Bilal Kemikli
0 0 0000
Ağırlıkları atmak
Hayat, bir yönüyle yol değil mi? Doğarak bu yola çıkıyoruz… Ve bir ömür yürüyoruz.
Yürürken uğradığımız duraklarda yükümüz de artıyor. Okul, eğitim ve öğretim derken iş hayatı, mevki ve makam, para, şan, şöhret; daha binlerce yük. Oysa uryan geldik, uryan gideceğiz; amma velakin, bu yol öyle bir yol ki, yolcuya yolculuğunu unutturuyor.
Unutmak, bir yönüyle, iyidir; hayatı zenginleştirir… Buradan bakarsanız, yük dediğimiz şey yahut şeylerin aslı itibariyle hayatı zenginleştirdiği söylenebilir.
Fakat bir yönüyle de unutmak, insanı asıl gayesinden alıkoyan tuzaktır; yükü ağırlaştıkça gayelerin gayesini unutur insan, o yükün altında ezilir.
Hayatı zenginleştiren yükler, zaman içinde nasıl da aynı hayatı yoksullaştırır, görürsünüz. Görürüz; zira hepimiz bunu yaşarız. Hepimiz; o yahut bu değil sadece, evet hepimiz, işimiz biraz yolunda değil ise, kaybetme korkusuyla hayatı zindana dönüştürürüz. Oysa işimiz yolunda, muktedir ve muteber isek keyfimize diyecek yoktur.
İşte insan bu… Tez sevinir, tez mahzunlaşır.
Hayır, maksadım hayat ve insana dair söz söylemek değil… Peki, bunca sözü neden söyledim? İnsanın işgal ettiği mevki ve makamı kendisine doğuştan verilen bir hak olarak görme telakkisine işaret etmek için.
Şöyle bir etrafınıza bakın lütfen…
Hayır, hayır, ona yahut buna değil, evvela kendinize bakın. Bakın, şunu göreceksiniz: Hangi makamı işgal ediyorsanız, onun ve daha ilerisinin sadece size ait olduğuna, o makamı ve mevkii ancak sizin dolduracağınıza kanisinizdir.
Modern iletişimciler, başarı için böyle düşünmenin ve hatta düşünmeden öte inanmanın gereği üzerinde duruyorlar. Bu yüzden bütün başarı hikâyelerinde bu kanaatin bir inanç olarak sunulduğuna tanık olursunuz.
Ben bu makama layık mıyım, diye soranlar elbette vardır. Fakat çoğumuz, bu makamı hak ettim de geldim edasındayız. Hak ettiğime göre, kimse beni buradan alamaz; e, emekli olana kadar koltuğun verdiği itibarı kullanırım, ondan sonrası Allah kerim, deriz. Hatta daha da ileri gider, müdürsek daire başkanlığı, daire başkanıysak müsteşarlık, müsteşarsak bakanlık rüyalarına kapılmayı da adet ediniriz… Ömür böyle gelip geçer.
Bari bulunduğumuz yerde hizmet etsek, oranın hakkını versek. Maalesef…
Birkaç yıl önce, bir mecliste konuşan dostlardan birisi, bir genel müdürden duyduklarını anlatmıştı da şaşırıp kalmıştım. Güya bu genel müdür, devrin başbakanının acil istediği raporları, en fazla iki günde tamamlaması mümkünken, işi savsaklamış ve iki ay sonra vermiş. Bunu övünerek anlatıyormuş… Neden? Zira o başbakan –ki Hak rahmet eylesin zarif bir insandı, ceberut olsa, o gece o raporu alırdı- pek sayın genel müdürümüzün kendi siyasi görüşünü temsil etmiyormuş.
Bunu duyduğumda şaşırıp kalmıştım… Bu millete hizmet edecek mevki sahiplerinin, hükümet kurmuş bir genel başkanı, tahkir ve tezyif ederek muktedir kılmama çabasına anlam verememiştim.
“Bunlar Ankara oyunları” demişti, soğukkanlılıkla sevgili dostum…
“Tam tersi de oluyor”, demişti dostum ve devam etmişti: “Eğer iktidar sahibi yetkilerini kullanır ve icabında gereğini yaparsa, o mevki ve makam sahipleri düne kadar ötelediği bu liderin adamı olarak sabah makamlarına otururlar.”
Soğuk bir Ankara akşamında, İzmir Caddesinde, Girgin’de bu mealde daha nice hikâyeler dinlemiştim…
Şimdi YÖK Kanun Taslağı konuşulurken, yeniden bunları düşündüm… Evet, üniversitede akademik kadrolar ve öğrenciler var; bunlara ilişkin taslaktaki maddeler konuşuluyor. Bir de idari kadrolar var; onlar nedense pek konuşulmuyor.
Yeri gelmişken söyleyeyim: Bazı genel sekreterler tanıdım, sanki o koltukta doğmuş, büyümüş ve hayata o koltukta veda edecekmiş gibi… (Dekan doğup, dekan ölmek isteyenler de var; ama konumuz bu değil.) Bunlar hep yukardan bakan, muktedir insanlar. Bazı daire başkanları ve fakülte sekreterleri de öyle. Rektör, seçiliyor, atanıyor, göreve geliyor; ama iş yapması için, kendisiyle uyumlu bir idari kadroya ihtiyacı var. Ona bu fırsatı kimse vermiyor. İşler haliyle tıkanıyor.
Taslakta bu konuya dikkat çekilmiş… Çok da iyi olmuş. Mahkeme kadıya mülk olmaz; kanun koyucu rektörü değiştiriyorsa, genel sekreteri ve diğer idari kadroyu da değiştirmeli.
Hatta şu olmalı: Genel sekreterlerden başlamak üzere, bütün üst düzey idari görevleri yenileyecek geçici bir madde kanuna konmalı.
Böylece üniversite bürokrasisi yenilenir, akademik hayat nefes alır.
Başa dönelim… Ne demiştik? Hayat, bir yönüyle yoldur. Bu yolda uğradığımız duraklarda yüklerimiz artıyor. İlla birileri bizi ikaz etmeden yahut o yüklerden mahrum etmeden, gerektiğinde ağırlıklarımızı atmasını bilmeliyiz. Bütün bu temenni cümlelerini biraz naif bulacaksın, biraz romantik; ama hakikat bu değil mi? Bırakıp gitmesini de bilmek… Ağırlıkları atarak, hafifleyerek çekip gitmek!
Bu yazı 2,084 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
11 Nisan 2016
Öğrencime Mektup
-
5 Şubat 2016
Sahici Büyük Kimdir?
-
24 Ocak 2016
Aşkın Yolcuğu'na Dair
-
1 Ocak 2016
Kar taneleri: Semada raks eden dervişler
-
21 Aralık 2015
Eksik Gören Eksiktir
-
10 Ağustos 2015
Çeşm-i Cihân'a Ağıt
-
9 Temmuz 2015
Tevazu: İnsan toprağını işlemek
-
28 Haziran 2015
Ses vermek?
-
24 Haziran 2015
Bu kitap neden yazıldı?
-
4 Haziran 2015
Muhalefeti mi seçeceğiz?
-
10 Mayıs 2015
Ruhuma Sükünet Veren Şehir
-
20 Nisan 2015
Sevgili kızım, beklemeyi bilmeliyiz
-
5 Nisan 2015
Bedhah tuzaklara karşı
-
9 Mart 2015
Bu iyi bir zamandır
-
12 Şubat 2015
Oğluma birkaç not
-
27 Ocak 2015
Öğüt Almak: Nasihatname geleneğimize dair
-
19 Ocak 2015
Son hadiselere ve tartışmalara dair
-
29 Ekim 2014
Dostun Bahçesinde Teferrüç Etmek
-
14 Ekim 2014
Camide buluşalım
-
9 Eylül 2014
Bir Gönül Köprüsü
Yorumlar
+ Yorum Ekle