En Sıcak Konular

Gülay Göktürk


Gülay Göktürk
0 0 0000

Kapalı bir toplum olarak ordu



Haber dünkü Hürriyet'in manşetindeydi. Önemli görevlerde bulunan iki general istifa etmişler."Şok istifa" ile ilgili iki iddia dolaşıyormuş kulislerde. Bir tanesi istifaların Ergenekon'la ilgili olma ihtimali. İkincisi de generallerin özel hayatlarıyla.

Şu anda hangi iddianın doğru olduğunu bilebilecek durumda değiliz.

Ama eğer sonuçta generaller özel hayatlarındaki bazı "uygunsuzluklar" nedeniyle istifa zorunda kaldılarsa bu da sürpriz olmaz. Çünkü geçmişte de ordu üst kademelerinden bazı subayların evlilik dışı ilişkilerinin deşifre olması nedeniyle istifa etmek zorunda kaldıklarına tanık olduk. Ve bu istifalar bana her zaman garip geldi.

Böyle olaylarda hep şu soruyu sordum kendime: Neden başka yüksek bürokratlar; örneğin müsteşarlar, genel müdürler, daire başkanları, yargı mensupları evlilik dışı ilişkileri ortaya çıktığında istifa etmek zorunda kalmıyorlar da üst rütbeli subaylar artık göreve devam edemez hale geliyor?  Neden "çapkınlık" ya da "kaçamak" sivil hayatta tolere edilebilir bir kusur olarak algılanıyor da, orduda asla bağışlanmaz bir suç haline geliyor?

Demek ki, ordunun toplumun bütününden farklı bir ahlak anlayışı var.  

Mazbut aile babası olmamanın askerlik mesleğiyle neden temelden çeliştiği izah edilebilse, bu özel ahlakı anlayabilirdik. Ama böyle bir açıklama yok. Çapkınlık sivil hayattaki bütün o önemli işleri sürdürmeye engel olmuyorsa, savaşmaya neden engel olsun ki? Bir askeri operasyonu yönetmekle ile ekonomik operasyonu yönetmek arasında ne fark var?

Eğer konu sadece ihanet karşısında alınan farklı tutum olsaydı üzerinde durulmaya değmezdi. Ama baktığımızda ordu mensuplarının daha birçok alanda toplumun bütününden farklı ahlaki tutumlara, davranış kodlarına, değer sistemine sahip olduğunu görüyoruz.

Örneğin, benim babam çocukluğumuz boyunca üniformalıyken bizi hiçbir zaman sokakta kucağına almadı. Hiçbir zaman elinde file ya da poşet taşımadı. Çünkü ona üniformanın çocuk taşımakla ya da pazar filesi taşımak gibi süfli bir işle bağdaşmayacağı öğretilmişti.

Şimdi farklı mıdır, bilmiyorum ama bizim gittiğimiz 30 Ağustos balolarında ben hiçbir zaman bir subayın, bir başka subayın karısını dansa kaldırdığını hatırlamıyorum. O balolarda herhangi bir subayın içkiyi biraz fazla kaçırdığını da, hiç içki içmediğini de hatırlamıyorum.

Yazılı olan-olmayan bütün bu katı kuralların, davranış normlarının, oluşturulan "özel ahlakın" varlığı, ordu mensuplarının tıpkı diğer özel topluluklar, sıkı dokulu örgütlenmeler gibi, toplumdan ayrı "kapalı bir topluluk" olarak yaşamasının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.

Zaten başka türlü olması da imkansız. 11 yaşından Harbiye'yi bitirinceye kadar ailelerinden ve toplumdan kopuk bir şekilde yatılı okullarda yetişen; daha sonraki hayatlarını da yine mahalleliden uzakta lojmanlarda geçiren; tatilini bir arada kendi tesislerinde yapan, düğününü derneğini orduevlerinde yapan; her türlü sosyal ilişkisini subay çevresiyle sınırlı tutan bir topluluğun kendini farklı ve ayrıcalıklı görmesi, topluma tepeden bakması ve kendine bazı misyonlar atfetmesi yaşanan bu kopuk hayatın sonucu olarak son derece anlaşılabilir.

Son zamanlarda, ordunun darbecilikten vazgeçmesi, sivil hayat üzerindeki asker hegemonyasının kalkması konuşulurken, sanırım üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta da bu: Ordunun kendisini toplumun üzerinde, onun öğretmeni, yol göstericisi, icabında kurtarıcısı olarak görmesinde, ülke yönetimi dahil her şeyi kendisinin en iyi bildiğini sanmasında halktan bu kadar kopuk yaşamasının rolü ne kadar?

Eğer askeri liselerde ve Harbiye'de yatılılık zorunlu olmasaydı; imkanı olanlar evlerine gidip gelebilseydi "genç subay"lar demokrasiden bu kadar sık sık rahatsız olurlar mıydı? Hepsi kendilerini "rejimi koruma" misyonuyla bağlı hissederler miydi? Yoksa onlar da yaşıtları olan diğer üniversite öğrencileri gibi farklı farklı düşüncelere, farklı hayat tarzlarına sahip özgür bireyler olarak mı yetişirlerdi? Bütün subay aileleri lojmanlarda kalmak yerine şehre, semtlere, mahallelere dağılmış bir halde yaşasalardı, toplumla komşuluk ilişkileri kursalardı, yumurta ödünç aldıkları, yemek tarifi sordukları kapı komşuları olan başörtülü kadınları bir örnek karafatmalar gibi görmek yerine huyunu suyunu bildikleri kimini sevdikleri kimini sevmedikleri insanlar olarak görme ihtimalleri artmaz mıydı?

Yaz tatillerinde askeri kamplarda toplaşmak yerine değişik sahil kasabalarına, değişik sitelere dağılsalardı; yemeğe çıkacakları zaman her seferinde orduevine gitmek yerine onlar da herkes gibi farklı farklı lokantalara, eğlence yerlerine gitselerdi topluma bu kadar yabancılaşırlar mıydı? Köşedeki sakallı bakkalı,mahalle camiinin imamını, başı örtü üniversiteli kızları daha yakından tanısalar geceleri gördükleri şeriat devleti kabuslarından daha rahat kurtulmazlar mıydı?

Bütün bunlar olabilseydi; ordu mensupları halktan bu kadar kopuk olmasaydı; kendine özgü bir yaşam tarzı, davranış kodları olan; kendine özgü bir ahlak oluşturan olan ayrıcalıklı bir kesim olarak yaşamasalardı; yaptıkları işin -askerlik mesleğinin- bütün diğer mesleklerden çok da farklı olmadığını; ne onlardan daha kutsal, ne onlardan daha önemli ya da vazgeçilmez olmadığını daha çabuk anlarlar ve demokrasiyi içlerine daha kolay sindirirlerdi.  

bugün



Bu yazı 992 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 28 Eylül 2012 Susmak için artık çok geç
    • 24 Eylül 2012 Darbecilik mahkûm oldu
    • 21 Eylül 2012 7 adımda çözüm planı
    • 14 Eylül 2012 Libya
    • 25 Ağustos 2012 Kürtler'i PKK'dan korumak
    • 8 Ağustos 2012 Tehditle canlı kalkan olunur mu?
    • 30 Temmuz 2012 Suriye Kürdistanı
    • 2 Temmuz 2012 Zana kimi, neyi temsil ediyor?
    • 18 Haziran 2012 Kılıçdaroğlu Bahçeli'nin arkasına saklanıyor
    • 15 Haziran 2012 Olmayacak duaya amin
    • 11 Haziran 2012 Oslo süreci yeniden mi?
    • 8 Haziran 2012 Erdoğan-Kılıçdaroğlu görüşmesi
    • 4 Haziran 2012 Ses kayıtları
    • 30 Mayıs 2012 Parti kongreleri neden yapılır?
    • 21 Mayıs 2012 Sivil bayramlar dönemi
    • 11 Mayıs 2012 Yine mi?
    • 9 Mayıs 2012 Solun resmi tarihi
    • 25 Nisan 2012 Keşke CHP bölünse
    • 11 Nisan 2012 Kafası karışık bir Demirtaş
    • 9 Nisan 2012 Nizam-ı alem

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,155 µs