En Sıcak Konular

Ekrem Dumanlı


Ekrem Dumanlı
0 0 0000

Obama'dan bir ders çıkarmak gerekiyorsa



Barack Obama'nın Amerika Birleşik Devletleri'ne başkan seçilmesi, sadece o ülke için değil, dünya tarihi için de önemli bir gelişme. 'İlk siyahî başkan' denerek geçiştirilecek bir mesele değil yaşanan.
Kölelik sistemine dair en katı uygulamaların tortusu hâlâ duruyor orada ve onunla mücadele ediliyor amansızca. Daha altmışlı yetmişli yıllarda zenciler, aynı lokantaya girebilmek, aynı otobüste seyahat edebilmek için çırpınıyordu. Martin Luther King'in göstere göstere öldürülmesi, Malcom X'in karmakarışık bir komployla suikasta uğraması, Rosa Park'ın umumi bir vasıtada oturarak seyahat edebilmek için verdiği özgürlük mücadelesi, hatta Muhammed Ali'nin sudan bahanelerle hapsedilip dünya boks şampiyonluğu unvanının alınması gibi olaylar, daha dün denecek kadar kısa bir süre önce yaşandı. Ve bugün ABD'nin yeni başkanı Barack Obama; yani baba tarafından Afrikalı, anne tarafından beyaz...

Söylenecek çok söz var açıkçası. Ancak Türkiye üzerinden Obama yorumu yapmak için en çok bir tahammül rejimi olan demokrasi geleneği üzerinde durmak gerekiyor. Siyah beyaz ayrımı tamamen bitmiş midir bu ülkede? Tabii ki hayır. Hâlâ ayrımcılık (discrimination) suçuyla mücadele ediyor devlet; hâlâ nefret suçuyla (hate crime) boğuşuyor eğitim ve yargı sistemi. Buna rağmen siyah ve beyaz seçmen el ele veriyor ve Obama'yı Washington'ın kalbine yerleştiriyor. Bütün dünya görüyor ki; demokrasi bir kurallar manzumesidir ve o kurallara tahammül sayesinde halk iradesinden bahsedilebilir.

Amerika, şüphesiz ki bir çırpıda gelmedi bu noktaya. Acılar çekildi, bedeller ödendi; ama sonuçta ortak akıl, renk ve sınıf ayrımı yapmaksızın devletin zirvesine herkesin gelebileceğini ispat etti. Obama, başarılı olur ya da olmaz; bu başka bir konu. Her siyasetçi için muhtemel risk Beyaz Saray'ın yeni patronu için de geçerli. Asıl bugün konuşulması gereken, demokrasinin hangi pusula üzere yol aldığıdır.

Obama'nın zafer kazanması büyük bir olgunlukla karşılandı. Siyahlar, beyazlar sokaklara taştı ve bu tarihî değişimi alkışladı. Bush'un nazik kutlaması ve Obama'yı Beyaz Saray'a davet etmesi dünya basınına yansıdı. Diğer başkan adayı McCain de Obama'yı arayarak zaferinden dolayı genç lideri tebrik etti. Kem küm etmek yok, seçim sistemi üzerine mırın kırın etmek yok, 'kaybettim ama' diye başlayan bir serzeniş yok, 'Nerdesiniz bu ülkenin kurucuları! Devlet elden gidiyor' türünden bürokrasiyi tahrik yok, 'ülke azınlığın eline geçiyor, yetiş ey ordu' nevinden kışkırtıcılık yok, 'Millet iradesi de ne demekmiş; asıl olan devletin kurumlarıdır, iktidar kurumlarla paylaşılmalıdır' diyen yok...

Demokrasi, tahammül rejimidir; Amerika'daki seçimler bunu bir kez daha ispat etti. Demokrasinin halk iradesine dayandığını, ana unsurun bu olduğunu hâlâ anlamak istemeyenler var bu ülkede. İnternet sitelerinin birinde rastladım; şöyle bir propaganda yapılıyordu: ABD seçimlerini kaybeden McCain yüzde 47 almış da bizdeki AK Parti de aynı nispette oy almış da; o yüzden bu oran iktidar olmak için yetmezmiş de... Böyle bir yoruma dünyanın her yerinde kıkır kıkır gülerler. Zira bunun adı yorum değil; hazımsızlıktır. Meseleyi bu kadar çarpıtabilmek için demokrasinin kesinlikle rafa kaldırılması lazım; zira Türkiye'deki seçim sistemi ile Amerika'daki sistem farklı. İki parti arasında yapılmıyor seçimler; dolayısıyla yüzde 47'nin karşısında blok bir oy ve siyasî görüş yok. Her partiyi bir kenara ayırıp geriye kalan herkesi bir başka haneye yazacak olursanız hem siyasî gerçekliği hem de sosyal dokuyu inkar etmiş olursunuz. O zaman biri de kalkar muhalefeti yerle bir eder. Mesela bir başka sol partiyle ittifak kurarak seçime giden ama yüzde yirmilerde sürünen CHP'nin yüzde 80 muhalifi olduğu söylenebilir. Bu mantıkla yaklaşmanın sonu yok ki. MHP'ye bu zihniyetle yaklaşırsanız varlığının sebebini askıya almış olursunuz. Ya Parlamento'ya giremeyen ve yüzde 10 barajını aşamayanlar...

Önce demokrasiyi, demokrasi içindeki kuralları ve hepsinden önemlisi halkın iradesini içinize sindireceksiniz. Çünkü dünya, dönüşü olmayan bir yola çoktan girdi. Kapalı kapılar arkasında alınan kararlar ile iktidar olunamıyor artık. Seçkin bir zümrenin keyfine göre siyasî güç paylaşımı yapılamıyor artık. Halkı döverek ya da onun iradesi hiçe sayılarak ülke yönetilemiyor artık. Halkın hissiyatı, psikolojik harp tezgâhlarında istenildiği gibi şekillendirilemiyor artık. Demokrasi, mutlu azınlıkların maskeli balosu gibi sürdürülemiyor artık...

Sadece Amerika değil, bütün dünya, daha katılımcı, daha çoğulcu, daha şeffaf, daha sivil bir demokrasiye doğru gidiyor. Hâlâ Ergenekon çetesi gibi derin yapılardan medet umanlar, demokrasideki iradeyi kurumların sırtına yükleyenler, cumhuriyeti seçkin zümre yönetimi sananlar vs. aldanıyor. Bu aldanışın en vahim şekli maalesef medyada yaşanıyor. Kendini İkinci Dünya Savaşı sonrasında sanan; bu nedenle de halkı, devleti, kurumları o günün geçer değerlerine göre tanzim etmek isteyen insanlar var. Obama'nın başkan olması en çok onlara ders olmalı; zira şu ana kadar tahammül rejimine dair onlarca örnekten ders almayanların bu son durumdan mana çıkarmaları şart oldu...

Gelin buradan başlayalım

Geçen cumartesi Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, beraber yediğimiz öğle yemeğini ve o sırada yaptığımız sohbeti yazdı. Benim için de faydalı geçen sohbetin en nirengi noktasını sütununa taşımış Ertuğrul Bey. Yaftalama üzerine yazdığım geçen haftaki yazımı okuduğunu, bana hak verdiğini söylemişti. Ben de bu konuda bir reklam filmi hazırladığımızı ve halihazırda televizyonlarda bu reklamın döndüğünü söylemiştim. Sağ olsun, o da reklamı seyretmiş, etkilenmiş ve bu konudaki görüşlerini okuruyla paylaşmış. İşin doğrusu Özkök'le yüz yüze görüştüğümüzde de ortaya çıkan manzara gösterdi ki; yaftalama meselesinden herkes gibi onlar da çok muzdarip. Herkes bu kadar müşteki ise yaftalama neden sürüp gidiyor; belki bunu çözmek gerekiyor.

Şüphesiz ki yaftalamanın en temel sebeplerinden biri müzmin kolaycılık. Yeni bir fikir üretemeyenler, derinlikli analiz yapamayanlar, sorunların vıdı vıdısını yapmak yerine çözüm yollarını gösteremeyenler, hemen bir kavram üretip onun gölgesine sığınıyor ve bulduğu bir yafta ile muhatabına psikolojik üstünlük sağlamaya kalkıyor. Daha muzip gibi gözüken ve gücünü kelime oyunlarından alan yaftacılık, bireyleri yok farz ediyor ve insanlara bir sürü muamelesi yapıyor. Hal böyle olunca kimsenin eli armut toplamıyor ve daha beter bir yafta da karşı taraftan geliyor. Biri 'yandaş medya' der de öbürü 'kartel medya' demez mi; ya da biri 'dinci basın' tabirini kullanır da diğeri 'Hiltoncu basın' demez mi? Bir kere bu tür yaftalar ele ayağa düşmeye görsün; herkes yafta uydurmayı zekice yapılmış bir hamle sanır. Yanlış! Aslında sözü tükenenlerin baş vurduğu bir metottur yaftacılık; ayıptır, insanlık dışıdır...

Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni ile bu konuda hemfikir olmak mutlu etti beni. Ne var ki yazısında başka bir ayrıntıya giriyor Ertuğrul Bey; onu da tartışmak lazım. Özet olarak diyor ki 'Tamam yafta kullanmayalım ama bazıları da bazı etiketleri kendi elleriyle geçiriyorlar'. Bunu söyledikten sonra üç örnek sıralamış. Bu örnekleri okudum; hiçbiri de Zaman Gazetesi ile ilgili değil. 'Demek ki bizi kastetmiyor' diyerek duymazlıktan gelebilirim; ama mesele bu kadar basit değil. Zira her yafta aslında bir algı meselesidir ve şayet bir yaftayı hak edecek durum oluşmuşsa buna medyadaki rakiplerinden çok, kamu vicdanı karar verecektir; vermelidir...

'Tamam, yaftalamak kötüdür; ama birader sen de bunu hak ediyorsun' dediğiniz an, başkasına da aynı hakkı tanımış oluyorsunuz. Mesela Doğan Grubu'ndan her bahsettiğinde bir yaftayla söze başlayanlar da 'son üç-beş aydan örnekler' diye lafa başlasa, Ertuğrul Bey'in yaptığına benzer şeyler yapamaz mı?

Demek istediğim şey çok açık: Yaftalamakla bir yere varılamaz; bunun sonu yok. Tabii ki hatalar ortaya çıktıkça birbirimizi eleştireceğiz; ancak bilgiyle, saygıyla, dürüstlükle. Gazeteciye yakışan da bu değil mi? Sokak kavgası etmiyoruz; entelektüel bir meslek icra ediyoruz. Çıta bir yerde durmalı ki seviye korunabilsin.

Her şeye rağmen Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni'nin yaftalamaktan da yaftalanmaktan da bizar olduğuna, bunu yanlış bulduğuna sevindim. Belki her şeye buradan başlamak gerekiyor. Karşılıklı saygının gereği yakalamak zorunda olduğumuz ihtimamlı bir dil, özenli bir üslup ve bu konuda göstereceğimiz hassasiyet Türk medyası için yeni bir sayfa açabilir.

Yaftalama mevzuunda açıktan açığa yazılar yazmak, reklam kampanyaları yapmak bir yönüyle kendinizi bazı prensipler doğrultusunda bağlamak demektir. 'Haydi canım oradan, bunlar sözünde durmaz, daha önce de benzer sözler verildi' diyerek oyunbozanlık yapanlara kulak vermemek, kamuoyuyla paylaşılan yaftalamama sözünün arkasında durmak gerekiyor. Bu durum, kavgadan beslenenlerin hoşuna gitmeyecektir; ancak o hırçın mizaçlara göre pozisyon alarak orta yoldan şaşmak, bu ülkenin sosyal barışını tehlikeye atmak demektir. Geçen hafta söylediğim söz hâlâ orada duruyor: Yaftalayanı da yaftalarlar. Sözü olan, kaliteli analizler yapar, içi dolu eleştiriler yöneltir ve okuyan herkes bu yazılardan istifade eder...

zaman



Bu yazı 982 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 24 Eylül 2012 Ne gereği vardı?
    • 11 Haziran 2012 Cuntalarla nasıl mücadele edilecek?
    • 30 Nisan 2012 Şiddet!
    • 16 Nisan 2012 '28 Şubat'çılardan panik atak hamleleri
    • 10 Nisan 2012 Çin'den bakınca Türkiye'nin gücü
    • 9 Nisan 2012 Darbede tanıdığım dört subay
    • 2 Nisan 2012 Suriye İran... İşte çetin imtihan!
    • 26 Mart 2012 Terlik
    • 13 Şubat 2012 Aman dikkat!
    • 6 Şubat 2012 Bu yüzden mi susuyorsunuz?
    • 23 Ocak 2012 Hem Hrantçı hem Ergenekoncu olunabilir mi?
    • 16 Ocak 2012 Kaç kafatası bir manşet eder?
    • 9 Ocak 2012 Hesap vermek
    • 26 Aralık 2011 Çanlar Avrupa için çalarken
    • 19 Aralık 2011 Militan
    • 12 Aralık 2011 Maazallah!
    • 5 Aralık 2011 Global Ergenekon
    • 28 Kasım 2011 Dersim'den alnımızın akıyla çıkmak
    • 23 Kasım 2011 İngiltere'yi yeniden keşfetmek
    • 21 Kasım 2011 Dersim'in şifreleri

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,302 µs