En Sıcak Konular

Ekrem Dumanlı


Ekrem Dumanlı
0 0 0000

Sporda yeni bir dönem başlarken...



Bir yandan 2008 Pekin Olimpiyatları bitti; diğer yandan Turkcell Süper Lig başladı. Gündem, ister istemez, spor. Olimpiyatlarda ortaya çıkan millî başarısızlık, futbol dışındaki spor dallarının ne kadar ihmal edildiğini yeterince ispat ediyor.
Bu vahim durum karşısında herkes birbirini suçluyor. Pekin'deki başarısızlığın faturası kime kesilecek? Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay'a yönelik ağır eleştiriler her gün medyaya yansıyor. Ancak kazın ayağı öyle değil. Çünkü bu başarısızlığın hesabı bir kişi ya da kuruma sorulamaz. Tepeden tırnağa herkesin aynaya bakması, "Biz nerede hata yaptık?" demesi şart! Başbakan Erdoğan, geçenlerde "Herkes külahını önüne koymalı." dedi. Yerden göğe kadar haklı. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nden belediyelere, okullarda yürütülmesi gereken spor faaliyetlerinden sporun her dalına sahip çıkması gereken medyaya kadar 2008 Olimpiyatları'ndaki hezimette herkesin payı bulunuyor. Ne yazık ki, bu ülkede hiçbir başarısızlık enine boyuna tartışılamıyor. Kolaycılığa kaçılıyor ve fatura bir yere kesilince bütün hesabın görüldüğü zannediliyor.

Olimpiyatlardaki başarısızlığın en yaygın mazereti şu cümleye sıkıştırılmış durumda: "Futbol dışındaki sporlara ilgi gösterilmiyor da o yüzden..." Bu hüküm doğru ama eksik; hangi pencereden baktığınıza bağlı çünkü. Doğru; çünkü futbola duyulan ilginin sosyal hayatta bir karşılığı var ve bu durum, futbola yapılan yatırımları da teşvik ediyor. Eksik; çünkü bazı spor dallarına karşı yapılan sponsorluk çalışmaları maalesef yeterli desteği bulamadı. Sonuçta iş döndü dolaştı "üç büyükler" denilen spor kulüplerine kaldı. Onlar basketbol, voleybol gibi alanlara biraz girince, bu sefer de o alanlardaki seyirci profili değişmeye başladı. Stadyumlardaki hiddet ve şiddet kapalı spor salonlarına taşınacak diye sporseverlerin yüreği ağzında. Suç kimin? Üç büyük kulübün mü, spora ilgiyi artıramayan federasyonların mı, sporcu altyapısı ve spor kültürünü geliştiremeyen birimlerin mi, her türlü teşvike rağmen "ille de futbol" diyen vatandaşın mı? Aslında herkesin bir miktar payı var bu başarısızlıkta.

2008 Pekin Olimpiyatları millî bir tükeniş olarak geçecek spor tarihimize. Daha kötüsü, önümüzdeki olimpiyatlar için tedbir alınmazsa daha büyük başarısızlık bizi bekliyor. Herkes üzerine düşeni yaparken en çok özeleştiri yapması gerekenlerin safında yer alan medya, yine mangalda kül bırakmıyor. Herkesi eleştirirken kendisini eleştirmiyor. Oysa bugünkü hezimette medyanın da payı büyük. Futbol dışında hiçbir spor dalına yeterince ilgi göstermeyişimiz her ne kadar halka fatura edilse de, halkın ilgisizliği mi bu tabloyu oluşturuyor, yoksa basının ilgisizliği mi halkta boşvermişlik havasına yol açıyor; bu meçhul. Belki de tipik bir tavuk yumurta bilmecesi var karşımızda...

Sorgulanması gereken bir başka konu var: Türk medyası futbolla yatıyor, futbolla kalkıyor da çok olumlu sonuçlar mı alınıyor? Saatlerce süren televizyon programları spor kültürümüze ne kazandırıyor mesela? Ya da sayfalarca yer işgal eden futbol haber ve yorumları, hangi centilmenlik duygusunu besliyor? Reytinglere feda edilen televizyon programları sadece centilmenlik duygularını yok etmiyor; toplumsal dokuya virüsler bulaştırıyor.

Medya sağlam duruşuyla öncülük etmeli

Geçenlerde rastladım bir spor programına. Daha lig başlamamış, daha maçlar yapılmamış, daha başarı ya da başarısızlık sebebi sayılabilecek işler gerçekleşmemiş... Tribünlere insanları toplamışlar. Öyle bir hararetle programı açıyor ki genç sunucu; sanırsınız az sonra kıyamet kopacak. Program başladı. Hayri Hiçler, Adnan Aybaba, Engin Verel... Daha dakika bir, gol bir. Nasıl ağır sözler sarf ediliyor, nasıl kavgacı bir dil kullanılıyor; inanın, bir kahvehaneye gitseniz bu kadar kaba konuşmalara rastlamazsınız. Herkes birbirine "sen" diye hitap ediyor. "Konuşma, sus, sen kimsin, sen ne anlarsın, sen ne biçim konuşuyorsun" gibi laflar en nazik cümleler. Programı yöneten genç arkadaş, ne yapacağını şaşırmış durumda. "Kalkar giderim, stüdyoyu terk ederim" teraneleri konuklar arasında turnike usulü devam ediyor. Dayanamadım, kapattım. Sanırım pek çok seyirci de öyle yapmıştır; zira bir spor programında bu kadar nezaket ve nezahetten kopmanın mantığı olamaz. Bu duruma el koymayan televizyon yöneticileri, buna boyun eğen seyirciler ve bundan haz alan taraftarlar, bunu ciddiye alan yöneticiler... Bu kadar asabı bozuk insanın değişik kanallarda bir araya gelip saç saça, baş başa kavga etmesinin, toplum psikolojisini de olumsuz etkileyeceği kesin.

Ligler başladı. Yeni bir sayfa açılabilir. Bu temiz sayfayı önce medya açmalı. Çirkeflik kokan hiçbir davranışı ve beyanı teşvik etmemeli. 23 Ağustos'ta Sabah gazetesinde Yüksel Aytuğ harika bir yazı kaleme almış mesela. 'Spor yayıncılığının manifestosu' başlığını taşıyan yazıda 7 maddelik yayıncılık ilkesi koymuş ortaya. Ne güzel! Herkes böyle bir manifesto geliştirebilir aslında. Medya kendine çekidüzen verince kulüp yöneticileri de, taraftar da ona göre davranmak zorunda kalabilir. Ayıplanmaktan, eleştirilmekten, suçlanmaktan endişe eden ve sportmence davranmaya kendini mecbur hisseden bir futbol dünyası için medyanın sağlam bir yerde durması gerekiyor.

Madem toplum futbolla bu kadar yakından ilgili; o zaman medyanın bu ilgiyi göz ardı etmesi mümkün değil. Arz-talep dengesi içinde yapılan haberlerde ve yorumlarda daha sağduyulu yayıncılık sergilemek gerekiyor. Sportmenliği teşvik eden yayıncılık anlayışının temel bir medya kültürüne dönüşmesi, futbol dışındaki spor dallarına duyulan ilgiyi artırmak bakımından da önemli. Aksi halde hem futbolun zevki kaçar hem de diğer dallarda sırtımız yerden kalkmaz!..

Ahkâm kesmek üzerine ahkâm

Bu sütunda her pazartesi kendi yayın mantığımızı ve ilkelerimizi şerh etmek için çırpınıyoruz. Kimseyi kırmak, üzmek gibi bir amacımız da yok. "Bu işi biz biliriz" gibi bir tekebbürden de -hâşâ- Yaradan'a sığınırız. Önemli olan, her gün çetrefilli bir gündemle sarsılan ülkemizde hadiselere yaklaşım biçimimizi ortaya koymak ve yayın kalitemizi artırmak. Biz bu amaç için hedefe kilitlenmiş koşarken ayağımıza takılan bazı şeyler de olabiliyor. Mesela yalan haber eleştirisi yaptığımızda birileri üzerine alınabiliyor söylenenleri. Veya hakaret dolu yazı yazarak insanları rencide edenler, böyle bir kibir ve böbürlenmeyi ilke çerçevesinde tenkit ettiğinizde "Beni mi kastetti?" deyip tevehhüme kapılabiliyor. Ya da siz yayın mantığını gazetecilik ilkeleriyle izah ederken bir şekilde bundan gocunan "Bize akıl mı veriyorsun?" diyen çıkabiliyor.

Aslında yapmaya gayret ettiğimiz şey çok basit: Kendi yayın kültürümüzü ve yaklaşımımızı anlatmaya çalışıyoruz. Bu ülkede gazetecilik pespaye bir keyfîlik içinde yapılıyor ve ilkesiz, omurgasız neşriyatın faturasını herkes birlikte ödüyor. Kimin ne yaptığı bizi bir yönüyle ilgilendirmiyor. Sonuçta kamuoyu, bilgisi ve sezgisiyle bir çeşit denetim yapıyor ve ileride daha baskın bir şekilde yapacak. Ancak biz, bize ait olan sorumluluğun hesabını vermekle mükellef hissediyoruz kendimizi. O yüzden de olabildiğince isim zikretmeden ve insanları rencide etmeden kendi bakış açımızı şerh ediyoruz. Bu duruma rağmen "Ahkâm mı kesiyorsunuz?" şeklinde ifade edilen telaşı ve paniği anlamakta zorluk çekiyorum. Yıllar boyu "Biz ne zaman adam oluruz?" diye yazı yazan arkadaşlar ahkâm kesmiş olmuyor da, kendi yayınlarının mantığını anlatmak için çırpınıp duran insanlar mı ahkâm kesmiş oluyor?

Hiçbir yazar, yakasını tarihin ellerinden kurtaramaz; çünkü hiçbir yazının mürekkebi kurumaz. Hele tartışmalarda üçüncü şahıslara acımasızca yapılan saldırıların hesabı asla verilemez. Bir gün ehli insaf ve ehli vicdan kibirle tevazuu, gururla onuru birbirinden gece-gündüz mesabesinde ayıracaktır. Ötelenmiş utançlardan kurtulmanın yolu çarpıtılmış laflarla tekebbür göstermek değildir. Kendi yayın mantığını okurlarıyla paylaşanlar, en çok kendilerini bağlamış olurlar. Bu açıdan bakıldığında herkesin yüreği yetmez kendi ilkelerini milyonlarla paylaşmaya. Keşke herkes kendi yayın mantığını ortaya koysa da kamuoyu "Sen vaktiyle böyle yazmamış mıydın?" diye sorsa. O zaman hataların önüne daha kolay geçilmez mi?

zaman



Bu yazı 1,022 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 24 Eylül 2012 Ne gereği vardı?
    • 11 Haziran 2012 Cuntalarla nasıl mücadele edilecek?
    • 30 Nisan 2012 Şiddet!
    • 16 Nisan 2012 '28 Şubat'çılardan panik atak hamleleri
    • 10 Nisan 2012 Çin'den bakınca Türkiye'nin gücü
    • 9 Nisan 2012 Darbede tanıdığım dört subay
    • 2 Nisan 2012 Suriye İran... İşte çetin imtihan!
    • 26 Mart 2012 Terlik
    • 13 Şubat 2012 Aman dikkat!
    • 6 Şubat 2012 Bu yüzden mi susuyorsunuz?
    • 23 Ocak 2012 Hem Hrantçı hem Ergenekoncu olunabilir mi?
    • 16 Ocak 2012 Kaç kafatası bir manşet eder?
    • 9 Ocak 2012 Hesap vermek
    • 26 Aralık 2011 Çanlar Avrupa için çalarken
    • 19 Aralık 2011 Militan
    • 12 Aralık 2011 Maazallah!
    • 5 Aralık 2011 Global Ergenekon
    • 28 Kasım 2011 Dersim'den alnımızın akıyla çıkmak
    • 23 Kasım 2011 İngiltere'yi yeniden keşfetmek
    • 21 Kasım 2011 Dersim'in şifreleri

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,469 µs