Binalarımız çöktü, dozerle tankla ezildi evler. Hurdaya döndü son model otomobillerimiz. Dev çukurlara gömdük eski elektronik aletleri. Art niyetlerimizin balta girmemiş ormanı orada.
Merhametin ölü kaburgası orada. Acı çekmeye ve intikama ayarlı bir saatli bomba büyük patlamayı bekliyor.
Hava yastıkları koruyamayacak hiçbirimizi, ölgün bir rüzgârın hatırası kalacak boz tepelerde. Geceleyin gemiler öylece duruyorlar toprakta. Çatlak, kuru, cansız toprak. Hayali akarsuların çağıltısına karıştı vahiyler.
Göğün altında kendi benzerini arıyor herkes. Ninelerle dedeler ahitlerini bıraktılar gittiler. Ruh kaldı. Tozlu bugün. Ruh: İnsansız gelecekten önce ‘son çıkış’.
Şu ceset gibi kokmuş et yığınlarımıza bir cümleyle can vermek isterdim. Kâinatı çelikten cümlelerle yerinden kaldırmak. Serum şişesi niyetine kelime fişlerine bağlayarak... İlk nefesi yeniden almak... Evet isterdim sahiden.
Etten kemikten kelimelerle
Bir insana verilebilecek en kıymetli şey, en sahici nimet: Onun kalbini fethetmek değil midir? Yüreğinden teslim olan her kalp, içinde bir kâinat batırır, bir yenisini diriltir. Sözlü. Bazen de sözsüz… Biz ise dünyayı batırıyoruz ısrarla. Ferini yitirmiş sözcüklerimizle. Hep aynı dünyayı…
Defterler açılıyor, açılmayan bir sayfa; etten kemikten kelimelerle… Aynı hayatı bambaşka dillerde yaşayacak kim var? Okuduğunu yine de anlayacak? Elinde pala, kaslı kollarıyla uzuyor defterlerde hayali insan. Hepiniz benim diyor. Ve ben de her birinizim… İşitilmiyor.
Hepimizde bir yorgunluk. İnsan yorgunluğu. Hap yutmadan, gevşetici çay içmeden, olumlu düşünce egzersizleri yapmadan katlanamıyoruz birbirimize. Vesveselerimizin sayısız gölgesi boğuyor bizi. Karanlık hiç kalkmıyor gündüzleri. Birleşeceğimize ayrışıyoruz durmadan.
Şefin ruh salatasındaki gibi sanki. Bölüp parçalıyor sivri biber, kekik, ançuez. İçini boşalttığımız sözcüklerle dolu çukur tabaklar: Krizi böyle yönettik. Çukura batırdığımız hayatlarla.
Dünyayı istedik çünkü hep. Feryat figan sistemi azarladık. Sık sık bozuluyordu asansör. Dünya saadeti: En büyük yağdanlık. Salt kendimiz için istedik. Başkası için hep cehennem alevleri yükselsin. Biz hep gül koklayalım istedik. Geride el sallayan bir ihtiyar kaldı. Ve mutluluk belgelerinde onun imzası: ‘Teslim alındı.’ Evet, ona bıraktık tüm sorumluluğu. Kendimizi bilemedik.
Yorgun vücutlarımızla yokuşları tırmandık. Sıfır noktasında en sefil olanlarımız başını öne eğdi, aç güvercinlere uzattığımız yem kadar vermedik kendimizi kimseye. Bizden beklenen asansörsüz mutlulukmuş dedik. Kuşkusuz bir sıva lekesi vardı tavanda. Görmedik.
Sessizlik bizimle birlikte susuyor artık. Aç dolaşıyor çakallar. Telin ardında güvenlik görevlileriyle çatışıyoruz. Asaletle dikilmiş her ego, gevşemiş örgüleriyle. Cansız bedenlerimizde kâbus görüyor kısraklar. Yatağımızda kahrolarak, mahvolarak uyanmak ve aç köpeklerin uğultusunda asit yağmurlarına tutulmak mı payımıza düşen? Kara henüz görünmeden patır patır dökülen dişlerimizden dilsiz bir ağız mı kalsın geriye? Böyle mutlu mu olacağız?
Hafta sonu tatilleri, indirim günleri, kutlamalar… Dinlenmek için sorumluluklardan kaçtık. Eğlenmek istedik. Eğlenerek yaşamak. Bir dünya tasarladık eğlenerek. Dogma dünya. Cenneti yeryüzünde bulmak için cehenneme yolladık herkesi. Eğlenmeyi dağıtmakla bir sandık. Dibine dek tüketmek kendini. Nefsini demirlere vurdurmak. Zannettik.
Nasıl unuttuk kendimizi!
Aldık. Aldık durmadan. Kendimize kattık. Hiç vermedik. Ya da niyet ederek değil hesap ederek verdik. Gıdım gıdım. Çaktırmadan… Zevk uğruna katlettik, suç işledik, iktidar uğruna ayetleri, bap’ları sattık. Teslim olduk günaha. O’nun bizden istediği güzelliği, kendimize hiç mi hiç yakıştıramadık.
Taşa taş olma hakkını bile çok gördük. Şimdi zamanı ve mekânı hiç takmayan, uzak ve başıboş bir doğadayız yapayalnız. Beton ve asfalt taştan topraktan daha değerli. İlk topraktan bir hatıra taşıyor oysa her ten. Unuttuk. Tenimizde şimdi yaşlanmayı engelleyen krem, nemlendirici, tonik, maske. Bin bir kat… Kimse bilmiyor artık. Yaprakların bahar gelip de açması insanın elinde değildi ki. Olma desek olmayacak mıydı yaprak?
Tabuttan öyle korktuk ki, değil yaşlanmamak, mümkünse hiç yatmamak isterdik oraya. Hep burada kalmak. Defalarca aşındırmak aynı egoyu. Takma bacaklarımızla… Ah nasıl unuttuk kendimizi bu kadar?
İnsanlığın en güzel kitabından yolumuza bir harf düşsün bu yıl. Mesela vav. Bir vav harfi boyunca uzatalım ellerimizi birbirimize. Uzaktan. Yan yana gelelim. Sırtımızda takma kanatlar, ayrı ayrı yükselelim.
Kelimeleri baştan öğrenelim. Duru, sakin bir su birikintisine kavuşalım önce. Ardından kulaç atalım dalgalarda. Yeryüzünde sarf edilen bütün sözcükler, ayçiçeği tarlalarındaki gibi, ışıkla birlikte yüzlerini bizden yana dönsün. Ve başlasın düşünce hasadı. Hakikat soyuldukça kabuklarından, geri verelim en taze metaforları.
Ta ki, sıcak bir esinti, bize doğru, devirsin diktiğimiz tüm harfleri, tükettiğimiz onca sözü darağacına assın ve sonra sözsüz bir ayet, görünmeyen bir dua gibi kuşatsın biz tek harf olana dek: Kâinatı yeniden kuralım.
zaman pazar
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle