En Sıcak Konular

Ekrem Dumanlı


Ekrem Dumanlı
0 0 0000

Suriye İran... İşte çetin imtihan!



Suriye meselesinde yeni bir kavşaktayız. Karşımıza çıkabilecek senaryoları perde perde düşünmemiz gerekiyor. Onca gelişme ve temastan sonra anlaşılıyor ki Suriye yönetimi, katliama son vermeyecek, özgürlük taleplerine boyun eğmeyecek.


Suriye yönetimi yalnız olsa; konu daha basit. Maalesef insan hayatını hiçe sayan bir ittifakla karşı karşıyayız. BM Güvenlik Kurulu üyesi bazı önemli ülkeler, Esed rejiminin düşmesini istemiyor. Arkasında değilmiş gibi yapıyorlar; ancak söyledikleri yaldızlı lafların gerçeği ifade etmediği aşikâr. Arap Ligi öteden beri çok konuşup az iş yapmakla eleştiriliyor. Suriye mevzuunda da öyle oldu. Etkin bir rol üstlenmediler. Hal böyle olunca akan kanın durması mümkün gözükmüyor.

"Arap Baharı"ndan bahsederken cûş-u huruşa gelen Batı, Suriye mevzuunda sessiz kalmayı tercih ediyor. Libya'da Kaddafi'nin devrilmesi için olağanüstü gayret sarf eden Fransa'dan tık yok mesela. Amerikan yönetimi, başkanlık seçimi öncesinde yeni bir savaşa girmeyi zaten göze alamıyor. Irak'ta yaşanan onca sıkıntı ve global krizin yol açtığı onca sarsıntı bu kadar ortadayken Suriye'ye doğrudan müdahale etmeyi aklının ucundan bile geçirmiyor Amerikalılar. Birleşmiş Milletler deseniz; veto sistemi nedeniyle zaten kilitlenmiş durumda.

Bu manzara karşısında "Oh ne âlâ! Bırakın Suriye sorunlarını kendi kendine çözsün." denebilir. Zaten dış müdahale ya da baskılar sonucunda yaşanan değişimin nasıl büyük sıkıntılara neden olduğu da biliniyor. Ne var ki Suriye'de süreç devam ediyor; devletin halkını katletme süreci... Daha kötüsü de var Türkiye için. Mazlum halk, katillerin elinden kaçamıyor. Bir fırsatını bulanlar da Türkiye'ye sığınıyor. Türkiye'ye sığınan insan sayısı hali hazırda 20 bine yaklaştı. Bu katliam böyle devam ederse, Suriye'den gelen insan sayısının 100 binin üzerine çıkması bekleniyor. Bu vahim gelişmeler karşısında Türkiye tek başına ne yapsın? İran-Rusya-Çin ittifakı "Suriye, Libya gibi olmasın; dış müdahale yapılmasın." diyor. Güzel. Gerçekten de ne Libya gibi olsun Suriye, ne de Irak gibi. Peki, kan nasıl duracak? Bu ittifak dünyaya akıl vereceğine dostları Suriye'ye "Yeter!" dese ya! İran ile İsrail'in Suriye yönetimine bakışı neredeyse aynı. Biri "Aman bu rejim de düşerse sıkıntı bize sıçrar." diye bakıyor olaylara; öbürü de "Demokrasiye geçilirse ne olur ne olmaz. İsrail karşıtı bir yönetim iş başına gelir ve Esed'i, mumla ararız." diye bakıyor hadiselere.

Libya gibi ülkeler söz konusu olduğunda "insanî yardım" ve "demok-ratikleşme"yi ağzından düşürmeyen Batılılar, petrolün az olduğu ülkelerde neden bu kadar munis bir pozisyon alıyor acaba?

Bir de Türkiye'deki kamuoyu algısı var. Sanki Amerika ve Batı bize baskı yapıyormuş da o nedenle biz Suriye'ye müdahale etmek zorunda kalabilirmişiz. Yok böyle bir şey. Suriye konusunda Türkiye yalnızlaştırılmıştır. Meseleye Türkiye kadar insanî perspektiften bakan ülke bulmak çok zor. Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun konuşmalarına bakın, o konuşmalardaki insan vurgusu hiçbir ülkeden bu kadar net ifadelerle yükselmiyor. Oysa hem Başbakan hem Hariciye Vekili, Esed ailesine zor zamanda dost kalmaktan dolayı ağır eleştirilere maruz kalmıştı.

Suriye meselesinin bu şekilde sürdürülmesi mümkün değil. Katliamcı politika 9 binden fazla insanın ölmesine sebep oldu. Şehirler bombalandı, yakıldı, yıkıldı. Meseleye İran sempatisiyle bakanların bazı gerçekleri daha iyi görmesi gerekiyor. Artık açıkça belli oldu ki İran, Türkiye'yi oyalıyor, ciddi ve samimi adım atmıyor. Kimse Suriye ile savaşa girelim demiyor; ama bıçak kemiğe dayanmış durumda. Bu durumu göremeyen Esed, yanlış üstüne yanlış yaparak bir de PKK'ya yeni kamplar kurdu. Türkiye haklı olarak uluslararası baskıyı tercih ediyor; BM kararlarını önemsiyor, Arap ülkelerinin desteğini bekliyor. Ne var ki bu konuda Türkiye yapayalnız. Daha kötüsü, hiç istemediği halde, daha sert tedbirler almaya mecbur bırakılabilir.

Mesele sanıldığından daha kritik, sınav tahmin edildiğinden daha çetindir. Mesela en çetin sınavı bir zamanlar, "İran Pakistan / Sıra sende Müslüman!" diye haykıranlar veriyor. Çünkü yeni tutumlar yeni bir sloganı şart koştu: "Suriye İran / İşte çetin imtihan." Buyurun bakalım...


Balyoz'da sona yaklaşılırken
Hafta içinde Balyoz davası yeni bir aşamaya geldi. Savcılık son duruşmada esas hakkındaki mütalaasını tamamlayıp davayı yürüten mahkemeye sundu. 920 sayfadan oluşan mütalaa davanın son aşamalara geldiğini gösteriyor.

Bundan sonraki hukukî süreç; sanıkların ve avukatların savcının mütalaasına karşı söyleyecekleri sözlerin dinlenmesini gerektiriyor. Ardından da sanık ve avukatlarına son sözleri sorulacak. Son sözlerin akabindeki safha, mahkemenin karar vermesi.

Demek ki Balyoz davasından yakın zamanda sonuç çıkmasını beklemek gerekiyor. Sonuç ne olur? Kimse bilemez. Belki beraatlar çıkacak belki mahkûmiyetler.

Tam bu aşamaya gelindiğinde sanık avukatlarının telaş içinde hamleler yaptığı gözleniyor. Daha düne kadar, "cezaya dönüştürülen uzun tutukluluk süreci"ni eleştirenler, davanın bitirilmemesi için yoğun çaba sarf ediyor. "Uzun tutukluluk süreci"nden şikâyet etmek, davanın hukuki prosedüre riayet ederek, bir an önce bitirilmesi anlamına gelmiyor muydu? Anlamak mümkün değil...


KiTAPLIK

--------------------------------------------------------------------------------


"Lüzumlu Adam", Mehmet Gün-dem'in kaleminden çıkan İshak Alaton biyografilerinin ilki. İkincisinin ismi, "Lüzumsuz Adam". Türkiye'nin Rumları, Ermenileri, Yahudileri Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana büyük sıkıntılar yaşadı. İshak Alaton, bu tarihe şahit bir isim. Varlık Vergisi yıllarını anlatıyor mesela. Kitap Alaton'un ağzından yazılsa da, Mehmet Gündem'in asıl hikâyeye ulaşma becerisi göze çarpıyor. İyi bir portre olmanın yanı sıra Türkiye'ye dair acı-tatlı hatıralar bütünü. Ama Alaton, sadece bir Yahudi vatandaş olarak çektiği sıkıntılarla değil, son yıllarda yaptığı cesur çıkışlar ve demokrasiden yana tavrıyla da hatırlanacak.


--------------------------------------------------------------------------------

 
Canan Barlas'ın "Bab-ı Ali'den Çiftetelli'ye" kitabı, Türkiye'de gazeteciliğin kırk yıllık bir fotoğrafı. Kadim medyanın tam göbeğinde gazetecilik yapan Canan Hanım, şahit olduklarını anlatıyor. Bab-ı Ali'de başlayan serüvenine İkitelli'de devam ediyor. Burada bir espri yaparak İkitelli'ye "Çiftetelli" demiş, magazin gazeteciliğini kastederek. Sadece olaylar ve kişiler değil, nasıl bir gazetecilik icra edildiği de önemli çünkü. Eski merkez medyanın "çiftetelli gazeteciliği" bugün bile etkisini gösteren bir algı bozulmasıydı. O yüzden Canan Hanım, 90'lı yılları anlatırken "tetikçilik" olarak niteliyor yapılanları.


--------------------------------------------------------------------------------


Prof. Dr. Nevzat Tarhan, modern psikolojiyle geleneksel değerleri harmanlayarak bugünün sorunlarına çözümler üreten bir isim. Son kitabı "Çağın Vicdanı Bediüzzaman"da benzer metodu kullanarak Bediüzzaman'ın hayatına odaklanıyor. Prof. Tarhan, Üstad'ın çocukluğundan vefatına kadar geçen hayat hikâyesini, aksiyon tarzını ve toplumsal reçetelerini tahlil ediyor. Birey olmanın, illa ki kulluğu unutmak anlamına gelmediğini Üstad örneğinden yola çıkarak çok güzel açıklıyor. Ve tabi, çağının bütün dertlerini, sıkıntılarını nasıl vicdanında duyduğunu ve bunlara çare üretmek için nasıl çırpındığını hatırlatıyor.
 
zaman


Bu yazı 1,223 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 24 Eylül 2012 Ne gereği vardı?
    • 11 Haziran 2012 Cuntalarla nasıl mücadele edilecek?
    • 30 Nisan 2012 Şiddet!
    • 16 Nisan 2012 '28 Şubat'çılardan panik atak hamleleri
    • 10 Nisan 2012 Çin'den bakınca Türkiye'nin gücü
    • 9 Nisan 2012 Darbede tanıdığım dört subay
    • 2 Nisan 2012 Suriye İran... İşte çetin imtihan!
    • 26 Mart 2012 Terlik
    • 13 Şubat 2012 Aman dikkat!
    • 6 Şubat 2012 Bu yüzden mi susuyorsunuz?
    • 23 Ocak 2012 Hem Hrantçı hem Ergenekoncu olunabilir mi?
    • 16 Ocak 2012 Kaç kafatası bir manşet eder?
    • 9 Ocak 2012 Hesap vermek
    • 26 Aralık 2011 Çanlar Avrupa için çalarken
    • 19 Aralık 2011 Militan
    • 12 Aralık 2011 Maazallah!
    • 5 Aralık 2011 Global Ergenekon
    • 28 Kasım 2011 Dersim'den alnımızın akıyla çıkmak
    • 23 Kasım 2011 İngiltere'yi yeniden keşfetmek
    • 21 Kasım 2011 Dersim'in şifreleri

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,458 µs