Engin Ardıç
0 0 0000
Onları Yeşilçam yedi
Türk filmlerinde oynayanların 'kostümlerini kendileri getirmek' zorunda olduklarını ilk duyduğumda dehşete kapılmıştım, güleyim mi, küfür mü edeyim, bilememiştim.
Işık çalışması yapılamıyordu, çünkü vakit yoktu. Dekor çalışması da yapılamıyordu, çünkü hem vakit yoktu hem para. Kamera çalışması yapılamıyordu, 'chariot' ve 'dolly' bilinmiyor, 'tripod' kullanılıyordu. Senaryo çalışması yapılamıyordu, eğitim yoktu. Oyunculuk çalışması yapılamıyordu, 'dublaj' vardı. Yapım yapılamıyordu, sermaye yoktu, para altın dişli taşra işletmecisinden 'avans' şeklinde geliyor, çark onunla dönüyordu. Ücret de yoktu, altı ay vadeli senet vardı, çekler de karşılıksız çıkmak üzere!
Attila İlhan'ın bir Yeşilçam tanımı vardır: 'Lumpenlere, lumpenler tarafından yapılan sinema'... Benim de aklıma Yeşilçam deyince dön dolaş 'salaş' kavramı geliyor.
Niçin 'Türk filmi' deyimi yıllar yılı kötü, kelek eserler için kullanılan horgörücü, aşağılayıcı bir laf olmuştur acaba?
Bu salaş dünyada iki çeşit insan vardı; 'esnaf' ve kaba tanımıyla 'solcular'.
Esnaf, rezilin bayağısı filmler üretiyor ve bunu varoşlara pazarlıyordu; yüzlerce, binlerce film, üzerlerine işemeye bile değmeyecek kadar berbat paçavralardı. Bu adamlar iyi para kazanıyorlar ama sinemaya yatırım yapmıyorlar, han yaptırıyorlar, metreslerine kürk alıyorlar, kumar oynuyorlardı. Sinema üretip satıyorlardı ama aynı gönül rahatlığıyla makarna da, domates de, ceket de satabilirlerdi... Bir yapımcının, iyi senaryolar yazmak için çırpınan Orhan Kemal'e şaka yollu çıkışmasını hiç unutmam: Ben Maarif Vekaleti değilim kardeşim, tüccarım!
Solcular da, solcu olmanın, iyi sinema yapmış sayılmak için 'gerekli ve yeterli' olduğu kuruntusundan bir türlü kurtulamadılar. Çoğu yeteneksiz adamlardı, hem de cahil... Solculuğu kendi çapsızlıklarına kalkan yapmışlar, o kaleye sığınmışlardı. Dayanışma gayretiyle birbirlerine de toz kondurmadılar, ağzını açanı afaroz etiler. Eleştirmek cüretini gösterene düşman kesildiler. Köylülükten şehirliliğe de tam geçememişler, iki arada bir derede kalmışlardı, okumazlar, demsiz çay severler, okey ve atyarışı oynarlardı. Çoğunun başını, aç karnına içtikleri rakı yedi.
Oysa kral çıplaktı, çirkin kral da, yakışıklı kral da...
İşte bu sefil ortamda kuyrukluyıldız gibi parlayıp sönen adamlar vardır: Atıf Yılmaz, Lütfi Akad, Halit Refiğ, Metin Erksan, az buçuk mürekkep yalamış herkesin ilk sayacağı isimler.
Yetenekli, iyi niyetli, dürüst adamlardı bunlar. 'Bir şeyler yapabilmek için' çırpındılar.
Şöhret kazandılar, çoğu para da kazandı ama başarı kazanamadılar.
Çünkü Yeşilçam bırakmadı.
Yeşilçam onları, çektikleri her bir iyi filme karşılık elli de kötü film çekmeye zorladı.
Bu adamların ara sıra saman alevi gibi parlayıp sönen eli yüzü düzgün filmleri de Kapıkule'den çıkınca buharlaşıyordu. 'Yurtdışı' kavramı da alt tarafı 'Almanya'da yaşayan köylü müşteri' kavramıyla sınırlı kaldı.
Yeşilçam, bırakın 'sanat filmi' diye dalga geçilen A serisini, B serisi bile üretemedi ki...
Salaştı. Çünkü eski Türkiye salaştı.
Sonra eski Türkiye öldü. Yeşilçam da öldü. Yeşilçamcılar da birer ikişer gittiler, gidiyorlar.
Yeni Türk sineması artık çok daha az sayıda ama 'temiz' filmler üretiyor. Fakat 'dışarıda' gene yok, dünya çapında ses getirmek için ille bir 'Alamancı'dan' medet umuluyor, ya da 'eşcinseller aleminin' özel piyasasında kendini kanıtlamak gerekiyor... (Diğer mafyaya, Yahudi sinema mafyasına sunacak gayrımüslim sanatçımız hiç yok.)... Yeni Türk sineması, henüz bir Pedro Almodovar bile çıkarmış değil.
Geçen gün yitirdiğimiz sevgili Atıf Abi, iyi yürekli, güleryüzlü bir adamdı. İçi dışı pırıl pırıldı. Dürüsttü, yetenekliydi, çok çalışkandı. Nur içinde yatsın.
Bunları herkes yazacak söyleyecek de, Atıf Yılmaz'ın ve çok az sayıda diğer kişinin nasıl bir bataklıkta çiçek yetiştirmeye çalıştıklarını kimse dile getirmeyecek.
Yazık. Düzgün bir ülkede doğup yaşasalar büyük adamlar olacaklardı, burada ellerinde var bir hüzün. Çünkü 'treni kaçırmış bir milletin' sanatçılarıydı onlar.
Bu yazı 901 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
26 Eylül 2012
Tayyip gitsin de Hitler mi gelsin?
-
15 Ağustos 2012
Atraksiyon
-
29 Temmuz 2012
Akşam diyordun Abbas
-
23 Temmuz 2012
Özeleştirini yap Kemal arkadaş!
-
16 Temmuz 2012
Fransa'nın Kılıçdaroğlu'su
-
15 Temmuz 2012
Onları geri kazanalım
-
4 Haziran 2012
Ay birbirinizden farkınız mı vardı?
-
26 Mayıs 2012
İç savaş istediklerini söylemiştim
-
29 Nisan 2012
Coşku duyulacaaak... Duy!
-
13 Nisan 2012
Osmanlıca dersi de konulsun
-
8 Nisan 2012
Osmanlı'da garaj mes'elesi
-
23 Mart 2012
Hatırlayalım hatırlatalım
-
7 Mart 2012
''Haybeden Şef Gezisi''
-
29 Şubat 2012
Senin de adın Kemal
-
12 Şubat 2012
Lafının ardında dur
-
19 Ocak 2012
Aman oğlum, vururlar ha
-
6 Ocak 2012
Zurnanın zırt dediği yere henüz gelmedik
-
5 Ocak 2012
İlker Paşa bize de ifade versin
-
2 Ocak 2012
CHP'yi destekliyorum
-
19 Aralık 2011
Olmayanı olduramazsınız
Yorumlar
+ Yorum Ekle