Kendileri Yargıtay Başkanvekili... Konuşmaları medyaya "Yargıdan da büyük tepki" diye yansıyor. Oysa onu dinlerken, çok da özenli bir konuşma yapmadığını hissediyorsunuz.
Sonuç itibariyle iki Yargıtay üyesi yaş durumundan emekliye ayrılacak, o da, Yargıtay Başkan vekili olarak şirinlik tarzında birkaç söz söyleyecek. Zaten öyle başlıyor konuşmaya... Önce nostaljik birkaç cümle... "Bizim zamanımızda, yani 1960'larda, üniversitelerin önü böyle miydi ya... Böyle kapılarda "inancım gereği" diye bağıranlar var mıydı? Ne oldu bizim üniversitelerimize? vs...
Ama bu ifadelerden manşet çıkmaz. Daha dişe dokunur şeyler lazım. Sayın Başkanvekili onu da ihmal etmiyor. Güncel tartışmadaki rolünü, işte şu dişe dokunur cümle ile üstleniyor: "Yasama, laiklikle ilgili düzenleme yapamaz." Bu laf hiç de fena değil. Bundan manşet çıkar. Tabii içini sorgulamazsanız. Sayın Başkanvekili, sözün bir yerinde Meclis'i "Yasalaşma kültürünü sorgulama"ya çağırıyor. Ama sanırım, kendi söylediklerini pek sorgulamıyor. Şimdi şu laik demokratik düzeni bir anlayalım:
Meclis seçilmiş insanlardan oluşan temsili bir yasama organı. Yani kanun yapacak. Ancak Meclis, kendisini laiklikle bağlamış. Laiklik ilkesine göre kanun "yukardan" gelmeyecek. Yani "İlahi - tanrısal" buyruklar kanunlar için kaynak oluşturmayacak. Akıl ve bilim kaynak olsun denmiş.
Akıl da bilim de insan için. "Tanrı - İnsan ilişkisi nedir ne değildir?" sorusu ayrıca tartışılacak bir soru. Şimdilik onu tartışmayalım. Biz önceki muhakemeye devam edersek, Meclis'in yasama organı olması, laikliğin içeriğine de Meclis'in karar vermesini gerektiriyor. Zaten de öyle olmuş. Şimdi geldiğimiz noktayı düşünelim: -Yasama laiklikle ilgili düzenleme yapamaz!
Ne demek bu? Meclis iradesi, laiklik adına "İlahi - tanrısal" olanı dışladığına göre ve bu yetki ile donatılmış olan Meclis laiklikle ilgili düzenleme yapamayacağına göre, laiklik "Tanrısal"dan öte bir anlam kazanıyor. Laikliği, Meclis'in de üstünde bir irade koruyor.
Hatta milletten de üstün bir irade! Meclis kendi iradesi ile sistemin kalbine yerleştirdiği şey üzerinde mütalaa yapamaz hale geliyor. Nasıl bir irade bu acaba? Siz anlayabiliyor musunuz? Şöyle bir şey değil mi? Meclis bir kutsal yapı oluşturuyor ve sonra ona dokunmaktan korkuyor. Bir tür tabulaştırma. Evet, işte böyle, Türkiye'de tartışılan bazı şeylerin üstünü kazıdığınızda altından acayip mantık silsileleri çıkıyor.
Bir başka ihtimal, laikliğin, Meclis'ten, yani millet iradesinden farklı ve üstün bir başka irade tarafından sistemin kalbine zorla yerleştirildiği ve Meclis'in buna boyun eğmek zorunda kaldığı ihtimalidir. Acaba hangisi? Ya da bu soru anlamsız mı? Bu soru anlamsızsa, Meclis, kendi yaptığı bir kutsala dokunma korkusuna mı büründürüldü? Sayın Başkanvekili o nostaljik iklimde bir şey daha söylüyor:
"Laiklik ilkesinin doğrudan veya dolaylı yeni düzenlemelerle zayıflatılmasının kesinlikle kabul edilmez olduğu..." Bu ifadeleri okuduktan sonra aklınıza gelen sorular şunlar değil mi? -Acaba laikliğin doğrudan zayıflatılması nasıl olur? -Dolaylı zayıflatılması nasıl olur?
Aslında Türkiye uygulamasında "laikliğin doğrudan zayıflatılması" konusu bile net değildir. Büyük oranda keyfiliğe açıktır. Buna bir de "dolaylı zayıflatılma" ihtimalini ilave ettiğinizde, ortaya, tamamen keyfi bir değerlendirme ortamı çıkıyor.
Türkiye'nin laiklik ekseninde tartıştığı şeylerin çok büyük kısmının bu keyfilik ortamının ürünü olduğunu söylemek mümkün. Meclis'in, daha özgürlük yanlısı bir laiklik yorumuna yönelmesi bile, laikliğin zayıflatılması ihtimaliyle alakalandırılıyorsa, varın siz gerisini hesap edin. Meclis bile kuşku odağı haline getirilebiliyor ise, başörtülü bir "kızcağız"ın esamisi mi okunur? Ez geç. Yaşasın laiklik! Yaşasın tabumuz! Haddini bil millet!
BAYKAL’I DINLERKEN...
Baykal'ın dünkü Grup konuşmasının birinci bölümü, "İslam'da bir başörtüsü emri vardır" şeklinde kurulmuştu. Burada islami alana büyük saygı ile yaklaştı. İkinci bölümde bu emrin bir anayasa emri haline getirilmek istendiğini ifade etti, bunun laiklikle bağdaşmadığını söyledi, üçüncü bölümde ise, "Üniversitede bu emri uygulamak laiklik için tehlikedir" e geldi.
Yani birinci bölümdeki "islami emir" vurgusu havaya uçtu. Birinci bölümde Antalya Müftüsü, son bölümde laiklik misyoneri oldu. Sonuçta ortaya Türkiye'ye özgü bir çözümsüzlük anıtı çıktı. Baykal, her şeyi "Yasak hemşerim"e göre düzenlemişti. Ne denir? CHP grubunda ayakta alkışlandığına göre bu çözümsüzlük anıtı onlara kutlu olsun, denir.
bugün
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle