En Sıcak Konular

Mehmet Barlas


Mehmet Barlas
0 0 0000

Türkiye’de devrim ve karşı-devrim enflasyonu var…



Türkiye’de bazıları tuttukları partinin kazandığı seçimin sonucunu nasıl “devrim” olarak görürlerse, bazıları da tutmadıkları partiler seçim kazandığı zaman bunu hemen “karşı-devrim” olarak nitelerler.

Yakın tarihteki çok partili demokratik yaşamımızda bu hep böyle oldu.

Atatürk’ün son Başbakanı olan ve O’nun için “Seni sevmek milli ibadettir” diyen Celal Bayar Cumhurbaşkanı olduğunda, bazıları bunun karşı-devrim olduğunu söylememişler miydi?

Atatürk’ün Anıt Kabir’ini Demokrat Parti tamamladı. Ata’nın naaşı “geçici” olarak 15 yıldır bulunduğu Etnografya Müzesi’nden 1953’te, Demokrat Parti  iktidarı döneminde Anıt Kabir’e nakledildi. Atatürk’ü Koruma Kanunu, Demokrat Parti tarafından çıkartıldı. Paraların üzerine yeniden Atatürk’ün resmi Demokrat Parti tarafından koyuldu.

Ama bazıları için Demokrat Parti dönemi, Türkiye’nin Atatürk çizgisinden çıkartıldığı bir karşı-devrim sürecidir. Bunlara göre 27 Mayıs 1960 askeri darbesi ile, Türkiye yeniden Atatürkçü çizgiye oturtulmuştur.

Sürekli karşı-devrim mi?

Aslında kavramları böylesine abartılı biçimde kullanmak ve “İktidardaki parti değişti” demek yerine “Karşı devrim oldu” demek, Türk siyasetinin de, demokrasisinin de açmazlarından biri. Özellikle CHP’nin seçim kazanamadığı dönemlerde, bu hep böyle sunuldu. CHP genellikle pek seçim kazanamadığı için de, karşı-devrim bir nevi sürekli hale geldi. Menderes, Demirel, Özal ve şimdi de Erdoğan seçmen tarafından tek başına iktidara oturtuldukları için, onlara oy veren seçmenler de karşı-devrimin tabanı olarak hafif aşağılandılar.

Bu kalıplaşmış yaklaşım, Türkiye’deki kamplaşmanın da dayanağı.

Bu yaklaşımı devre dışı bırakıp, siyasi partileri icraatlarına, başarılarına ve ülkeye yaptıkları hizmetlere göre değerlendirme geleneğini de bir yerde başlatmamız gerekiyor.

İşte çağdaş uygarlık

Gerçekten de Deniz Baykal liderliğindeki CHP’nin her seçimde yenilgiye uğramasını “karşı-devrim” olarak niteleyip, “rejim tehlikede” diye korkulara kapılmak çıkar yol değildir.

Ayrıca 1960’larda karşı-devrimci diye eleştiriden öteye hücumlara hedef kıldığımız ve iki kez askeri darbe ile devrilen Süleyman Demirel, 1990’larda cumhurbaşkanı olduğunda rejimin muhafızı konumundayken Beethoven’in 9’uncu Senfoni’sini “İşte çağdaş uygarlık” diye sunmamış mıdır?

Bakarsınız ileride de Tayyip Erdoğan Mozart’ın “Saraydan Kız Kaçırması”nı “İşte laiklik” diye sunar topluma.

Yani iktidar olmaya dönük siyasi rekabeti, bize sunulan içeriği ile değil gerçek boyutu ile görmeyi denememiz de gerekiyor artık.

 Devrim enflasyonu

Son olarak 22 Temmuz seçimlerinde AK Parti’nin ikinci kez iktidar olması da, bu partinin taraftarları tarafından “Devrim” diye nitelenmemelidir. Neticede Menderes de, Demirel de, Özal da iki kez seçim kazanıp tek başlarına iktidar oldular.

Sonuçta bir ülkede ne bu kadar çok devrim, ne de bu kadar çok karşı-devrim olur 50 yılda.

Bazı partiler ve siyasetçiler, seçmenden oy almak konusunda başarılı değiller. Bunun sebebi, onların “devrimci” olmaları falan değildir. Seçmen kendisine kimin hizmet edeceğini ve kimin sadece laf üreteceğini sezmektedir, bilmektedir.

CHP’ye oy ve gönül vermiş seçmenler de “Şeriat mı geliyor” diye endişelenmek yerine “Ya CHP önümüzdeki seçime de bu kadro yönetiminde ve bu anlayışla  girerse” endişesine kendilerini kaptırmalıdırlar.

ŞAKA

Bu takımın direktörü de Fatih Terim olmalıdır

Şimdi herkes karşısında olduğu siyasal düşünce sahiplerini listeleyerek “takım”lar kuruyor ya.

Bu satırların yazarının da aralarında bulunduğu 11 ismin bazıları “2’nci Cumhuriyetçi takım”ı, bazıları da “Liberal Demokrat takım”ı oluşturduğunu yazdılar.

Derken “iyibilgi.com” sitesi “1’inci Cumhuriyetçi takım”ın oyuncularını listeledi. Bu takımda mesela Ertuğrul Özkök “oyun kurucu”, Reha Muhtar “sağ kanat”,  Süleyman Demirel “teknik direktör”,  Tuncay Özkan da “masör”dü.

Son olarak da “cafesiyaset.com”da “Müminspor” denilerek İslami kesimin 11 ismi aynı listede birleştirildi. Bu takımın kalesinde Abdurrahman Dilipak, geride ise  mesela  M. Şevket Eygi ve Ali Bulaç gibi isimler bulunuyordu. Bu takımın teknik direktörlüğünü ise Hasan Celal Güzel yapacaktı.

Bu üç takımın hangi oyuncuları “milli” olur, kestiremiyorum. Fakat bunların oynayacağı Milli Takım’ı da Fatih Terim yönetmelidir. Çünkü bütün bu takımların tüm oyuncularının egoları çok yüksektir ve hepsi de ders almak yerine kesinlikle ders vermeyi tercih ederler.

posta



Bu yazı 1,251 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 29 Eylül 2012 Sakın "Erdoğan'sız AK Parti" hesabı yapmayın!
    • 28 Temmuz 2012 "Büyük Kürdistan" bir Amerikan sorunudur
    • 16 Ocak 2012 Kıbrıs'ı da Kwai Köprüsü'ne benzetmedik mi?
    • 9 Ocak 2012 Orta yaş sınırı yükselirken artık kimse yaşlanmayacak mı?
    • 4 Ocak 2012 AK Parti başarılı olursa tüm Türkiye başarılı olacaktır
    • 29 Ekim 2011 Cumhuriyet Bayramımız hepimize kutlu olsun
    • 31 Ağustos 2011 Yeniden açılım günlerinin üslubuna dönülmelidir
    • 17 Temmuz 2011 Asıl sorunumuz acaba ''Şarklılık'' mı?
    • 9 Temmuz 2011 Siz değişmezseniz koşullar sizi değiştirir...
    • 26 Şubat 2011 İktidar iddiası bulunmayan muhalefet olur mu?
    • 25 Kasım 2010 CHP'nin sivil paşalarının sivil darbe ürküntüsü...
    • 11 Ekim 2010 Kılıçdaroğlu'nun önündeki tarihi fırsat
    • 22 Eylül 2010 Sentetik beyaz Türklerin dayanılmaz hafifliği
    • 11 Eylül 2010 Kim yalancı? Anayasa Mahkemesi mi, CHP lideri mi?
    • 9 Eylül 2010 İktidarı 'Evet' mi yoksa 'Hayır' mı güçlendirir?
    • 28 Haziran 2010 Üslubu tırmandırınca kelimeler kifayetsiz kalabilir
    • 12 Haziran 2010 Yeni dünyada eksen de merkez de farklı yerlerdeler
    • 7 Mayıs 2010 Teşekküre karşı benden de bir teşekkür...
    • 5 Ocak 2009 Basın ''Medya'' olmadan önce kol kırılır yen içinde kalırdı...
    • 3 Kasım 2008 Türk demokrasisinin sabırla imtihanında geçer not alabilecek miyiz?

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,504 µs