Ahmet Kekeç
0 0 0000
"Değiştir de görelim..."
Hayır, "Nurlu Süleyman" meselesine girmeyeceğim. Bir elinde Kur'an, bir elinde Anayasa, vaktiyle seçim meydanlarını inleten mütekait Cumhurbaşkanımızın "Başörtülü okumak isteyen Arabistan'a gitsin" önerisini hiç tartışmayacağım.
Süleyman Bey böyledir.
Dün "en çok İmam Hatip açmış başbakan" olmakla övünüyordu, masasındaki kitap düzenini ağırladığı konuklara göre değiştiriyordu (duruma göre Nutuk, Risale-i Nur, Türkiye'nin Düzeni), üst perdeden halk eyyamı yapıyordu, memleketi "nurlu ufuklara" taşımaktan sözediyordu, "Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz" gibilerden tuhaf açıklamalar yapıyordu, rahatlıkla "irticai faaliyet" damgası vuracağımız eylemleri sahipleniyordu.
Bugün başka şeyi savunuyor.
Doğaldır.
Dün dündür.
Şunu da unutmayalım, ürettiği vecizelerle Türk diline unutulmaz katkılarda bulunan Süleyman Demirel, (kendi ifadesiyle) "altı kez gitmiş, yedi kez gelmiş" ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'dır. İki kez de askerî darbeye maruz kalmıştır. Yani silah zoruyla başbakanlıktan uzaklaştırılmıştır. Üçüncüsünü yaşamak istemediği için de, halk arasındaki deyimle "ön almıştır", yani 28 Şubat MGK kararlarını sahiplenmiş, postmodern darbenin gönüllü sözcülüğüne soyunmuştur.
Madem dün dündür, bugün söylediklerine bakalım.
Bugün söyledikleri de, dünkü söylediklerinden farklı değil aslında.
Diyor ki: "Müdahale ihtimali, müdahale korkusu aslında Türkiye'de devletin işlemesini sekteye uğratıyor. Parlamentonun çalışmasını sekteye uğratıyor. Cesur kararlar alınamıyor. Bu kararları alacak olanlar, acaba bir gün idareye el konur da, acaba hepimizi mahkemeye götürürler mi diye düşünüyor. Cesur kararlar almak isteyen bir başbakan düşünür 'acaba yarın ben bu kararı aldığım için beni asarlar mı' korkusundan kurtulmuş değildir. Niye? Çünkü Türkiye seçilmiş bir başbakanı asmıştır."
Peki, kendisi yaşamış mıydı bu korkuyu?
Hayır, yaşamamıştı.
Fakat bu, "asılma tehlikesi"nden uzak olduğu anlamına gelmiyordu. İki kez direkten dönmüştü. 9 Mart'çılar kazansaydı, çoktan idam sehpasını boylamış olacaktı. 12 Mart ve 12 Eylül'ü de ufak-tefek sıyrıklarla (!) atlatmıştı.
Peki bazı sorunlar (siyaset kurumunu tahkim etmek, iktidarların muktedir olmalarını sağlamak, yasamayı özerkleştirmek, icranın gücünü arttırmak, inanç ve düşünce özgürlüğünü sağlamak gibi sorunlar) Anayasa'yı değiştirerek aşılamaz mıydı?
Demirel'in bu soruya verdiği cevap son derece ilginç. Hem ilginç, hem öğretici: "Anayasa'yı nasıl değiştiriyorsun? Neyle değiştiriyorsun? Değiştir de görelim."
Naçizane, ben de zatıdevletlileri gibi düşünüyorum:
Türkiye'de parlamentoya, nihayetinde hükümetlere verilen rol, hizmet üretmeleri, tahsisli bir alanda ekonomiyi çekip çevirmeleri, bunun dışında hiçbir şeye karışmamaları.
Kağıt üzerinde anayasa yapma, değiştirme, tadil etme görevi parlamentoya verilmiştir, ama, kısmî rötuşların dışında parlamento hiçbir zaman, hiçbir dönemde anayasayı değiştirmeye, hele "kurucu meclis" gibi çalışıp yeni bir anayasa yapmaya cesaret edememiştir.
Teamüldür: Bizde anayasayı, asıl görevi sınırları korumak olan asker yapar. Türkiye'de anayasacılık hareketlerinden beri bu böyledir. En özgürlükçü kabul edilen 61 Anayasası'nı da, 61'in getirdiği nisbî özgürlükleri ortadan kaldıran 82 Anayasası'nı da darbe yönetimleri hazırlamış ve halk oyuna sunmuştur.
Elbette "Başörtülü okumak isteyen Arabistan'a gitsin" önerisini tartışalım, öneri sahibini yerden yere vuralım da, bence bundan sonra asıl "parlamentonun anayasa yapma hakkını" tartışmalı ve savunmalıyız.
Parlamentonun anayasa yapma hakkı yoksa, yani tek meşru temsil organı olan TBMM bu işe güç yetiremiyorsa, boşuna konuşuyoruz.
Bu yazı 1,105 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
26 Eylül 2012
Balyoz ve empati
-
5 Temmuz 2012
Hükümeti ve cemaati çökertecek tek isim
-
26 Haziran 2012
Ben olsam bu gazetecileri sürerdim cepheye
-
20 Haziran 2012
Bu yazıyı Kürt kardeşlerim okusun
-
4 Haziran 2012
Nerede bu inek?
-
28 Mayıs 2012
Kana kan istermiş!
-
14 Mayıs 2012
‘Kes zırvalamayı’
-
1 Mayıs 2012
Menderes de cami yıktırmış... Ne utanmaz adamlarsınız siz!
-
20 Nisan 2012
Erol Özkasnak
-
12 Nisan 2012
Suriye’yle savaşa mı giriyoruz?
-
10 Mart 2012
‘Zavallı Başbakan’
-
29 Şubat 2012
Paşa niçin kendini öptürmedi?
-
27 Şubat 2012
Bizi yormayın kardeşim
-
17 Şubat 2012
Siz kimi kandırıyorsunuz?
-
3 Şubat 2012
Rezil olmaya doymadınız mı?
-
1 Şubat 2012
İyi ki sivil vesayet varmış, şerrinizden korunuyoruz
-
19 Ocak 2012
Denktaş’ı diriltmek mi?
-
14 Ocak 2012
Hangi gazeteciler valiz hazırlıyor?
-
12 Ocak 2012
Kozinoğlu hakkında korkunç karartma
-
2 Ocak 2012
İlan ediyorum: Hiç yüzleri kızarmayacak!
Yorumlar
+ Yorum Ekle