En Sıcak Konular

Ali Bulaç


Ali Bulaç
0 0 0000

AK Parti: Kaybeden birinci parti



Paradoks gibi görünse de, 29 Mart 2009 belediye seçimlerinin önemli sonuçlarından biri AK Parti'nin "kaybeden birinci parti" olarak sandıktan çıkmış olmasıdır.
Kaybetmenin iki ölçüsü var: Biri bundan önceki üç seçime (2002, 2004 ve 2007) göre aldığı oylarda gözlenen düşüş (yüzde 39); diğeri Başbakan Erdoğan'ın tahmin ve hesap hatası yaparak kendine koyduğu başarı çıtası. (Belediye seçimlerinde yüzde 42, İl Genel Meclisi'nde yüzde 47.)

Tablo buysa da AK Parti, en büyük parti. Bundan önce AK Parti, tartışmasız "Türkiye partisi"ydi, şimdi bu özelliği bir miktar kaybolmuş durumda. Güneydoğu DTP'ye; Akdeniz, Ege ve Trakya MHP ile CHP'ye geçmiş durumda. Büyük şehirlerde bariz bir oy kaybı var.

AK Parti'yi, "yapısal ve politik" olmak üzere iki faktörün başarısız kıldığını söyleyebiliriz. Yapısal faktörlerin başında "Türkiye partisi" olarak siyaset yapan bir partinin Türkiye'nin tümünü içine alacak bir dil geliştirme ve politik şemsiye açabilme yeteneği gelir. Bunun çok zor olduğunu kabul etmek lazım. 2007'de AK Parti bunu başarmıştı. 2009'da bu yeteneği adeta felce uğradı. "Bu kadar parçalı seçmeni nasıl bir araya getirebilirim?" sorusu anlamsızdır. Eğer sahiden siz bir sınıf partisi değilseniz; bir yaşama biçimini empoze etmeyip herkesi bir arada tutmayı hedefliyorsanız; "değere dayalı" siyaset yapar, her kitleye ulaşabilme yolunu ararsınız. Uzun zamandır AK Parti'yi siyaset sahnesine çıkaran "değer meşruiyeti"nden uzaklaştığını görüyoruz. Doğru olanı "kimlik siyasetleri"ni mahkûm ederek insanları kendi kimlik gettolarına itip hapsetmek değil, kimlikleri bir şemsiye altında toplama becerisini gösterebilmektir. AK Parti'nin "Türkiye partisi" olmaktan çıkması, sadece AK Parti açısından değil, Türkiye açısından da bir kayıptır. "Biz bölgesel milliyetçilik, etnik milliyetçilik, dinî milliyetçilik -her ne ise bu- yapmıyoruz" söyleminin siyaset bilimi ve demokrasi teorisi açısından herhangi bir anlamının olmadığı gibi, toplumsal karşılığının olmadığı da anlaşılmış bulunuyor.

AK Parti'nin normal bandı yüzde 35-40 arasındadır. Bu hiç de fena değildir. AK Parti, şimdi kendi tabii sınırlarına çekilmiş bulunuyor. 2007'de yüzde 47'ye çıkabildiyse, bunun yegâne sebebi Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı seçiminde karşısına çıkartılan hukuk dışı engeller ve 27 Nisan e-muhtırasıydı. AK Parti, bu şansı iyi değerlendirip ya yüzde 47'yi koruyabilir veya artırabilirdi. Bu şansı heba edip 8 puan kayba uğraması başarısızlıktır, bunun sebepleri üzerinde durmak gerekir:

1) Ekonomik kriz. Bunun iki boyut var: biri harici küresel boyutu, bunda AK Parti'nin dahli azdır; diğeri iktidara geldiğinden beri gelir bölüşümünü düzeltememesi, işsizliğe çare bulamaması ve reel ekonomiden çok mali piyasalardaki makro dengeleri koruyarak başarılı olduğunu iddia etmesi. Türkiye'nin hesapsız ve dizginsiz olarak küresel ekonomiye entegre olması, hem iç piyasaları hem toplumun direnç noktalarını kırdı, bu da mesela komşularımıza göre krizi daha ağır hissetmemize sebebiyet verdi.

2) Kürt politikasının tamamen çökmüş olması. Bunun üzerinde ayrıca duracağım.

3) R. Tayyip Erdoğan'ın halka yakın duruşuna rağmen, parti etrafında toplanmış bulunan ilk halkanın seçmene yabancılaşması, varoşlardan kopması. "Mağdur" olmaktan çıkıp "mağrur" imajına bürünmesi.

4) İdari/bürokratik merkezle entegre olduğuna ilişkin gelişen kuşkular.

5) Başarısız belediyeler.

6) Aday tespitinde hatalar.

7) Seçim kampanyasında takip edilen kavgacı üslup.

8) CHP'nin açılımları.

9) SP'nin yeni aktörler ve yeni bir dille sahneye geri dönmesi.

10) Lider ile seçmen arasında ara siyasi kademeler, etkili aktörler yoktur.

11) Küresel ekonomik krizle birlikte liberal felsefenin çökmesi ve bunun partinin vurgu yaparak öne çıkardığı siyasi ve ideolojik kimliğini havada bırakmış olması.

Önümüzdeki dönemde AKP kalıcı olabilir veya AP /DYP-ANAP gibi trajik sona uğrayabilir. Bunu tayin edecek faktör, bu 11 nokta üzerinde düşünüp reform yapması olacaktır.

zaman



Bu yazı 1,097 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 6 Nisan 2013 Neyin özgürlüğü?
    • 7 Nisan 2012 NATO'nun alan dışı stratejisi
    • 12 Kasım 2011 İdrak tutulması
    • 16 Temmuz 2011 Dört aktör
    • 25 Haziran 2011 Tiyatro bu
    • 19 Mart 2011 Afetler, felaketler!
    • 12 Mart 2011 Darbenin medya ayağı
    • 10 Mart 2011 Modelin altı parametresi
    • 7 Mart 2011 'Türkiye modeli'
    • 12 Şubat 2011 İhvan ve İslam korkusu!
    • 22 Ocak 2011 Kısır döngü
    • 13 Ocak 2011 Azınlık veya zımmi!
    • 10 Ocak 2011 Çatışmalar ve potansiyeller
    • 18 Aralık 2010 Başka bir dünya, başka bir iktisad!
    • 15 Kasım 2010 Diyanet'te 'yeni dönem'
    • 2 Ekim 2010 Millî Görüş'ten son kopuş!
    • 18 Eylül 2010 Ayrışmanın fotoğrafı
    • 2 Ağustos 2010 Askerler ve rolleri
    • 26 Temmuz 2010 Neden akletmiyoruz?
    • 24 Temmuz 2010 35. madde

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,979 µs