Gerektiğince “asker”in de hesap vermesi, bu yapının da her devlet kurumu için talep edildiği gibi “şeffaflaşlaması” yönünde özellikle Aktütün saldırısı sonrasında gelişen son günlerin büyük tartışması devreye Başbakan'ın girmesiyle farklı bir nitelik kazandı.
Bu gözlemi medyanın -özellikle de- söz konusu tartışmayı gönüllü olarak destekleyen bölümünde dün yer alan yorumları hatırlayarak yapıyorum.
Bugüne kadar söz konusu “tartışmayı” canlı tutmaya çalışan ve dolayısıyla “askerin durduğu yer”e ilişkin haber ve yorumlara bolca yer veren bazı yayınların Başbakan'ın Genelkurmay Başkanı'na açıkça destek vermesi sonucunda bu işin içinden nasıl çıkılacağına dair gözle görülür bir tereddüt geçirdiğini gözlüyorum ben.
Bu gözlemin Başbuğ'un ve bilahare Erdoğan'ın tepkisine neden olan yayını yapan Taraf gazetesine ilişkin olmadığını söylemeye gerek yok herhalde. Taraf dünkü sayısında, tam aksine, ”Böyle başbakana böyle komutan” ve “Bu da öyle bir başbakan” yazı başlıklarında dile gelen bir tutumu tercih etti.
Aksine düşünen, bekleyen var mıydı, hayal bile edemiyorum doğrusu. Başbakan'ın Genelkurmay Başkanı'na sahip çıkması bu çerçevede hükümetten beklenmesi gereken tepki değil miydi?
Yanlış anlaşılmasın, “Bu da böyle bir başbakan” olduğu için değil; “devlet dairesi” içinde bunun böyle olduğu ve belki de olması gerektiği için.
Genelkurmay Başkanı, Başbakan'ın -yani hükümetin- genelkurmay başkanı olduğuna ve devleti oluşturan birimlerin birbirini “yarı yolda bırakma”ları ancak son derece olağanüstü koşullarda karşılaşılabilecek -yani eksepsiyonel- bir “çalım” olduğuna göre söz konusu “desteğin” şaşırtıcı hiçbir yanı yok.
Tamam, Başbakan'ın sözü yine uzattığı, makul karşılanabilicek “destek”i işi “medya analizlerine” kadar vardırarak “durulacak yerler”e ilişkin ayrıntılara girmesi eleştiriye -tamamen- açıktır. Fakat söyler misiniz: Ne yapsaydı, “her kurum kendi bacağından asılır” diyerek nereye varacağı -gerçekten- belli olmayan bir tartışmaya kayıtsız mı kalsaydı?
Tepkilere neden olan haberlerin yol açtığı bu tartışmaya ilişkin muhtemel bir “kayıtsızlık”, söz konusu haberlerden çıkarılan-çıkarılacak şu -gerçekten- dehşet verici sonucun üstü kapalı olarak kabulü anlamana gelirdi ki, maazallah: Genelkurmay Başkanlığı, 17 askerin hayatına mal olan baskını neredeyse “canlı yayın”la izlemiş ama -nedense- gerekli önlemleri almamıştır.
Burada şu tespiti yapmak meşrudur sanırım: Tepkilere neden olan “haberler”den böyle bir sonucun çıkarılması (ki “Golfçu paşa”dan başlanarak çıkarıldığını biliyoruz) boğazına kadar zaten binbir soruna batmış olan bu ülkenin açıkta kalan “başını”da çamurun içine sokmaktır.
TSK sırasında darbe yapar, canı ister muhtıra verir, kendine özgü “hukuk” yaratır, hantaldır, siyasetin vasisi gibi davranır, her gün ulus-devlet'in erdemlerini sıralayarak “tek millet”te ısrar eder, laiklik anlayışı çağdışıdır, üzerine vazife olmayan işlere karışmadan edemez, “kışla dayağı”nı -hâlâ- disiplinin temel aracı olarak kullanır, “akreditasyon”dan vazgeçmez, kimsenin kendisini denetlemesine izin vermez, dağlara taşlara “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazar, Kıbrıs sorunu başta olmak üzere dış politikaya mühadale etmeden duramaz, AB'yi yalnızca bir “araç” olarak algılar (...) şöyledir böyledir...
Ama bu kurum için silah altına aldığı gençlerin ölmesine -“göz göre göre”- göz yumar diyebilir miyiz? Bunu diyebiliyorsak iş işten geçmiştir zaten. Eğer diyebiliyorsak, bundan sonrası tufandır ancak...
Genelkurmay Askeri Savcılığı'nın toplumun ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı yönde araya girmesi, Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nin savcılığın talebini oybirliği ile kabul ederek “haberler”e sansür uygulaması -tabii ki- karşı çıkılması gereken bir uygulamadır. “Askeri yargı”yı bu çerçevede de eleştirmek ve bu türden bir “paralel yargı”nın varlığına itiraz etmek tabii ki başta medyaya düşen bir görevdir.
Bunu hatırlatıyorum, çünkü TSK söz konusu olduğunda bu ve benzer reformları talep etmek başka, TSK'ya “haberler”den çıkarılan sonuçlarda gözlendiği gibi, askerini “göz göre göre” ölüme gönderdiği suçlamasını yöneltmek bambaşka şeylerdir.
Yazıya nokta koymadan önce, Akif Emre'nin önceki gün, yani Başbakan'ın Başbuğ'a destek çıkmasının arefesinde yayımladığı “Sivil servis mi sivilleşme mi?” başlıklı son derece dikkat çekici yazısından bir alıntı yapmak istiyorum.
Emre, son dönemde medyada kuvvetlenen “asker eleştirisi”ni gözden geçirdiği yazısını şöyle bağlıyordu:
“Şunu unutmamak gerekir; sanılanan aksine belli temel konularda şu anki Genelkurmay Başkanı ile Başbakan arasında mutakabat oluştuğu anlaşılıyor. Muhtemel çatlakların bu mutakabatı bozmaya, zayıflatmaya yönelik 'içerden' itiraz olduğu ve bunlar tarafından 'sivil servis'e sunulduğu sonucuna varabiliriz. Sivilleşme ile sivil servisleri birbirine karıştırmamak lazım.”
Emre'nin yazısı benim hâlâ tam kavrayamadığım başka önemli tespitler de içeriyor. Meseleyi burada bırakmayıp açacaktır umarım.
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle