En Sıcak Konular

Ekrem Dumanlı


Ekrem Dumanlı
0 0 0000

Provokatör medya



Biliyorum, başlıktaki tabir ağır, keskin; hele genelleme yapmak suretiyle çok geniş bir kitleye teşmil edilirse üzücü, kırıcı. Öyle bir sonuca yol açsın istemem. Ancak ideolojik teorilerde provokasyonun da, ajitasyonun da bir yeri ve anlamı olduğu kesin.
Soğuk savaş çoktan sona erdi; lâkin onun lanetlik ruhu hâlâ aramızda dolaşıyor. Soğuk savaşın propaganda taktikleri vardı; hâlâ o metotların gönüllü devrimcileri çırpınıp duruyor. Teoriye göre "halkların bilinçlendirilmesi" amacıyla kışkırtıcı yayınlar da yapılır, yalan-yanlış bilgilere de başvurulur.

Türkiye'de yaşanan her antidemokratik hareketin içinde provokatör medya vardı. Uç örnekler bulunur, abartılı ifadelerle tahrik edici bilgiler sunulur, gerekirse uydurulur, çarpıtılır ve sistem içinde güçlü olduğu düşünülen kurumlar göreve davet edilir. Ne acıdır ki milleti birbirine kırdıran provokasyon timleri, arzu ettikleri sonucu aldıktan sonra ve maksatlarına vasıl olduktan sonra, ilk fırsatta soluğu özel tapınaklarında alır, günah çıkarma ameliyesine başvurur ve sebep olduğu olayların aktörlerini suçlayarak yeniden demokrat, sosyal demokrat, özgürlükçü gibi maskelerini takar. Düşünün ki bu memlekette hemen her cunta ve çeteyle bağı olan; bu ilişkiden dolayı ağır bir şekilde suçlanan hatta yargılanmış, hakkında hatıralar yazılmış gazeteciler var ve bunlar aynı antidemokratik çırpınışı ilerleyen yaşlarına rağmen bir kez daha pervasızca yapabiliyor. "Devleti ele geçiriyorlar" diye her gün feryat eden adam(lar)a bakar mısınız lütfen. Demezler mi "kardeşim 60'taki darbeyi hazırlayan senin yazıların, idamla yargılanan çeteyi tahrik eden senin yazıların, 71 muhtırasına gelinirken bizzat komitacılık planlayan senin yazıların, 28 Şubat'ın senaryosunda fiilen rol alan senin yazıların..." Hangi hakla bazı insanlar yaptıklarını unutur da aynı senaryoda yeniden rol alır ve provokatörlük yapabilir?

Amaç 'öteki'ni tahrik etmek mi?

Maalesef Türk basınının demokrasi özrü çok sayıda gazeteciyi sabıkalı hale getiriyor. Maalesef! Kimi 60'tan yaralı, kimi 70'e takılmış, bir kısmı 80'in vebalini omzundan atabilmiş değil; bir kısmı 28 Şubat'ın yol açtığı zincirleme kazanın sebebi olmaktan kurtaramıyor yakasını. Bugünkü siyasî tablodan rahatsız olanlar, yakın maziye dönüp bakmalı ve "Nerede hata yaptık" demeli. O zaman üzerine ağıt yaktıkları konuları bizzat müşahede edecekler. "Merkez sağ niçin çöktü" diyorlar; lütfen arşivinizi karıştırın ve orada, elinizdeki sopayla halkı nasıl dövdüğünüzü göreceksiniz. Solu da bitiren aynı zihniyettir: "İnanca saygılı laiklik" CHP'nin defterinde niçin silindi? Sol neden bu kadar marjinalleşti? Serzenişte bulunmaya hakkınız yok; zira sokakta yaşanmayan problemleri ekranlarda ve gazete sayfalarında ölüm-kalım meselesi haline getiren sizsiniz...

Başörtüsü tartışmalarındaki hiddet ve şiddete bakar mısınız? Bu ne anlamsız bir kin, bu ne ölçüsüz bir öfke. Bir ülkenin aydınları, çılgın bir ruh haline kendini bu kadar kaptırıp "Yasak devam etsin!" diye feryadı koparır mı? Diyelim ki endişeniz var, kuşkunuz var; oturup konuşmanız, orta yol formüller aramanız gerekmiyor mu? "Zinhâr konuşmam, istemiyorum!" deyip ortalığı velveleye boğmanın bir anlamı yok ki! Bir türlü görmek, kabullenmek, anlamak istemiyorsunuz; fakat bir mağduriyet var ortada! Gözü yaşlı gencecik kızlar üniversiteye alınmıyor ve bundan mutlu olabiliyor "aydınlar"(!) Nasıl bir psikolojidir ki bu! Nasıl bir halet-i ruhiyedir ki 21. asırda yasakçılık yapar ve o yasağı kaldırmak isteyen partilere topyekûn savaş açar, yargıyı etkilemek için baskı grupları oluşturur, Meclis'e meydan okur, etrafa hakaret savurur? Yazık değil mi bu ülkeye, bu ülkenin beyin gücüne, ruh saffetine...

Geçenlerde akşam haberleri seyredeyim diye ortadan yayın yapan bir televizyonu açtım. Aman Allah'ım! Güya sokaktaki insanlardan görüş alınıyor; hepsi ittifakla "Bu yasağın kalkması laikliğe aykırıdır" diyor. Peki sokak gerçekten öyle mi düşünüyor? Tabii ki hayır! Objektiflik çoktan rafa kaldırılmış. Bu konuda yapılan bütün ilmî araştırmalar, halkın yüzde 80'ine yakın ezici bir çoğunluğun üniversitelerdeki başörtüsü yasağına karşı olduğunu ortaya çıkarmıştı. Fakat medyanın umurunda değil araştırmalar. Televizyon yöneticileri için bilimsel çalışmaların önemi yok; sokak, verilmesi gerektiğini düşündüğü mesaj için sadece araçtır. O yüzden provokatör diyorum; çünkü bu metodun adı ideolojik terminolojide provokasyondur. Bir sokak mülakatı da şu: Mikrofonu görür görmez histerik bir konuşma şehvetiyle hareket eden küçük bir zümre sırayla fikir beyan ediyor ve hemen hepsi aynı şeyi söylüyor: "Eskiden başörtülülere bu kadar kızmazdım, hatta bunun özgürlükle ilgili olduğunu düşünürdüm; ama artık farklı; başörtülüler üniversiteye sokulmamalı!" Bu tür yayın yaparak aşırı tahrik peşinde olan televizyon yöneticilerine (mesela Show TV yöneticisi Ali Kırca'ya) sormak şart oldu: "Kardeşim siz ne yapmak istiyorsunuz, halk bu mu, halkın genel hissiyatı bu mu?" Bu yayınların özel adreslere teslim siparişler olduğu, paçasından damlayan pespayelikten belli. Bu tür yayınlar bir yandan taraflarını kışkırtmaya yönelik, diğer taraftan da "öteki"ni tahrik etmeye. Bu ülke bu tür yayınlar yüzünden sağcı-solcu, Kürt-Türk, Alevi-Sünni, laik-antilaik diye defalarca bölünmek istendi ve ağır faturalar ödendi. Aynı iğrenç senaryoyu figüran değiştirerek bir kez daha sahnelemek yakışıyor mu Türk medyasına? Farklı görüşlere yer vermek ayrı, düşmanlığı körüklemek ayrı... Gazeteler, televizyonlardan farklı değil. Sanki söz birliği etmişler; başlıklar aynı, spotlar aynı, bakış açıları aynı. Ne empati kalmış ne sempati! Koro halinde yazılmış yazılar çok sesliliği, katılımcılığı, uzlaşmacılığı, paylaşımcılığı çoktan unutmuş. Büyük bir öfkeyle veryansın ediliyor. AK Parti hakkında yazılan ağır yazılar yetmiyor, MHP'ye var gücüyle saldırıyorlar. Bir de dillere pelesenk olmuş bir cümle var: "Siz yüzde 46,7 halk desteğine mi güveniyorsunuz?" İyi de başörtüsü meselesi yüzde 47'leri çoktan aşmış durumda. O rakamın yanına MHP'nin, DP'nin, ANAP'ın, BBP'nin hatta bağımsız pek çok adayın aldığı oyu da yazın; o zaman araştırmalar sonucu ortaya çıkan rakama yani yüzde 70 ila 80 arasındaki bir noktaya ulaşacaksınız. Diyelim ki böyle bir destek bile söz konusu değil; "yasak kıyamete kadar devam etmeli" mantığının makul ve makbul bir açıklaması yok ki!

Bazı YÖK üyelerinin anormal tepkisi akla ziyan bir tablo çıkarıyor karşımıza? Darbe özentisi taşıyan adam, profesör olsa bile aydın olamamış demektir! Art arda çeteler çıkıyor ortaya; elleri kanlı vicdanları paslı örgütler karşısında bir tek cümle etmeyen üniversite hocaları, öğrencilerinin üniversiteye girmemesi için kılıktan kılığa giriyor. Biri de çıkıp demiyor "Yalan arkadaşlar, bunlar bizim kendi öğrencilerimiz; gelen bu çocuklarımızı siyasetçiye malzeme yapmayalım, bunlara biz sahip çıkalım!" Ne gezer; gardiyanlık ruhlarına sinmiş bazı insanların... Neyse ki sayıları bini aşan bir grup öğretim görevlisi özgürlüğün yanında yer aldı ve 60'tan beri "kara cübbeliler" diye bilinen yaftayı hocaların boynundan alıp farklı bir fotoğraf verdi. Fildişi kulesinden darbe goygoyculuğu yapanların ezberini bozan bir tabloydu bu.

Halk, medyadan daha sağduyulu!

Bu duruma rağmen bir profesör oturmuş Meclis'i şöyle tehdit ediyor: "Ülke yöneticileri akıllarını başlarına alana kadar o kapıları kapatırız." Bir başkası milletin gözünün içine baka baka, "Hak ettikleri notu vermeyeceğiz" diyerek başörtülü çocuklara gözdağı veriyor. Ve daha ötesi 222 A koduyla '60 darbesinin pespaye metoduna başvuruyor üniversite hocaları! Güya ikinci ayın ikisinde saat ikide Anıtkabir'de buluşalım diyorlar. Buluştular, yine hiddet ve nefret ağırlıklıydı hava. Bu arada iki başörtülü genç Anıtkabir'e gelmiş. Neredeyse parçalayacaklar çocukları! Bu ne azgınlıktır Allah'ım! Cumhuriyet mitinglerinde de benzer bir asabı bozuk topluluk vardı. Orada da provokasyonlar yaşandı, orada da medyatik provokatörler fink attı. Sonuç: Milletin olayları sessiz ama ibretle seyreden irfanı harekete geçti. Hoşgörüden uzak, sevgiden yoksun, empatiye kapalı kitlelerin fark edemediği gerçek şudur: Sevimsiz ve hırçın yaklaşımlar bu ülkeye daima zarar verdi, verecektir. Cumhuriyet'e sahip çıkmak, laikliği yaşatmak insanî metotlarla, sevgi dolu yaklaşımlarla mümkündür. Vatandaşa salak muamelesi yapanlar, kendilerine özel ve özerk bir alan açtığını, elitist yaklaşımlarını halkın anlayamadığını sanıyor. Yanılıyorlar! Ortak akıl ve ortak vicdan, özgürlük denince çılgına dönen kitlelerden insaf ve izan bekliyor...

Türk medyası, tarihe 'gece yarısı bildirisi' diye geçen muhtıradan bu yana çok belirgin bir tercihle karşı karşıya. Provokatör medya modeli her kesim için geçerli. Kimi "laikçiler"i kışkırtmak için başvurabilir bu yola; kimi "İslamcılar" için. İkisi de aynı meşum noktaya çıkar ve Türkiye düşmanlarının ekmeğine yağ sürecek bir tuzağın içinde bulur kendini. Yazık olur bu millete; yazık olur bu ülkeye! Gazetecilik bu değil, televizyonculuk bu değil. Halk arasında uçurumlar inşa etmek, farklı sesleri gürültüyle boğmak, "öteki"nin yaptığı her işin tehlikeli olduğunu farz etmek bu ülkeye hiçbir şey kazandırmaz. Soğukkanlı medya anlayışı nerede? Aklı selimi rehber edinen kalem üstatlarına ne oldu? Onca tahrike rağmen birleştirici, bütünleştirici saygın simalar nereye gitti?

Geçici zaferlerin koynunda bir anlık sevinç arayanlar yanlış yapıyor. Saygıyla, sevgiyle, hoşgörüyle, empatiyle cennetlere çevirebileceğimiz bir ülkeyi yaşanmaz kılmak için çırpınıp duranları ne bu millet affeder ne de tarih! Provokatör medya dönemi bitmiştir; çünkü insanların haber alma kaynakları zenginleşmiştir; bu saatten sonra yalan, iftira, mübalağa, sansasyon, manipülasyon vs. yapmak mümkün değildir. Hiç kimse, hiçbir fikri, hiçbir amacı millî beraberlik duygumuzu yok edecek şekilde dayatamaz, dayatamayacak. O halde ne gereği var tarihe provokatör olarak geçmenin! Propaganda, provokasyon, ajitasyon... Bitmemiş miydi bu dönem?

zaman



Bu yazı 1,128 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 24 Eylül 2012 Ne gereği vardı?
    • 11 Haziran 2012 Cuntalarla nasıl mücadele edilecek?
    • 30 Nisan 2012 Şiddet!
    • 16 Nisan 2012 '28 Şubat'çılardan panik atak hamleleri
    • 10 Nisan 2012 Çin'den bakınca Türkiye'nin gücü
    • 9 Nisan 2012 Darbede tanıdığım dört subay
    • 2 Nisan 2012 Suriye İran... İşte çetin imtihan!
    • 26 Mart 2012 Terlik
    • 13 Şubat 2012 Aman dikkat!
    • 6 Şubat 2012 Bu yüzden mi susuyorsunuz?
    • 23 Ocak 2012 Hem Hrantçı hem Ergenekoncu olunabilir mi?
    • 16 Ocak 2012 Kaç kafatası bir manşet eder?
    • 9 Ocak 2012 Hesap vermek
    • 26 Aralık 2011 Çanlar Avrupa için çalarken
    • 19 Aralık 2011 Militan
    • 12 Aralık 2011 Maazallah!
    • 5 Aralık 2011 Global Ergenekon
    • 28 Kasım 2011 Dersim'den alnımızın akıyla çıkmak
    • 23 Kasım 2011 İngiltere'yi yeniden keşfetmek
    • 21 Kasım 2011 Dersim'in şifreleri

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,262 µs