Bilmiyorum ki ne desem; "Yargı" hep böyle mi idi, yoksa sonradan mı böyle oldu? Anlaşılır gibi değil gerçekten…
Bu çerçevedeki endişemi dünkü gazetelerde yer alan iki "Yargı haberi"ni örnek alarak açıklamaya çalışayım.
İlk haber memlekette herkesin konuştuğu bir mevzuda sarf ettiği birkaç söz nedeniyle hakkında soruşturma açılan Hülya Avşar hakkında "takipsizlik kararı" verildiğini duyuruyordu. Ancak dikkat; birkaç gün önce soruşturmayı başlatan ve fazla vakit geçirmeden başlattığı soruşmayı ortadan kaldıran takipsizlik kararını veren aynı savcı. Bakırköy Savcısı Ali Çakır yani.
Radikal gazetesinin de –haklı olarak- kafası karışmış olacak ki, haber başlığında soruyor: "Öyleyse bu soruşturma niçin açıldı?"
Sorunun cevabı gazetede olmadığı gibi bende de yok. "Herhalde", diyorum ama arkasını getiremiyorum… (Aslında aklımda nispeten makul bir neden var ama söylersem sakıncalı olabilir!)
Tamam, diyelim ki "bir yanlışlıktır" oldu ve –diyelim- metinler ya da kişiler karıştırıldı ve duyanı –bayağı- gülümseten bu olay yaşandı.
Peki ya savcı Ali Çakır'ın takipsizlikle ilgili gerekçeli kararına ne demeli? Bu da mı "fars"tır acaba? İnanılır gibi değil gerçekten.
Ali Çakır, gerekçeli kararında, "birlik ve beraberlik içinde olunması gerektiği" vurgusu yaptıktan sonra ortaya bir "Türk kimliği" tanımı da koyuyor: "Türk kimliği, Osmanlı'dan kalan tüm ırkları, milletleri ve dinleri içinde barındıran total bir kimliktir."
İyi, buna da eyvallah; olsun, söylediğiniz kimliğin tanımı da böyle olsun…
Ama açıkça anlaşılıyor ki, savcı Ali Çakır bu tarifle yetinebilecek birisi değil. Onun başka anlatacakları var. Meseleleri dünden bugüne uzanan geniş bir perspektif içinde "şüpheli" Hülya Avşar'a olduğu kadar onun dolayımı ile topluma da açıklamak, anlatmak istiyor. Şöyle mesela:
"Tarihte Anadolu insanının utanacağı hiçbir dönem ve olay olmamıştır. Bugün de kargaşa ve kaos durumundan sonra kurulmak istenen yeni dengenin emperyalizmin yararına olmaması için, birlik ve beraberlik içinde olunması gerekmektedir. Şüphelinin samimi tavrı ve tarihsel gerçeklerle Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasal hükümleriyle çelişmediği; güncel bir konunun düşünce özgürlüğü kapsamında ele alınarak görüş ve düşüncesini açıkladığı sonucuna varıldı.
Kamuoyunda 'Kürt açılımı' olarak ileri sürülen tartışmanın tarihsel süreç içerisinde, nedensellik ölçütleriyle irdelenmesi soruşturma konusuyla yakın alaka teşkil etmektedir…"
Hepsi bu kadar değil tabii ki, vaktinizi almamak için tıraşlıyorum.
Savcı Ali Çakır'ın "kimlik" konusuna ilişkin özel bir ilgi beşlediği anlaşılıyor. "Kimlik" konusu ile birlikte –tabii ki- "ulus devlet" vs gibi konular da ilgi alanının merkezindedir.
"Türk kimliği, Osmanlı'dan kalan tüm ırkları, milletleri ve dinleri içinde barındıran total bir kimliktir. Bu kimlik, ideolojik bir aidiyet değil, ulus aidiyetidir. Ulus devletin Türk kimliği, farklılıkların ortaya çıkardığı çeşitliliğin hem tümünü kucaklamış hem de tümünün üstünde yer almıştır. Bir başka deyişle Türk kimliği, etnik kimliklerin tümünü içine alan etnikler üstü bir kavram olmuştur. 'ne mutlu türküm diyene', işte bu olguya tekabül etmektedir…"
Bu tarihi gerekçeli kararın "tarih"e uzanmaması düşünülemez haliyle.
"Tarihte Anadolu insanının utanacağı hiçbir dönem ve olay olmamıştır. Bugün de kargaşa ve kaos durumundan sonra kurulmak istenen yeni dengenin emperyalizmin yararına olmaması için, birlik ve beraberlik içinde olunması gerekmektedir.
Bu gün de dün olduğu gibi, emperyalizmin zenginlikleri sömürme projesine, yönlendirme ve bölme yöntemiyle işleyen çeşitli etnik kimliklerin kutsanması ve halkın cehalet içinde bırakılması eşlik etmektedir."
Etsin bakalım… Bu fasılların da aktardığım kadar ile sınırlı kalmadığını tahmin ediyorsunuzdur. Ve nihayet sıra, savcı Ali Çakır'ın hakkında soruşturma başlattığı Hülya Avşar'ın ifade özgürlüğünü savunmasına geliyor.
"Masal gibi" desem fazla mı ileri gitmiş sayılırım acaba?
Soruşturmayı başlatan savcı Ali Çakır'a göre, "Demokratik ülkelerde; basının denetim, uyarma, eleştirme ve gerçekleri açıklama hürriyetini kullanırken, düşüncelerin sert bir üslupla açıklanabileceği gibi, alışılmışın dışında yayın yapılabileceğinin 'AİHS' hükümleriyle 'AİHM' kararlarında güvence altına alındığı" için şüphelinin "düşünce açıklamak ve eleştiri getirme özgürlüğü kapsamında kaldığının anlaşılmasıyla…" kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.
İsterseniz, Radikal'ın o hoş başlığını bir kere daha hatırlayalım:
"Öyleyse bu soruşturma niye açıldı?"
Gelelim önümüzde duran ikinci "Yargı haberi"ne:
Bu haberle –dün- sadece bir gazetede karşılaştım. Bana göre de müthiş bir haber bu. Hem de Anayasa Mahkemesi'nden çıkan bir karara ilişkin bir "Yargı haberi" bu.
İçinizde hatırlayanlar vardır muhakkak. Anayasa Mahkemesi, bu yılın yaz başında, TCK'nın 301. maddesinin bu maddeden dolayı soruşturma ve kovuşturma yürütülmesini Adalet Bakanı'nın iznine bağlayan 4. Fıkrasının iptali talebini reddetmişti. Anayasa Mahkemesi'nde (artık âdetten olduğu üzere) kararların "gerekçesi" artık arkadan geldiği için, söz konusu kararın gerekçesi de ancak yeni yayınlanabildi.
Anayasa Mahkemesi, Resmi Gazete'de yayımlanan karar gerekçesinde "İtiraz konusu kuralla ülkenin politik çıkarları nedeniyle maddede düzenlenen suçtan dolayı soruşturma yapılması Adalet Bakanı'nın talebine bağlı tutulmuştur. Bu yetki, yargısal değerlendirmeden ziyade Devlet ve toplum yararı açısından bir takdir yetkisinin kullanılmasıdır. Bu nedenlerle Anayasa'nın Başlangıcı ile 2. ,8. , ve 9. Maddelerine aykırı değildir" diyor.
Görüyorsunuz; Anayasa Mahkemesi, açıkça, 301. Maddeden soruşturma açılması yetkisinin Adalet Bakanı'nın iznine bağlı oluşunu, "yargısal değerlendirmeden ziyade", "Devlet ve toplum yararı açısından bir takdir yetkisinin kullanılması" olarak değerlendirmektedir.
Bana soracak olursanız, bir "hukuk devleti"nde görülmemiş-görülmeyecek-görülmemesi gereken bir değerlendirmedir bu. "Devlet ve toplum yararı"nın "yargısal değerlendirmeler"in önüne yerleştiren bir anayasa mahkemesi –belki farkında değil ama- en başta kendi varlığını tehlikeye atmaktadır… Mahkeme bu kararıyla bize açıkça, "hukukun" bir yerde bittiğini, yerini "devlet yararı"na terk etmesi gerektiğini söylüyor. Ne kadar "talihsiz" bir karar bu böyle… Oysa biz, "hukuk devleti" denilince bunun tam tersini, yani hukukun (dolayısıyla "yargısal değerlendirmeler"in) devleti (yararı-zararı her ne ise birlikte) sınırlayan bir sistemi anlıyorduk.
İşte bu nedenlerden dolayı -sizi bilmem ama- ben yazının başlığını tekrarlamadan yapamayacağım: 'Yargı' bizi çıldırtmadan…
yenişafak
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle