Bilal Kemikli
0 0 0000
Şehri latif kılan insan
Şehri latif kılan şey nedir? Tarihi mi? Kurulduğu mekân mı? Doğal güzellikleri mi? Havası, suyu mu? Mabetleri, mimari yapısı, köprüleri veya çeşmeleri… Nesi? Hangi yönü?
Elbette bütün bunlar ve burada sayamadığımız diğer maddi ve manevi özellikler şehri latif kılar. Şehri nazenin, güzel ve edalı kılar. Fakat şu var ki, bütün bunları anlamlandıran insandır… İnsansız şehir düşünülemeyeceğine göre, esas olan insanın kalitesi, değerlisidir. Şunu demek istiyorum: Şehri gerçek anlamda latif kılan, yetiştirdiği değerli insanlarıdır.
Hani eskiler demişler ya, “Şerefu’l-mekân bi’l-mekîn…” Şehir değerine, orada yaşayan ve daha evvel yaşamış olan insanla ulaşır. Bu böyledir; letafet, güzellik ve eda da… Evet, şehir insanla güzelleşir.
Yeşilliğin bütün tonlarını barındıran, serin suların aktığı, Drina nehri boyunca hep bu düşünce aklımın bir ucunda öyle duru veriyor.
İnsan bozulup değerini yitirince, şehir de bozuluyor ve letafetten kesafete doğru seyrediyor. Katılaşıyor şehir, adeta taş kesiliyor.
***
Bosna’nın neresine bakarsanız bakın, orada bir mezarlık karşınıza çıkacak… Bütün şehirler, hatta kimi köyler böyle. Novoseoci’deki şehitlikteyiz… Burası bir köy; rehberimizin akrabaları da bu civarda şehit olmuş. Öyle geçerken uğruyoruz, o kadar. Şehitliğin neredeyse yarısı, Kariç ailesinin erkeleriyle dolu.
Yeşilliklerin ortasında güzel bir köy. Yeni bir cami yaptırılmış; geniş avlusu olan bir cami... Lakin ortada insan yok.
İnsan hırsla hareket edince değer kalmıyor geride… Güya, din ve etnik mirastan tevarüs eden değerler, hırsın zebunu oluyor, bozuluyor, değişip dönüşüyor ve adeta insanı canavara dönüştüren bir iksir oluyor.
Tabiat göz bebeğini kaybediyor… Körleşiyor âlem. Şehir letafetini yitiriyor.
***
Sadece Serebrenica’da değil, bütün bir Bosna’da aynı vahim durumu gözlemlemek mümkün.
İnsanlık kaybolunca, vahim manzaralar şehrin güzelliklerinin yerini alıyor. Issızlaşıyor, insansızlaşıyor şehir… Kesif, daha da kesif.
TİKA’nın da destek verdiği Galeri’deyiz… O elim hadisenin kanıtlarını sergileyen bir galeri. Fotoğraflar, fotoğrafla; genç, yaşlı, asker sivil ve hatta çocuk şehitler. Onlardan geriye kalan birkaç eşya, duvara kazınmış birkaç cümle.
Bir fotoğrafın önünde uzunca bir süre duruyorum. O elim günü, korku şehri Serebrenica’yı tasvir eden fotoğraf. Kuşlar firarda, ölüm şehrinden kaçıyorlar. Pencereden bir yaşlı kadın, korku dolu nazarla bakıyor. Ötede sokak ortasında çaresiz bir yaşlı kadın gene var. Bilemem bunların tarafını, ama yaşlılar… Acının tarafı mı olur? Hangi ana evladının bu denli acımasız eli kanlı bir katil olmasını ister? Analık evrensel merhamet barındırmaz mı içinde? Belki de yaşlı oldukları için kendilerine yaşama şansı verilmiş bedbahtlar. Öyle çaresiz bakıyorlar… Kuş değiller ki, uçabilsinler. Uçup da kaçabilsinler. Bir iki araba, caddenin iki yakasına terk edilmiş. Hava kesif… Bulutlar adeta kıyameti andırıyor. Issız şehrin sokakları, korku saçıyor.
Tabiatın cennet köşelerinden birisi burası… Mekân güzel. Su güzel. Hava güzel. Fakat şehir gayet kesif, gayet bunaltıcı, gayet soğuk. Oysa aylardan temmuz; bedenen terliyor, ruhen üşüyorsunuz.
****
İnsan, çaresizlikten çare çıkartan varlık. Arayan, acıları unutan ve onlardan ders çıkaran… Yolun tam da bittiği sanılan yerde, yeniden yola koyulan varlık.
Bir başka fotoğrafın önündeyim… Siyah beyaz bir fotoğraf; yol yakınlaştıkça genişliyor ve yolun en uzak noktasında bir insan, adeta seher vakti güneşin doğuşu gibi, geliveriyor. Belli ki, sıkıntılı. Belli ki, acısı büyük. Belli ki, tedirgin. Hayır, o bütün bu menfi hallere rağmen yola düşmüş. Bir çıkış arıyor.
Yol ve insan; bendenizi derinden etkileyen iki dost… Yol insansız, insan yolsuz olmaz, olamaz.
Çare yola çıkmaktır, yeni bir yol arayışında bulunmak.
****
Latin köprüsünden geçip, İskenderiye mahallesinin sırtlarına doğru tırmanıyorum. Uğradığım o dar sokaklar, sürekli yokuşlarda tırmanmak, Bursa’yı, Somuncu Baba’nın fırınının olduğu bölgeleri, Molla Fenari Mahallesi’ni hatırlatıyor. Saraybosna’yı latif kılan bir kâmil insanı ziyaret maksadıyla dar sokakları birer birer tırmanıyorum.
İşte bir Gazi Ereni’nin, Uryani Dede’nin huzurundayız… Rivayet o ki, Uryani Dede Fatih’in askerlerinden biridir. Tıpkı Zincirli Dede, tıpkı Ali Paşa Camii haziresinde sırlı Ayni ve Şemsi dedeler ve tıpkı Cebbar Dede gibi. Saraybosna, biraz da dedeler şehridir.
Evet, Uryani Dede’nin huzurundayız… Saraybosna ayaklarınızın altında. Erenler şehre hep yukardan bakmışlar, adeta nazarlarıyla şehri arındırmış, latifleştirmişler. Hem alp ve hem de eren bu kâmiller; bulundukları yere huzur getiriyorlar.
Huzurda ve huzur içinde şehri temaşa ederken, orada şu cümleyi tekrar ediyorum: Şehri gerçek anlamda latif kılan, toprağında barındırdığı, yetiştirdiği değerli insanlarıdır.
Bu yazı 2,211 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
11 Nisan 2016
Öğrencime Mektup
-
5 Şubat 2016
Sahici Büyük Kimdir?
-
24 Ocak 2016
Aşkın Yolcuğu'na Dair
-
1 Ocak 2016
Kar taneleri: Semada raks eden dervişler
-
21 Aralık 2015
Eksik Gören Eksiktir
-
10 Ağustos 2015
Çeşm-i Cihân'a Ağıt
-
9 Temmuz 2015
Tevazu: İnsan toprağını işlemek
-
28 Haziran 2015
Ses vermek?
-
24 Haziran 2015
Bu kitap neden yazıldı?
-
4 Haziran 2015
Muhalefeti mi seçeceğiz?
-
10 Mayıs 2015
Ruhuma Sükünet Veren Şehir
-
20 Nisan 2015
Sevgili kızım, beklemeyi bilmeliyiz
-
5 Nisan 2015
Bedhah tuzaklara karşı
-
9 Mart 2015
Bu iyi bir zamandır
-
12 Şubat 2015
Oğluma birkaç not
-
27 Ocak 2015
Öğüt Almak: Nasihatname geleneğimize dair
-
19 Ocak 2015
Son hadiselere ve tartışmalara dair
-
29 Ekim 2014
Dostun Bahçesinde Teferrüç Etmek
-
14 Ekim 2014
Camide buluşalım
-
9 Eylül 2014
Bir Gönül Köprüsü
Yorumlar
+ Yorum Ekle