratik hak ve özgürlüklerin aleyhine.
O rejimin onayladığı sıkıyönetim mahkemeleri, işkenceyle, baskıyla alınmış ifadelerle aydınları, gençleri hapishanelerde çürüttü.
Yine o emir-komuta zinciri altında iş yapan sıkıyönetim mahkemeleri, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ı yargıladı.
O zamanki anayasa hükmü gereği, idam kararları Meclis'e geldi.
Tarih karşısında sorumlu olduğunuz an bu andır Sayın Demirel ve tarih önünde gerçeği söylemediğiniz an.
O Süleyman Demirel, demokratik hak ve özgürlüklerin karşısında, halkın karşısındaydı.
O Demirel askere yaranmaya çalışıyordu.
O Demirel, idamlarına ağladığını iddia ettiği Adnan Menderes'in infazının rövanşını üç gencin cenazesi üzerinden almak istiyordu.
Tarih tanıktır ki, İnönü ve Ecevit de bu memleketi, demokrasiyi en az sizin kadar düşünüyor ve seviyordu.
Ama onlar idamların engellenmesi için çalıştı.
Sizse Deniz ve arkadaşlarının asılmasının lobisini yaptınız.
Ölümün sözcülüğünü yaptınız. Demokrasiye ihanet ettiniz. Biraz dik dursaydınız, akıbetleri hakkında karar verdiğiniz gençleri koltuğunuz kadar sevseydiniz, o kararlar o Meclis'ten çıkmazdı.
Oylamada grubunuzun idama "Evet" deyip demediğini denetlemek için bir yandan ölümleri onaylamak için elini havalara kaldırdınız, bir yandan da vekillerinizin ne oy verdiğini kontrol ettiniz.
O üç ölümün kanı elinizde Sayın Demirel.
Tarih sizin için şöyle yazacak: Üç gencin faşist rejim tarafından katli için şahsen çırpınan eski cumhurbaşkanı ve başbakan.

Demirel'in mektubu (5 Ocak 2007, Sabah)

9'uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamıyla ilgili yazıma bir mektupla yanıt verdi. Aşağıda o mektubu okuyacaksınız.
Amacım yakın tarihi tartışmak ve olayları aydınlatmak. Elbette kimileri üzülecek, kızacak. O olaylar yaşanırken de unutmayın çok insan üzüldü, öfkelendi.
Demirel'in yanıtına yanıtımı yine bu köşede okuyacaksınız.
"Sayın Babahan, Sabah Gazetesi'nin, 2 Ocak 2007 tarihli nüshasında neşredilen, "Elinizde kan izi var Süleyman Bey" başlıklı yazınızı okudum. Üzerinden 35 sene geçmiş bir hadiseyi, anlaşılan "nasıl olsa unutulmuştur" diye, alabildiğine çarpıtmış ve bir takım suçlamalara girişmişsiniz. Geçen 35 sene zarfında, sizin söylediğiniz sözü kimse söylemedi. Olayları hatırlayalım:
Benim Genel Başkanı bulunduğum Adalet Partisi, 10 Ekim 1965 seçimlerinde, % 53.2 oy alarak tek başına iktidar oldu. Bu iktidarı, 1969 Ekim Seçimleri'ne kadar sürdü. Adalet Partisi, bu seçimlerde de % 46.7 oy alarak, tek başına iktidarını yeniledi. Bu iktidar da, 12 Mart 1971 tarihine kadar sürdü. 1965-1971 yılları içerisinde Türkiye, % 5 enflasyonla ortalama % 7 kalkınma hızını sağladı.
Bugün hâlâ kullanılmakta olan pek çok tesis, bu dönemden kalmadır. Buna rağmen, 12 Mart 1971 günü, Silahlı Kuvvetler Komuta Heyeti, Parlamento'ya, Hükümet'e ve Devlet'e bir Muhtıra verdiler. Bu Muhtıra'da; " Parlamento ve Hükümet, süregelen tutum ve davranışı ile, ülkeyi uçurumun kenarına getirdiler" denilmekte, hükümetin istifası istenmekte, yeni bir hükümet kurulması talep edilmekte ve bunlar yapılmadığı takdirde, Meclis'in kapatılabileceği ima edilmekteydi.
Görülüyor ki, bu, sadece Başbakan olarak benim, başında bulunduğum Hükümet ve Siyasi Parti'nin değil; topyekûn, Ülke'nin ve Devlet'in meselesiydi. Muhtıra'yı Cumhurbaşkanı aldı, Hükümet'e gönderdi, Meclis ve Senato Başkanları aldı, Genel Kurulları'na okudular. Hükümet'se, bu Muhtırayı Anayasa ile bağdaştıramadığını ifade ederek, yani, bir Anayasa ihlali söz konusu olduğunu ima ederek, istifa etti.
Muhtıra, bir büyük rejim meselesiydi. Ülke, bunun karşısında, hemen hemen tümüyle sessiz kaldı. Anayasa'yı, hak ve özgürlükleri, istifası talep edilen bir hükümet olarak biz nasıl koruyacaktık? Şimdi, "korumadınız" diye şu veya bu şekilde bizi itham etmektesiniz. Siyaset imkân sanatıdır. Bir tarafta siyaset, öbür tarafta kuvvet olmaz.
Nitekim, daha evvel ve daha sonra da böyle oldu. Daha sonra, bir Hükümet kuruldu, adına "Beyin Kabinesi" dendi, böylece Meclis, Muhtıra'nın gereğine uydu, kapanmaktan kurtuldu. 11 ay devam eden bu Hükümeti takiben 2 Hükümet daha kuruldu.
1973 Seçimleri'ne gelindi. Biz, Adalet Partisi olarak, Muhtıra'yı takiben kurulan ve 1971-1972'de ülkeyi yöneten, Sayın Erim ve Sayın Melen Hükümetleri'nin icraatlarının hiçbirisinin sorumlusu değiliz. Veyahut o dönemlerde olup bitenlerden de sorumlu değiliz. Bu bir ara rejimdir, biz sadece olayın mağduru olmakla beraber, Parlamento ve Rejim'i kesintiye uğramaktan kurtarmışızdır.
Sayın Babahan,
Meclis çoğunluğuna sahip olmamıza rağmen, elinden "Siyasi İktidar" alınan biziz. Bizi, "şunu yapmadılar, bunu yapmadılar" diye suçlamak mümkün mü? Hem Türkiye şartlarında, "Darbeye karşı çıkmadılar, bastırmadılar" diye suçlamak, ne kadar insafla bağdaşır?
Türkiye'de idam cezalarını mahkemeler verir. Bu mahkemeler, ister askeri, ister sivil olsunlar, Anayasa ve Hukuk'un kurumlarıdır. Mahkemelerin kararı temyizden geçer, bütün kademelerde onay gördükten sonra, suç sabit görülüp, hüküm kesinleşmişse, idam kararları T.B.M.M.'ne gelir. T.B.M.M., bu kararların temyiz mercii değildir. T.B.M.M., mahkeme değildir. Sadece, kararı tasdik eder. Geri çevirdiği, hemen hiç görülmemiştir.
T.B.M.M. üyeleri de kullandıkları oydan dolayı suç işlemiş sayılmazlar. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan olayı da böyle cereyan etmiştir. Kararların tasdikinde grup kararı alınmaz. Bu kararları veren mahkemeler ve mahkemelerin verdiği kararı Meclis'e sevk eden Hükümet, T.C. Devleti'nin kurumlarıdır. Bir çok kötülemeler yüklediğiniz ve elinden Hükümet alınmış ben ise; o tarihte, Başbakan değil, sadece T.B.M.M.'nin bir üyesiyim. Siz bütün sistemi sorguluyor, aklınızca kusurlarını bana yüklüyorsunuz. Böylece çok büyük haksızlık yapıyorsunuz.
Bu olayla, merhum Menderes'in rövanşının alındığı iddiası ise; çok büyük bir yalandır. 12 Mart Muhtırası ile gelen rejim hakkında, en ileri ve sert değerlendirmeleri de ben yaptım. Ve, her şart altında "Demokrasi Savunuculuğu" yaptım.
Sayın Babahan
O tarihten sonra ben çeşitli zamanlarda halkın önüne çıktım. 1973 Seçimleri'nde % 29, 1977 Seçimleri'nde % 38, 1979 Ara Seçimleri'nde % 50'ye yakın oy aldım. 1975'de 1977'de, 1979'da Hükümetler kurdum. 1987'de Referandum kazandım. 1991'de tekrar Hükümet kurdum. 1993'de de Cumhurbaşkanı seçildim. 2 defa Müdahale'ye muhatap oldum. Hiç kimse bana ve benimle beraber sorumluluk taşıyan arkadaşlarıma BİR DAMLA KANIN, BİR DAMLA GÖZYAŞININ, BİR KÖR KURUŞUN HESABINI sormadı. Onun içindir ki, sizin bana "Kan Lekesi" bulaştırmaya kalkmanız, bir yalan ve iftiradır.
Teessüflerimle"
Süleyman Demirel

Demirel'e yanıt (6 Ocak 2007, Sabah)

9'uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan' ın idamıyla ilgili yazıma yanıtını dün bu sütunlarda okudunuz.
Benim için en çarpıcı kısım, Demirel'in üç gencin hukuka aykırı biçimde, siyasi bir kararla asılmasına hâlâ sıradan bir olay, adi bir vaka gözüyle bakması, en küçük üzüntü belirtisi göstermemesi oldu.
Görünen o ki Sayın Demirel 35 yıl önce üç gencin asılmasına eli titremeden evet demiş, aradan geçen bunca yılda da en küçük bir vicdan azabı çekmemiş. İnsanlık temelinde bu ruh halini anlatmak kolay değil benim için.
Baştan başlayalım.
1971 faşist darbesi ve o darbenin kukla mahkemeleri bu ülkenin üç gencini sudan sebeplerle idama mahkûm etti.
Anayasa gereği bu karar son aşamada Meclis'e geldi ve CHP'nin karşı çıkışına rağmen başta AP olmak üzere sağ partilerin oylarıyla onaylandı.
Sayın Demirel, bu idama oy verenler arasındaydı.
O gençler asıldığında yaşları 2425 arasındaydı. Onlar dönemin devrimci gençliğinin lideriydi.
Türkiye'nin ABD tarafından sömürgeleştirildiğine ve tam bağımsız bir Türkiye için 2'nci bir bağımsızlık savaşı verilmesi gerektiğine inanıyorlardı.
Dönemin ruhuna uygun olarak bunun Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu tarafından yapılacağını düşünüyorlardı.
Topu topu 30-40 kişiydiler. İşledikleri suç biriki gasp ve adam kaçırmadan ibaretti.
Demirel ise sıradan bir milletvekili değildi, Adalet Partisi Genel Başkanı idi.
Dönemin gazetecilerinin anlatımıyla, o gün Meclis'te kendisi evet demekle kalmamış, oy verirken arkasına dönüp bakarak grubun nasıl oy kullandığını denetlemiştir.
Demirel faşist darbecilerle işbirliği yapıp idamların onayıyla kalmamış, bu üç gencin idamına karar veren mahkemenin başkanı Ali Elverdi'yi Adalet Partisi'nden, mahkemenin savcısı Baki Tuğ'u Doğru Yol Partisi'nden Meclis'e sokmuştur.
Dönemin işkenceci komutanı Faik Türün'ü İstanbul'dan senatör adayı yapmış, ancak Türün sandıktan çıkamamıştır. (Demokrasiyi savunmak adına tuhaf bir yöntem.)
Gelelim Sayın Demirel'in oy sayılarına.
Ben Demirel'in seçimleri gayri meşrudur demedim. Demirel'in elinde üç gencin kan izi var dedim ve hâlâ sözümün arkasındayım.
Sayın Demirel bu ülkede ne yapıp yapmadığınızı tarih elbette yargılayacak.
Benim yaptığım hayatınızın bir gününü, hatta bir saatini, o saatin belirli bir anını sorgulamak.
Ben kukla bir mahkemeden çıkan kararla üç genci ölüme göndermek için kaldırılan eli, o elin havaya kalktığı anı sorguluyorum.
Siz Meclis kararı formalite diyorsunuz. Siz o gün hayır oyu verseydiniz o çocuklar asılır mıydı, bunun cevabını vermiyorsunuz.
Çünkü biliyorsunuz ki, Meclis'ten çıkacak red oyu bu infazları engellerdi.
Ama siz infazdan yana oldunuz hayattan değil.
Meclis'in geri çevirdiği idam kararı yok diyorsunuz.
Soruyorum size o kararların kaçı bağımsız mahkemelerden verilmiştir, kaçı faşist sıkıyönetim mahkemelerinden.
Kaçı adi suçlara ilişkindir, kaçı tamamen siyasidir.
Siz de çok iyi biliyorsuuz ki, Meclis'in o dönem onayladığı tek siyasi idam kararı budur.
Siz dönemin siyasi figürü olarak bu kararlara karşı çıkma yürekliliği göstermediğiniz ve bugün de bu idamlara sıradan olay muamelesi yaptığınız için sorumlusunuz.
Ben de size teessüf ederim.
Üç genç adamın haksız yere idam sehpasına gidişine evet dediğiniz için teessüf ederim.
Aradan 35 yıl geçtikten sonra bundan dolayı üzüntü duymadığınız için teessüf ederim.
Anayasayı tankla, topla, uçakla ihlal, ilga eden darbecilerle işbirliği yapıp onları yanınızda Meclis'e taşırken 35 tabanca ve tüfek sahibi genci anayasayı ihlal suçundan astırmayı tercih ettiğiniz için teessüf ederim.
Yaşamın yanında olmayıp ölümü tuttuğunuz için teessüf ederim.
12 Mart ve 12 Eylül'de işkenceden geçen, düzmece mahkemelerde mahkûm edilen, ölen, öldürülen binlerce genç adına teessüf ederim.

Vicdanlarda mahkûmsunuz (9 Ocak 2007, Sabah)

Demirel'in Hürriyet'e verdiği demece ilişkin yazdığım yazı ve Demirel'e cevabıma okurlardan çok sayıda mesaj geldi.
Benimle aynı fikri paylaşanlar olduğu gibi, yazımı eleştirenlerin de olduğunu gördüm.
Eleştirilerde birinci nokta, THKO örgütlenmesinin mantığı, gücü ve işlediği suçlara ilişkin değerlendirmelerim üzerineydi.
Bu değerlendirmelerimin, "THKO ve lider kadrosunun yaptıklarını, yürürlükteki yasalar karşısında suç değilmiş" gibi ele aldığım gibi bir yaklaşımla "yanlış" algılandığını gördüm.
Dolayısıyla bu konuya açıklık getirmenin gerekli ve yararlı olacağını anladım.
Eleştirilerdeki ikinci nokta ise neden sadece Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını ele almakla yetindiğim, örneğin Menderes ve arkadaşlarının idamına yönelik değerlendirme yapmadığıma yönelik.
Bu konuya ilişkin değerlendirmelerimi daha sonra sizlerle paylaşacağım. Bugün için eleştirilerdeki birinci noktaya açıklık getirmek istiyorum.
Elbette Deniz Gezmiş önderliğindeki THKO dahil olmak üzere, Mahir Çayan liderliğindeki THKP-C, İbrahim Kaypakkaya yönetimindeki TİKKO gibi yasadışı örgütlenmeler ve bu örgütlerin yaptığı eylemlerin Türk Ceza Kanunu'na göre suç oldukları açık bir hukuki gerçektir.
Ancak tartıştığım nokta, suçun ve cezanın niteliği üzerinedir.
THKP-C ve TİKKO'yu bir tarafa bırakıyorum ama Deniz Gezmiş ve arkadaşları, hiçbir insan öldürmedi.
Benim "30-35 kişilerdi ve 35 tabanca ve tüfekleri vardı" derken ifade etmek istediğim husus, silahlı örgütlenmeyi masum göstermek değil, ama mahkûm edildikleri 146'ncı maddenin, yani Anayasa'yı ihlale teşebbüs maddesinin, bu tarz bir kapasiteyle işlenebilecek bir suç olmadığına işaret etmekti.
Elbette ki, 30-35 kişilik, 35 tabanca ile tüfekten oluşan bir örgüt, gasp ve adam kaçırma eylemi yaptığı zaman, bunun TCK'da bir karşılığının olması gerekirdi.
Nitekim vardı da.
Bu tip bir eylem o dönem itibariyle, olsa olsa TCK'nın 168. maddesindeki "Silahlı çete" suçunu oluşturabilirdi. Bunun da cezası 10 yıldan başlamak üzere ağır hapis cezasıydı.
Ancak dönemin sıkıyönetim mahkemesi, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını hukukta olması gereken, "amaç ile suça ulaşmak için kullanılan uygun vasıta" ilişkisini hukuken doğru yorumlamadığı için TCK 168 yerine 146'ncı maddeden idam cezası ile cezalandırmayı uygun görmüştü.
Nitekim aynı dönemde Ankara 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi ile Askeri Yargıtay'dan bazı hâkimler de benzer bir davada bu gerçeğe işaret ederek, işlenen suçun 146 değil, 168'inci madde kapsamına girmesi gerektiğine işaret etmişlerdi.
Fakat faşist 12 Mart yönetimi, olaya bu şekilde bakan mahkemeye tahammül edememiş ve söz konusu mahkemeyi lağvetmişti.
Bu işin hukuki cephesi. Siyasi cephesine gelecek olursak... Ben Sayın Demirel'in ve idama oy veren milletvekillerinin bu idamlara el kaldırarak, idamların İNFAZININ sorumluluğunu üstlendiklerine işaret ettim.
Bırakalım sıkıyönetim mahkemesinin bağımsız bir mahkeme olup olmadığını bir tarafa, ki başkanı hâkim olmayıp asker ve tuğgeneral olan ve sıkıyönetim komutanlarının emrinde olan bir sıkıyönetim mahkemesinin bağımsız mahkeme olarak adlandırılamayacağını, hukuk mantığına sahip, tabii hâkim ilkesinin ne demek olduğunu değerlendiren herkes rahatlıkla kabul edecektir.
Bağımsız dahi olsa bir mahkemenin verdiği kararın idam cezası olması durumunda Meclis'ten geçirilmesinin mantığı, idam cezasının aynı zamanda özelliği itibariyle siyasal bir muhteva da taşımasından kaynaklanıyor.
Bu sebeple mahkemeden verilen idam cezasının her halükârda onaylanması gerektiği iddiasının inandırıcılığı yoktur.
Verdiğiniz oy cezanın idam olarak infaz edilip edilmemesine ilişkindir.
İnfaza oy vermediğiniz takdirde, hükümlünün serbest kalması gibi bir şey söz konusu olmayacaktı.
Adı geçen kişiler hükümlü olmaya devam edecekti.
Sayın Demirel,
Siz, oylamada "evet" oyunu kullanarak idamın infazını kabul ettiniz.
Dolayısıyla, söz konusu kişilerin idamlarının ve hayatlarını kaybetmelerinin sorumlusu sizsiniz.
Bugün size yönelik eleştirilerimiz de, idamdaki siyasi sorumluluğunuza ilişkindir.
Bu yönüyle de vicdanlarda bu sorumluluğu taşımaya devam edeceksiniz.

Süleyman Demirel'in gönderdiği yeni cevabı, yarın yayımlayacağım.

Demirel'in yeni yanıtı (10 Ocak 2007, Sabah)

SAYIN Babahan,
Gerek 12 Mart 1971, gerekse; 12 Eylül 1980 tarihli müdahalelere muhatap olmuş Hükümet'in Başkanı olarak, bu müdahaleleri savunmaya beni mecbur edemezsiniz. Ancak, 5000 insanımızın hayatına mal olan bir anarşi döneminde, ülkede, huzur ve sükûnu sağlamak için gayret sarf eden kanun uygulayıcılarını topyekûn kötülemeye kalkmanız düşündürücüdür.
Bir defa daha tekrarlayayım ki; T.B.M.M. mahkeme değildir. Oraya yargının verdiği kararlar gelir ve onaylanır. Onaylanmaması hali, rejimin temel prensibi olan kuvvetler ayrılığına aykırı olur.
Bağımsız Mahkemeler'in verdiği kararların icra edilmediği veya edilemediği bir ülkede, devleti ayakta tutmak mümkün değildir. Meclislerin 'Af Yetkisi' bundan müstesnadır. Yanıt diye bana verdiğiniz cevapta, sizin " şapla şekeri karıştırdığınız " anlaşılıyor.
"Devrimci Gençlik, Türkiye için II. bir Bağımsızlık Savaşı verilmesi gereğine inanıyormuş" şeklindeki bakışınız; 2 askeri müdahaleye ve 5000 canın kaybına sebep olan düşüncedir. Bu düşünce ise, meşru devlet düzeninin değil, anarşinin yanında olmaktır.
O zaman bataktan çıkamazsınız. 12 Mart Sonrası Dönem'de ben; ne kraldım, ne padişahtım, ne diktatördüm, ne de keyfine göre hareket ederek, insanlara zarar verecek bir güce sahiptim .
His istismarı yaparak, üzerinden 35 sene geçmiş bir olayla beni irtibatlandırmanızın ve beni suçlamanızın hiçbir mantıki gerekçesi yoktur. T.B.M.M.'de oy kullanan milletvekilleri kendi hür iradeleri ile hareket etmişlerdir. 'Arkamı dönüp talimat verdiğim' hususu da safsatadan başka bir şey değildir.
Bir devirle hesaplaşmak istiyorsanız; burada olayların mağduru olan bana sıra gelinceye kadar, sabah olur. Tekrarlıyorum; " Benim ve benimle beraber görev yapmış bulunan arkadaşlarımın, 'başları dik, alınları ak, elleri tertemizdir. " Beni eli kanlı olmakla itham etmek, bir hezeyandan başka bir şey değildir.
" Yel kayadan ne aparır ?"
Teessür ve teessüflerimle

Okurun Demirel'e yanıtı (10 Ocak 2007, Sabah)

- "HER türlü sorumluluk gibi siyasi sorumluluk da bireylerin seçme şansları olduğu anda başlar. Demirel seçme şansı olduğu birçok konuda olduğu gibi, bu insanların idamını onaylarken doğru olanı, insani olanı değil, kendi siyasi istikbalini tercih etmiştir.

- "Sevgili Babahan kocaman sarılıyorum, kocaman. Öylesine içten, bir kardeş sarar gibi sıcak, bir dost koklar gibi taze. Ve bir de öpüyorum içten mi içten bir Deniz, ve İnan, bir Aslan için..."

- "Sizi gencecik hayata veda eden 3 gencin ve daha nicelerinin adına saygıyla selamlıyorum."

- "Yazınızı okurken gözlerim doldu. 35 yıl önce hiç de tarafsız olmayan faşist bir mahkeme kararı ile asılan gencecik insanlar için yazdığınız yazınızı okurken demokrasi adına yapmış olduğunuz o vurgulardan dolayı sizi yürekten tebrik ederim."

- "Bu zamana kadar siyasi çıkarları uğruna hiçbir liderin seslendiremediği hatta ağzına bile almaya cesaret edemediği sözleri büyük bir yüreklilikle yazdınız ve benim gibi gençliği hoyratça hırpalanan ve yok edilen 68 kuşağını mutlu ettiniz."
 
- "Size teşekkür mesajı atmak istemiştim fakat gözyaşlarımı bastırmaktan yazamıyorum."
"Kaleminize ve yüreğinize sağlık... İdamlar konusunda yazdığınız her kelime önemli bir miktar insanın düşüncelerini yansıttı."

- "Yapılanların unutulacağını düşünenlere, kendilerini günahsız ilan edenlere, elleri kan içinde olup da tertemizim diye gezip, itibar görenlere, benim verdiğim vergilerle beslediğimiz diktatörlere verilmiş bir yanıt olarak algılıyorum yanıtınızı."
 
- "Aslında asılarak yaşamdan koparılan bu üç fidan değil, ülkemizin geleceğinin de infazı anlamına geldiği bilinen gerçek. Devamında 12 Eylül ile de bu pekiştirildi ve suskun bir hal içinde sözde yaşamaya çalışan bir topluluk olduk."



Bu haber 3,194 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,928 µs