En Sıcak Konular

Mehmet Altan


Mehmet Altan
0 0 0000

Tasarrufun Kürtçesi ne?



Yılın son gününe denk gelen bu yazıyı yazmaya koyulduğumda tek gündem vardı: Cumhurbaşkanı Gül’ün Diyarbakır gezisi. Gezi benim için “iki ayrı” Gül’ü bir arada izlemek açısından ilginç...

Biri, bir gece önce otoriter ülke üslubuyla herkese gözdağı vermeye çalışan Milli Güvenlik Kurulu bildirisine imza atan Abdullah Gül, diğeri Diyarbakır’da Orduevi’nde kalmayan Abdullah Gül...

Biri, gezisi sırasında kendisine askeri jetlerin eşlik ettiği Abdullah Gül, diğeri Diyarbakır Belediyesi’ni ziyaret eden Abdullah Gül...

***

İki ayrı Abdullah Gül’ü izlemenin ilginçliği dışında, özellikle medyada heyecan yaratan gezi doğrusu beni o kadar da heyecanlandırmıyor...

On yedi yıl önce rahmetli Erdal İnönü ile Süleyman Demirel koalisyonunun “Kürt realitesini tanıyoruz” beyanı, ardından Mesut Yılmaz’ın “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” sözü, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005 gezisi hafızamda taze...

Ama “ana dil” meselesinin de ortaya koyduğu gibi hala “temel hak ve özgürlükler” açısından mefluç bir ülke olmaya devam ediyoruz...

Ne ki Abdullah Gül’ün gezisi “Türkiye şartlarında” önemli ve olumlu... Dünya açısından baktığımda 31 yıl önce Fransa’nın Bask Bölgesinde belediyenin üzerinde iki dilde yazılı levhayı anımsayıp, kırk bin çocuğumuzu öldürüp hala o noktaya gelemediğimize lanet okuyorum...

***

Türkiye’yi kendi geçmişi ile kıyaslayınca bazı gelişmeler olumlu ama dünya ile kıyaslayınca neden yüz kızartıcı bir noktadayız? 

Çünkü toplumsal iskeletimizdeki derin çarpıklık hiçbir zaman toplumun da, devletin de, siyasetin de gündemine giremiyor...

Önceki gece Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ulusa seslenerek, “lütfen şunu hiç unutmayalım; popülizme prim verirsek, geçmişte olduğu gibi olmayanı harcamaya kalkarsak, ülkemizi yine karanlıklara sürükleriz” diyordu...

***

Peki, toplum olarak “harcayabileceğimiz” nedir?

Bunu ülkenin “gelirinin tüketime gitmeyen kısmı” belirler... O elimizde kalana da “tasarruf” diyoruz... Ve toplumsal kalkınmayı esas olarak ülkenin tasarrufları finanse ediyor... Kaynak olmayınca yeterli kalkınma ve gelişme de olamıyor...

2010 yılında toplumsal tasarrufumuz bugüne kadar rastlamadığım kadar yerlerde sürünmeye başladı...

Maliye Bakanlığı’nın ekonomik verileri, Türkiye’de 2007’de yüzde 15,5 olan tasarruf oranının 2008’de yüzde 16,8’ye yükseldiğini, ancak bu oranın 2009’da yüzde 13,1’e, 2010’da ise yüzde 12,6’ya kadar gerilediğini gösteriyor...

***

Bu tasarruf zafiyetinin hangi ölçüde bir sıkıntı ve fakirlik yarattığını Türkiye Bankalar Birliği Başkanı ve İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince de geçenlerde banka sektörü üzerinden vurguluyordu:

“Bankacılık sektörünün Gayri Safi Milli Hâsıla’ya oranı örneğin Macaristan’da yüzde 136’sı kadar, Bulgaristan’da yüzde 112’si kadar, Portekiz’de 3 katı, bizde 0,88’i kadar. Komünist olanlar dâhil bu kadar düşük bir seviye AB’de yok. Portekiz, İspanya, Hollanda, Danimarka bunların hepsi bizden fazla. Sektör küçük, kaynak yok. Sektörün büyüklüğünün ekonomiye oranına bakıyorum, yani sandalın motoru ne kadar? Taşıyabilir mi? Taşıyamaz mı?”

***

Türkiye, yurtiçi tasarrufların Gayrisafi Yurt İçi Hâsıla’ya oranı bakımından 32 ülke arasında sondan altıncı sırada yer alıyor. Oysa büyümenin iç dinamiklerle finanse edilebilir ve sürdürülebilir olması için Türkiye’nin sermaye birikimi yaratması gerekiyor. 

Ama bu çok temel ve hayati konu hiçbir kurum ve hiçbir yönetici için hiçbir zaman gündem olmuyor...

Hep bu temel konunun bizi raşitik halde tutan etkileri etrafında dönüp dolanıyor ve bol bol da kendimizi avutuyoruz... 

Ama temel sorunu çözmeye sıvanmayınca da Kürt sorunu da dahil hiçbir büyük sorun kalıcı biçimde çözülemiyor...

star



Bu yazı 1,050 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 11 Ocak 2012 ‘Tanırım, iyi çocuklar’
    • 9 Ocak 2012 Genelkurmay’a o istihbaratı kim verdi?
    • 6 Ocak 2012 Demokrasi ile ‘biat sistemi’ arasındaki fark
    • 30 Aralık 2011 Bombalama emrini kim verdi?
    • 24 Aralık 2011 Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın adresi
    • 16 Aralık 2011 Susurluk’ta faili meçhul reytingi...
    • 14 Aralık 2011 Ergenekon büyürken uyuyamam...
    • 4 Aralık 2011 Şikeci siyasetin kirli çamaşırları
    • 2 Aralık 2011 Var mı bu yasayı çıkaracak babayiğit?
    • 30 Kasım 2011 Yüzde 3 Türkiye’yi keser mi?
    • 29 Kasım 2011 Devlet-ulustan ulus-devlete geçemeyince
    • 23 Kasım 2011 Ergenekon’un farkında mısınız?
    • 21 Kasım 2011 Birinci Cumhuriyet Dersim’dir...
    • 14 Kasım 2011 Kozinoğlu kalp krizinden mi öldü?
    • 9 Kasım 2011 Kararı alkışlıyor, Bakan’ı kutluyorum
    • 3 Kasım 2011 Almanya’daki Türkler, Türkiye’deki Kürtler
    • 31 Ekim 2011 Cinayet işlemeye özgürlük savaşı mı diyorsunuz?
    • 26 Ekim 2011 Hırsızlar da kardeşiniz mi?
    • 20 Ekim 2011 Keşke gerçek bir ordumuz olsaydı...
    • 19 Ekim 2011 Bir İsrailli kaç Filistinliye bedel?

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,572 µs