En Sıcak Konular

Cengiz Çandar


Cengiz Çandar
0 0 0000

'Kardeşlik Manifestosu' veya 'Yurtseverlik ve Milli Birlik-Bütünlük Bildirgesi'...



Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 11 Ağustos 2009 konuşması gerçekten ‘tarihi’ bir konuşmaydı. Bugüne dek hiçbir Türk lideri, ülkenin ‘tarihi’ ve ‘en sancılı’ sorununa ilişkin öylesine özlü bir konuşma yapmadı.
Cumhuriyet’in kurucuları dahil.
Tayyip Erdoğan, 12 Ağustos 2005’te Diyarbakır’da ‘Kürt sorunu’ sözcüklerini ilk telaffuz eden Başbakan olmuş ve giderek ‘devletin yaptığı yanlışlara’ parmak basarak, ‘özeleştiri’ niteliğinde de ilk konuşmanın altına imzasını atmıştı.
O konuşması ‘Kürt açılımı’ için referans işlevi görmekteydi.
Ama, aşağı yukarı aynı tarihte, dört yıl sonra yaptığı konuşma, kendisini de, kendisinden önceki
tüm başbakan ve cumhurbaşkanlarını aştı gitti. Son konuşmanın ‘büyüsü’ ve önemi, aklın ve gönlün mükemmel bir bileşimi olmasıydı. Fuzuli’den Ahmed-i Hani’ye Türk-Kürt tarihimizin ve bu toprakların düşünce adamlarını ortaklaşa sahiplenerek, şarkı isimlerinin adını vererek, dengbejlerden söz ederek Neşet Ertaş-Şivan Perver denklemini kurması yaklaşımındaki kucaklayıcılığı, bütüncüllüğü ve derinliği yansıtıyordu.
Tayyip Erdoğan’ın özellikle bir ‘gönül adamı’ olduğunu, doğrusuyla yanlışıyla ‘sahici’ bir insan olduğunu kendisini bir nebze tanımış olanlar ya da kendisine ilişkin iflah olmaz önyargıları bulunmayanlar bilir.
Kürt sorununa yaklaşım, konunun ağırlıklı ‘psikolojik boyutu’ nedeniyle özellikle bir dil ve üslup konusudur ve tam da bu bakımdan Tayyip Erdoğan’ın 11 Ağustos 2009 konuşması Türkiye’nin insanları arasında gönülden gönüle iletişimi doğru, gerçekçi, sahici biçimde kuran bir konuşma olduğu için ‘Kürt açılımı’nın menzile varması bakımından olağanüstü bir değer taşıyor.
Bir önceki yazıda konuşmayla ilgili alıntılar yaparken, fark etmemişim, konuşmasının en güzel ve en anlamlı bölümlerinin başında, konuşmasının sonu geliyormuş. Siyasi gerçekçiliğin bu kadar güzel bir şiirsel ifadesini alıntılamalıyım:
“Sürecin siyasi riski, siyasi getirisi ne olursa olsun, bizim bu meseleyi Türkiye’nin çıkarına geleceğimiz adına çözmekten başka bir gayemiz yoktur. Biz artık Botan Çayı’nda serinlemek, Zap Suyu gibi coşmak, Dicle, Fırat gibi kardeşliğe akmak istiyoruz. İstiyoruz ki, Munzur dağlarında hep birlikte kardelenler toplamayalım. Cudi Dağı’nda yediverenler, Ağrı Dağı’nda çiğdemler dermek istiyoruz. Ülkemin yedi coğrafyasından derilmiş çiçekleri ülkemin annelerine vermek istiyoruz. Bedeli ne olursa olsun, bunu hep birlikte başaracağız. Burada olanlarla, olmayanlarla başaracağız.”
Ülkenin her yöresine, ‘yedi coğrafyası’ne tutkulu bir sevgi olmadan yurtseverlik olabilir mi? Ülkenin tüm insanlarını, kökenlerine, dinlerine, inançlarına bakmaksızın, onları kimlikleriyle kabul ederek ayrım konusu yapmadan sevmezseniz, ‘milli birlik ve bütünlük’ten söz etmeye hakkınız olur mu?
Tayyip Erdoğan’ın 11 Ağustos 2009 konuşması, evet bir ‘Kardeşlik Manifestosu’dur ve en az, en az onun kadar önemli bir ‘Yurtseverlik ve Milli Birlik-Bütünlük Bildirgesi’dir.
***
Yıl 1994. Aralık ayı. Bir cuma günü. Kastamonu’nun Tosya ilçesindeyiz. Yeni Demokrasi Hareketi’nin siyasi parti olarak kuruluşuna bir hafta var. Cem Boyner ile cuma namazının ardından kalabalık bir salonda kürsüdeyiz. Cem, baba memleketinde, ulusal kanallarının kameralarının önünde Kürt sorunu konusunda yine yürekli bir konuşma yapmıştı. Kürsüden salonu süzüyorum. Sağ yanımız, giysileri ve sakallarıyla muhafazakâr-dindar Tosyalılar, sol yanımız sarkık, ince bıyıklarıyla milliyetçi-Tosyalılar ile doldurulmuş vaziyette. ‘Hemşehri’lerine saygısızlık etmemek için aleni bir protestoda bulunmuyorlar ama işittiklerinden ötürü buz gibiler.
Oysa, Cem Boyner’in sözlerinde tek bir yanlışlık yoktu.
Cem’in sözlerini yorumlamak için ben söz alıyorum. “Tosya’nın en çok şehit veren vatan köşelerinin başında geldiğini bildiğimizi, Tosya’nın ülkemizin birlik ve bütünlüğü konusunda çok hassas olduğunun farkında olduğumuzu ve buna saygı duyduğumuzu” bildirerek söze giriyorum.
Ardından, kısa bir süre önce Tosya’nın tarihi camiinde cuma namazında birlikte olduğumuzu hatırlatıyorum ve diyorum ki, “Burada sizlerin, bizlerin alınlarının secdeye vardığı aynı anda, Mardin’in Kızıltepe’sinde, Diyarbakır’ın Bismil’inde, Hakkâri’nin Şemdinli’sinde de alınlar secdedeydi. Burada evlatlarınızın cenazelerini kaldırdınız. Orada da onlar evlatlarının cenazesini kaldırdılar. Bu işte bir yanlışlık olmalı. Bu işi halletmek için bugüne dek izlenen yoldan farklı bir yol izlenebilir mi, onu düşünmeliyiz. Cizre’de, Lice’de, Diyadin’de, Besni’deki insanlar ile Tosya’daki insanlar, alınları secdeye aynı anda varan insanlar, aynı acıları birbirine karşıt konumda çekiyorlarsa, bu işte bir yanlışlık olmalı. Bu yanlışlığı bulup düzeltmeliyiz...”
Samimi görüşüm ve duygularım buydu. Bugün de değişmediler.
Salonun iki yanındaki insanların bu sözleri duydukları vakit, gözlerinden yaşlar süzüldüğünü gördüm. Bu toprakların kardeşlik mayası o gözyaşlarındaydı.
Aradan 15 yıl geçtikten sonra, bu ülkenin Başbakanı’nın “Oğlu her ne sebeple hayatını kaybetmiş olursa olsun, Yozgat’taki anne ile Hakkâri’deki anne, oğullarının başında aynı duayı ediyorsa, evladı için Yasin ve Fatiha okuyorsa, cemaat aynı Kıble’ye dönüyorsa, burada çok ciddi bir yanlış var” dediğini duyduğumda, haliyle tarifsiz bir sevince kapıldım ve mutluluk duydum.
Bu ülkenin ‘vicdan sahibi’ her insanının da, Başbakan’ın konuşmasını dinlediği vakit, öyle hissettiğine adım gibi eminim.
Tayyip Erdoğan o konuşmasıyla, sadece kendisini tarihi ve şerefli bir yükümlülük altına sokmakla kalmamış, ‘sorunun çözümü enerjisi’ni de serbest bırakmıştır.
***
11 Ağustos 2009 ile birlikte ulaşılan nokta, ‘bozgunculuk’un, ‘gerçek ayrımcılık ve bölücülük’ün hangi yönden ve kim tarafından gelirse gelsin, çok etkili olamayacağını ortaya koyması bakımından dikkate değer. Yani, ‘çözüm süreci’nin önüne dikilecekler, mayın döşeyecekler olacaktır. Çatlak sesler çıkacaktır. Ancak,
bunlar ‘süreç’in ‘menzil’e doğru hareketini engelleyemeyecektir.
Tayyip Erdoğan’ın 11 Ağustos 2009 konuşması, eski Roma’daki ‘Rubicon’un geçilmesi’ adımıdır.
Bundan sonra, MHP ve CHP sürece yapıcı katkı yapmak isterlerse ne ala. Ancak, içine adım attığımız ‘tarihi moment’ onların onayını zorunlu kılmıyor. Yol almayı, bu iki ‘bozguncu muhalefet liderleri’ne endekslemek, konuyu çözümsüzlüğe saplamak ve on milyonlarca insanı hayal kırıklığına uğratmak demektir.
Açmazda olan hükümet değil. İnisiyatif, hükümette. Açmazda olan ülke insanlarının gönül tellerini umutla titreten bir konuya ilişkin olarak ‘bozgunculuk’u benimsemiş olanlarda. Ya katılırlar, ya marjina-
lize olurlar. (Şu anda öyle oluyorlar.)
Böyle bir sonuç, her ‘iki taraf’ın milliyetçileri ve ayrılıkçıları için geçerli...

radikal



Bu yazı 965 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 2 Mart 2012 'İç savaş salgını' ve 'korunma yolları'...
    • 8 Şubat 2012 Türkiye, Suriye'de savaşa mı gidiyor?
    • 13 Temmuz 2011 Diyarbakır DTK'nın, BDP Ankara'nın
    • 22 Haziran 2011 Türkiye'nin doğru Suriye pusulası
    • 14 Haziran 2011 Yeni anayasa için AK Parti-BDP-CHP uzlaşması
    • 13 Mayıs 2011 İktidar Kürt sorununu anlamalı
    • 16 Nisan 2011 AK Parti'nin Güneydoğu'da 'siyasi ricatı...'
    • 12 Nisan 2011 Aday listelerini okuma kılavuzu
    • 1 Mart 2011 Hoca ve 28 Şubat'ın cenazesi
    • 22 Şubat 2011 Libya: Osmanlı dominosu ve Bingazi'deki kan davası
    • 19 Şubat 2011 Ergenekon faturası
    • 5 Şubat 2011 Mısır'ın tarih yazdığı gün...
    • 8 Ocak 2011 Hizbullah tahliyesi mi rönesansı mı?
    • 5 Kasım 2010 TAK, ne kadar PKK, ne kadar 'Ergenekon?'
    • 29 Ekim 2010 'Tek Cumhuriyet'in iki Ankara'sı
    • 26 Ekim 2010 Bu gidişle katilden çocuk yaratılacak
    • 6 Ekim 2010 Washington'daki Türkiye
    • 1 Ekim 2010 Daha seyahatin başı, çözümün eşiği değil...
    • 29 Eylül 2010 Türkçeye onurunu iade edin
    • 21 Eylül 2010 Hakkâri provokasyonuna inat

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,538 µs