En Sıcak Konular

Nasuhi Güngör


Nasuhi Güngör
0 0 0000

Yine, yeniden üçüncü yol



Çok değil bundan yaklaşık bir yıl önce, Türkiye ve Suriye arasında müthiş bir bahar havası esiyordu. Vizeler kaldırılmış, sınır bölgesindeki şehirler arasında günü birlik ziyaretler sıradan hale gelmişti.
Sonrasında yaşananlar malum. Arap Baharı’nın önce esintileri, ardından fırtınası Suriye’ye dokundu ve ülkede bir daha sular durulmadı. Her gün kan dökülüyor, birbiri ardına çatışma haberleri geliyor. Rejim ve ona muhalif olanlar arasındaki mücadele, kelimenin tam anlamıyla uluslararası bir satrancın uzantısı olarak devam ediyor.

Sahnede herkes var. ABD, Fransa, İran, Çin, Rusya, Suudi Arabistan ve elbette Türkiye. Daha dolaylı aktörleri saymıyorum bile. Sonuç itibarıyla Suriye’deki rejimin devamı ya da yıkılması, başka bir deyişle nasıl bir yeni rejimin ortaya çıkacağı hakkında konuştuğumuz her şey, bir bakıma içinde yaşadığımız bölgenin tümünü etkileyecek, hatta dönüştürecek kadar önemli.

Kaos ve bölgesel sorunlar

Kuşkusuz son derece karmaşık, tarihsel derinliği olan ve bir o kadar da çözümsüzlüğe mahkum edilmiş sorunların bulunduğu bir coğrafyada yaşıyoruz. Bunlar yetmezmiş gibi, Afganistan ve Irak örneklerinde olduğu üzere, uluslararası güçlerin başlattığı saldırı ya da işgaller, sorunları daha da içinden çıkılmaz hale getirdi.

Afganistan’a 11 Eylül bahanesiyle gelen güçlerin, bırakın barış ve istikrar sağlaması, geldiği aşama dünün fersah fersah gerisinde. Irak’a bir diktatörü devirmek ve hala kendisinden eser bulunamayan silahları bulmak adına gelen işgalciler, döktükleri kanın, mağdur ettikleri milyonların yanında, tüm bölgeyi etkisine alan bir kaosu bırakıp gittiler.

Ankara’nın dış politikada son yıllarda başlattığı atak, yakın bir tarihe kadar adının geçmediği pek çok yerde bir şekilde sözünün geçmesine ya da dinlenmesine neden oldu. Elbette dünün vurdumduymaz, sorunlara kulağını, gözünü ve en kötüsü gönlünü kapatan ülkesi geride kaldı. Bu bile başlı başına bir kazanç, hem bu topraklarda yaşayan herkes, hem de bölge adına.

Ancak sorunların çözümüne katkı sağlamak, bambaşka çıkarların peşinde koşup bunları farklı başlıklar altında bölgeye taşıyanların aksine, gerçekten barışı ve istikrarı arayan bir duruş sergilemek sanıldığından çok daha zor. Türkiye’nin yürümeye çalıştığı yolun özeti de, zorluğu da bu.

Balkanlaşma ya da Lübnanlaşma

Suriye’yi konuşurken, elbette olup biteni daha doğru anlamak için bazı karşılaştırmalar yapmak durumunda kalıyoruz. Yakın tarih, barış ve demokrasi adına yapılan bazı operasyonların, o ülke ya da bölgede yaşayanlara ne kadar pahalıya mal olduğunun örnekleriyle dolu. Lübnan iç savaşını kimse henüz unutmuş değil. Ya da daha yakın bir geçmişte Balkanlarda ortaya çıkan va hali hazırda barut fıçısı gibi olan manzarayı da unutmak mümkün değil.

Türkiye’yi uluslararası toplumla birlikte hareket etme konusunda yeterince cesur görmeyenler, hangi tezler üzerinden bu kadar cüretkar davranıyor, anlamak zor gerçekten. Suriye’ye yönelik hiçbir uluslararası müdahale, hangi gerekçeyle olursa olsun, daha fazla barış, özgürlük, adalet ya da demokrasi getirmeyecek.

Meselenin diğer tarafında ise, Şam’daki rejimi ne yaparsa yapsın destekleme telaşında olanlar var ki, onların aldığı pozisyonu, uluslararası müdahale için çığırtkanlık yapanlardan farklı görmek hiç kolay değil.

Ne kadar kötü bir kıskaç; üstelik bunu ilk kez yaşamıyoruz. Dün Bosna’da, sonra Irak’ta, bugün Suriye’de yaşanan gelişmeler hep aynı noktaya işaret ediyor. Bir zalimden, diktatörden, baskıdan kurtulmak adına önünüze bambaşka bir fatura konuluyor.

Sırat köprüsü misali bir yolda yürüyor Türkiye, bu çizgiyi desteklemek, sağlamlaştırmak, başka arayışlara savrulmasını engellemek için kafa yormak gerekiyor. Bıkmadan, usanmadan.

star

Bu yazı 1,236 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 6 Nisan 2013 Kraliyet patron, biz taşeron muyuz?
    • 27 Eylül 2012 Ordu neden değişmek zorunda
    • 21 Eylül 2012 Eylül ayının kara listesi
    • 14 Eylül 2012 Yeni Türkiye ve yeni ekonomik model
    • 13 Eylül 2012 Libya saldırısı ve Türkiye’nin kodları
    • 3 Eylül 2012 Türkiye’nin yalnızlığı ve Mısır
    • 30 Ağustos 2012 Ankara-Paris rekabeti
    • 24 Ağustos 2012 İstihbarat zaafı var mı?
    • 23 Ağustos 2012 BDP niçin çıldırdı?
    • 17 Ağustos 2012 Fırsat treni telaşı
    • 16 Ağustos 2012 Yola nasıl devam edeceğiz?
    • 10 Ağustos 2012 ‘Gergin Barış’ın sonu mu?
    • 6 Ağustos 2012 PKK’nın intiharı
    • 27 Temmuz 2012 Henüz vakit varken
    • 20 Temmuz 2012 Suriye sorunu ve Türkiye’nin özgüveni
    • 19 Temmuz 2012 Şam’daki patlama ve Moskova’daki Türkiye
    • 28 Haziran 2012 Türkiye itibar mı kaybediyor?
    • 22 Haziran 2012 Mısır, Suriye ve derin iktidarlar
    • 21 Haziran 2012 Müzakere akıldır, güçtür
    • 14 Haziran 2012 Beka endişesinin dayanılmaz cazibesi

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,567 µs