Murat Yetkin
0 0 0000
Erdoğan-Doğan meselesi nereye gidiyor?
Ankara’daki Batılı diplomatların bugünlerdeki merak konuları arasında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın geçen haftaki konuşmasıyla başlayan Erdoğan-Doğan tartışması var. Bu tartışma sayesinde ilgi gösterip izlemeye başladığı Deniz Feneri davası büyük büyükelçiliklerin daha çok siyasi ve yolsuzluklarla da ilgilenen ekonomi bölümlerinin ilgi alanına giriyor. Büyükelçiler ise, biraz da magazine kaçan bir ilgiyle bir hükümet-medya savaşına tanık olduklarını düşünüyorlar.
Önceki gün bir büyükelçi bana bu ‘çarpışmadan’ kimin daha çok zararlı çıkacağını soruverdi. Çarpışma fiilini çatışma değil, tıpkı CERN deneyinde protonların çarpıştırılması anlamında, ya da iki otomobilin çarpışması anlamında kullanıyordu.
“Hükümetlerin medyadan duyduğu rahatsızlığı gizleyemez hale gelmesine, harekete geçmesine Türkiye ilk defa tanık olmuyor” dedim; “Doğan Grubu da hükümetlerle ilk defa karşı karşıya gelmiyor. Sonuçta bir çarpışma, çarpışan tarafların tamamına zarar verir. Kimine daha az, kimine daha çok. Ama dünyadaki örneklere baktığımızda demokrasilerde medyayı karşısına alan hükümetlerin kısa vadede belki zafer hissi yaşayabilse de, uzun vadede tadını çıkaramadıkları görülüyor.”
Büyükelçinin sorusu, hükümetlerin isterlerse ellerindeki bütün gücü kullanarak karşısındakini pes ettirebileceği varsayımına dayanıyordu.
Şahsen Türkiye’nin dış dünya ile bütünleşme ve demokratik çoğulculuk düzeyinin, Başbakan Erdoğan ve hükümetin böyle bir niyeti olsa dahi buna izin vereceğini zannetmiyorum.
Ayrıca, demokratik olsun olmasın, güç kullanımı kendi başına diğer gelişmelerden bağımsız değildir.
Güç kullanımının iki temel unsuru vardır. Birincisi, kullanacağınız gücün sınırları, ikincisi meşruiyetidir. Kamuoyunu güç kullanımının meşruiyetine ve gücünü olması gereken sınırlar içinde kullandığına ikna edemeyen güç sahibi, hedeflerine ulaşamaz. ABD’nin Irak harekâtı buna örnek verilebilir. Harekâtın başarıya ulaşamadığı birkaç gün önce ABD Genelkurmay Başkanı’nca ABD Kongresi’nde dile getirildi. Güç kullanımının bu iki unsurunu Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz cumartesi İstanbul’da yaptığı ve Doğan Yayın Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan’ı hedef aldığı konuşmasına ve onun pazar günkü devamına uygularsak, ikisinde de sorunların olduğunu görebiliriz.
1- Dünyanın her yerinde bir dava iddianamesinin haber niteliği vardır. Özellikle de o iddianamede ülkenin yönetimindekilerin adı geçtiği para-medya-siyaset ilişkisi varsa, onu haber yapmak değil, yapmamak sorugulanır. Erdoğan’ın haberin doğru yansıtılmadığına ilişkin eleştirileri olabilir. Bu ayrı şeydir, ‘Neden dava bitmeden haber yapılıyor?’ tepkisi ayrı şeydir. Başbakan olarak iddiaların üzerine gidip yolsuzlukla mücadele edecek en yetkili makamdayken, yolsuzluk iddilarının kamuoyuna yansıtılmasına karşı tutum geliştirmek, özgürlükler açısından da meşruiyeti yaralayıcı olmuştur. Üstelik Başbakan, bu haberin duyurulmasına gösterdiği tepkiyi, başka ticari faaliyetlere bağlayarak yaklaşımının meşruiyetine bir gölge daha düşürmüştür.
İkincisi, Aydın Doğan’a süre verip, ona göre açıklamada bulunacağını söylemek 1- Yürütme gücünü kötüye kullanmak, 2- Yürütme gücünü hatalı kullanmak demektir. Ortada yanlışlık varsa Başbakan’a düşen bu yanlışın derhal üzerine gitmek, duymak istediği şey her ne ise duyduktan sonra da yanlışın örtbas edilmesine izin vermemek olmalıdır. Üstelik Başbakan, güç kullanımına zaten Anayasa Mahkemesi kararıyla yaralı duruma düşen AK Parti’yi de ortak etmiştir. Şimdi herkes Başbakan’ın bugün, ya da yarın ne diyeceğini bekliyor ama, hükümet cephesinde şimdiden hasar ortaya çıkmaya başladı. Şaban Dişli istifasında ağırlığının payı olan Bülent Arınç’ın Deniz Feneri soruşturmasında da olayın üzerine gidilip hata yapanların bulunmasından yana tavır aldığı görülüyor. Bir başka örnek RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın durumu. Kendisiyle konuştuğum Akman, iddiaların bir önceki RTÜK Başkanlığı dönemini bağladığını, bu dönemi bağlamadığını söylüyor. Hukukçu değilim, haklı olabilir. Ama o koltukta artık eskisi kadar rahat oturabilecek midir?
Olay, magazin boyutlarının dışında bu yönüyle değerlendirdildiğinde ‘çarpışmadan’ kaçınmak için hâlâ vakit varsa, Başbakan’ın o yolu tercih etmesi daha makul görünüyor.
Bu yazı 1,294 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
22 Mart 2012
İki önemli mesele
-
15 Mart 2012
Türkiye'nin yeni deniz stratejisi üzerine
-
23 Aralık 2010
Şahin'den çağrı: Siyasi partiler yasası değişmeli
-
11 Aralık 2010
Üniversitelerde ikinci 68 mi?
-
5 Aralık 2010
Ankara'dan Tel Aviv'e: Özür insani-siyasi diye ayrılamaz
-
21 Kasım 2010
'Diyarbakır'da 3. bir yol açabiliriz'
-
19 Kasım 2010
'Füze kalkanında mutabakata yakınız'
-
15 Kasım 2010
2010 model Ecevit çıkışı
-
7 Kasım 2010
Hem AK Parti hem de CHP'de merkeze açılım
-
23 Ekim 2010
Bedelli görüşülmedi ama söz siyasetin
-
18 Ekim 2010
Gül ve Demirel'le dinleme üzerine
-
3 Ekim 2010
Siyaset sahnesinde bu kez çok güzel hareketler var
-
30 Eylül 2010
ABD, Irak sınırında güvenlik şeridine destek verdi
-
26 Eylül 2010
Bilim dünyasına biraz daha ilgi
-
16 Eylül 2010
CHP'nin hatası ve faturası
-
11 Eylül 2010
Öcalan 'boykot' dedi, tansiyon yükseldi
-
30 Temmuz 2010
Kılıçdaroğlu: Geçmişteki yanlışları telafi ediyoruz
-
25 Temmuz 2010
Orduda değişim
-
22 Temmuz 2010
Başbakan hesaplaşacaksa madde 35 ve YÖK'ü kaldırsın
-
20 Temmuz 2010
AB elçisi: Yeni bir İran istemiyoruz
Yorumlar
+ Yorum Ekle